15 Kasım 2012

marmara gölü



kurban bayramında yine salihli'deyiz. yiğenimin karizmatik bir facebook profil fotoğrafına ihtiyacı varmış acilen! bayramın öncesinden tutturdu benim fotoğraflarımı çek diye. aslında hiçbir fikrim yok, bu profil fotoğrafı nasıl bir şeydir? benim facebook'taki arkadaşlarımin profilleri genelde sloganlardan oluştuğu için bilmiyorum. hele ki "yeni genç bir erkeği çekici kılacak (!) fotoğraf nedir" sorusu çok meydan okuyucuydu benim için. neyse, uzatmayayım. bahane oldu, fon güzel olsun bari diyerek marmara gölüne gittik. işte oradan devam...


17 Ekim 2012

nata vega akvaryum


açıldığını duyduğum ilk günden beri görmek istiyordum burayı. türkiye'nin en uzun akvaryum tüneli buradaymış, hatta avrupa'da da sıralamaya giriyormuş. altınızdan üstünüzden köpek balıkları geçiyormuş falan. vaktiyle akvaryuma, balıklara deli gibi para döken ve şu an dahi ilkay'ın yerinde engellemeleri olmasa aynı yola girmeye namzet ben, bu fırsatı kaçırsam olmazdı? hem de ankara'ya açılmışken bu hoşluk! olmazdı. gittik, gördük. işte oradan bunlar...

5 Ekim 2012

yıldırım fotoğrafı yakalamak


en başta bir itiraf: yıldırım fotoğrafı çekmekten zerre anlamam. nasıl ayar yapılırı bilirim de neye göre yapılır onu pek bilmem. tek bildiğim şey tripodun olacak, fotoğraf makinesinin enstanesi bulb modunda olacak ve tercihen kablolu ya da uzaktan kumanda olacak. o kadar çok fotoğrafı netliği tahammül sınırının altında diye harcadım ki inanamazsınız. zira bu yıldırım nerede ve ne zaman çakacağı belirsiz. siz ha deyip başladıktan 2-3 saniye sonra bulb'ı bitirmek zorunda kalabiliyorsunuz. bu da en baştaki deklanşöre basarken yarattığınız sarsıntıyı fotoğraf için ölümcül kılıyor. ben o yüzden denedim babam denedim. çakan şimşekleri ve düşen yıldırımları yakalamaya başladıkça daha eğlenceli oldu. bir yerden sonra dert makineyi ıslatmamak ve o 'fırtına'nın biraz daha sürmesi için dua etmek. ben bunları yarım saat içinde çektim.  

3 Ekim 2012

meteokronik


iyi ki evimiz yüksekte. güzel ankaramızı bu sayede takdir edebiliyoruz. ne güzel bir coğrafya! ne dehşetengiz bir yaşam! her gün bin kere şükür edilir mi burada yaşama şansına sahip olduğu için bir insan? allah'ın sevdiği kullarıymışız. ne yaptık ki biz bu ödülü hak edecek? ama her gün şaşırtmaca, her gün yeni bir ferahlama, yenilenme, yaşam sevinci hissetme. refreshing diyorum daha iyi anlaşılsın diye. bunlar yetmezmiş gibi atmosferik hadiseler de bonus olarak gelmesin mi arada bir. önce takdir ettim, sonra belgeledim..


1 Ekim 2012

neşekronik

kusura bakmayın da sıktım sıktım buraya kadar. en baştaki sözümü yeterince tuttum. burayı agucuk bugucuk bebek albümüne çevirmedim. ama benim en nihayetinde bir kızım var ve şu an istesem de istemesem de hayatımın en önemli hadisesi o. işte geçen 1 senede adım adım neşe..


7 aralık 2011. neşe 3 aylık. çirkin kel bir şey..


28 Eylül 2012

tripkronik



gezintilerimiz. bir konu işgal etmeyeceği için değil de buradaki diğer gezilere çok benzemedikleri için burada ayrıca ve toplu halde duruyorlar. yine bol bol neşe var. arada da can sıkıntımız. toparlıyoruz işte...

27 Eylül 2012

antropokronik

elimdeki fotoğrafları eritme konusunda hedefime çok yaklaştım. artık her sene yaptığım gibi buraya bir türlü konamayan ama hep aklımda kalan fotoğrafları allem edip kallem edip buraya koyacağım. sonra ne yaparım hiçbir fikrim yok.


hadi başlıyoruz. geçen sene kurban bayramı. 1 haftalığına salihli'deyiz. 6-13 kasım 2011 tarihleri arasında hem kurban bayramı, hem düğün hem de mevlüt yapıyoruz. etnografik şölen :)

26 Eylül 2012

kapadokya'da gün batımı - kızılçukur vadisi


pek zamanımız kalmamıştı. ürgüp'ü yarım yamalak gezeceğimize güneşi güzel bir yerde batıralım sonra gideriz ürgüp'e dedik. amacımız kızılçukur vadisine gitmek. bir kaç denemeden sonra sora sora da olsa doğru sapağı bulduk da girebildik vadiye. denemelerimiz sırasında yol üzerinde ürgüp'e yakın bir yerde bu peribacalarını görünce durduk. benim bildiğim peribacaları hep böyle penis formunda olanlardı. ya bu bölgedeki 'oluşum'ları  fallusla eşeleyerek iyi pazarlamışlardı ya da benim muzır aklımda böyle kalmıştı :) gerçi gidip göremediğimiz aşk vadisi beni tasdik eder nitelikte:

orijinali burada

bu adı da ben koymadım ya! göreme yakınlarındaymış bu vadi... bir daha ki sefere...
kapadokya'dan son fotoğraflar. girin içeri...

25 Eylül 2012

uçhisar kalesinden kapadokya!


birisi "mutlaka ama mutlaka ne yapılmalı kapadokya'da?" diye sorsa ona verilecek en iyi yanıt içinde uçhisar kalesine çıkmak olurdu illaki olurdu. uçhisar gidinceye kadar hiç aklıma gelmeyen, ama görünce haaaa ben burayı görmüştüm bir yerlerde dediğim bir yer oldu. inanılmaz!


göreme


göreme açık hava müzesi. belki de ilgi çekici yerdir. gezemedik ki turist gruplarından. yok, aslında sorun kesinlikle turist olmaları değil, sorun grup olmaları. sorunun en büyük parçasıysa bir de başlarında terör estiren ve her nedense kendilerine oradaki görevlilerden her daim iltimas geçilmesini isteyen turist rehberleri. küçücük kiliselere, mağaralara insanları otobüs grupları halinde sokmaya çalışırsanız haliyle kaos ve kavga çıkar. çözüm çok basit, gruplaşmaya gerek kalmayacak önlemler alın. turist kafileleri burada en fazla beş kişilik gruplara bölünsün ve her küçük grubun başlangıç noktası ve rotası farklı olsun. ya da burada gruplaşmak yerine herkese rehber kulaklık verilsin, turistler de kafalarına göre takılsın. yoksa çok ciddiyim orada bir kaç turist rehberini öldürmek iş değil. yurdum insanını çok güzel temsil ettikleri bir gerçek ama: kilisede duran görevlilere sürekli olarak "beyefendi grupla geldim, diğerlerini çıkartır mısınız?" diyen avantacı, ben-bilirimci, hamili kart taşıyan insan grubu... gururumuzsunuz profesyonel kilim kakalayıcıları!

24 Eylül 2012

nihayet kapadokya - zelve vadisi


avanos sonrasında zelve vadisine yöneldik. nihayet doğru düzgün peri bacası gördüm :) mutluyum. döndükten sonra gezdiğimiz yerlerin tarihini bir okuyayım derken gördüm ki zelve hristiyanlığın ilk yayılmaya başladığı yerlerden biriymiş. ilk kiliselerden bir kaçının kapadokya'da olduğunu biliyordum da 'yayılan' ilk kiliselerin burada olduğunu bilmiyordum. ve 1960'lara kadar burada yaşanıyor muş da. işte burası şaşırtıcı çünkü bizim gezdiğimiz zelve vadisinde neresinin yaşanabilir olduğunu ben anlamadım. hatta kayaya oyulmuş cami bile varmış. biz görmedik! sonra fark ettim ki bizim gittiğimiz zelve vadisinin hepsi değilmiş. yani zelve vadisi değil vadileriymiş doğrusu. biz ikisini görmüşüz, üçüncüden haberimiz yokmuş. internetteki fotoğraflarda görünen zelve köyü o üçüncü vadiden. ziyadesiyle mesutum bu haberi duymaktan. gitmek için bir bahanem oldu. gördüğüm zelve'yi pek sevmişken görmediim bir başka zelve haberine napayım ki?

22 Eylül 2012

avanos


'o kadar zamandır hacıbektaş'a gidip geldik de bir kez kapadokya'ya götürmediniz beni. yuh olsun size, yuh!' demelerim ilkay ve ali nezninde nihayet bir sonuç verdi. bayram tatiline gitmeden önce planı yaptık ve vakti geldiğinde kaçtık. ama hacıbektaş'a yakın olmak her yere nasılsa çok kısa zamanda erişebiliriz yanılsaması oluşturuyor. halbuki gezecek tonla yer varmış. beni en bilinenlerine götürdüler. güya tabi. fark ettik ki aslında onlar da kapadokya'dan pek haberdar değilmiş. sonra görürüz nasılsa diye pas geçtiğimiz yerler oldu tabi. aşk vadisi gibi. duyduğumuz yerler -avanos, ürgüp ve göreme- bana yeter de artardı. geziye avanos'tan başladık... 

19 Eylül 2012

makro


hacıbektaş'ta çektiğim makrolar. artık allah bana objektif olarak ne verdiyse onlarla... tamron 70-300mm telede gösteremediği performansı az çok makroda gösterdi sayılır. ama ışığa dua etsin. ilk denemelerim olduğu da kayda geçirilsin. bu arada, bu konuda her türlü tavsiyeye ve öğüte hazırım. çekinmeyin. bu konuda hiç iddialı değilim. sadece bozkırda çekecek pek bir şey yoktu, ben de makro denedim.. hadi girin içeri :)


18 Eylül 2012

her yönüyle hacıbektaş ilçemiz

başlık ve kapak fotosu biraz yersiz kaçtı sanki? :)


salihli ve hacıbektaş birbirlerinden bir hayli uzak oldukları için bayramları paylaştırdık bu iki yer arasında. ramazan bayramında hacıbektaş'tayız, kurbanda salihli'de. yoksa baş edemeyeceğiz o kadar yolla. hacıbektaş'a gittik, ama kurban da kesildi bu kez. nasip! işte bu başlıkta bu hacıbektaş gezimizden çektiğim çeşit çeşit fotoğraf. hepsi bir arada. içeride...

13 Eylül 2012

bolu gölcük


ilkay'ın annelik izni bitti. annemle babam kıza bakmak için bize geldiler. ramazan da olunca eve tıkılı kaldık cümbür cemaat. bolu'dan zekiye hanım davet edince "günaha benim boynuma, tutmayaverin 1 gün oruç da gidelim" dedim. düştük yola. ilk kez bolu'dayız...

12 Eylül 2012

afrodisias'a yetiştik!


bodrum dönüşü. gelirken izmir üzerinden otobanla gelmiştik. dönerken ben bozdoğan'a oradan da afrofisias'a uğrayacağım diye tutturdum. bozdağan'da pideyi güzel yaparlarmış da onu yiyeceğim, buraya gelmişken de karacasu tarafına geçip afrodisias'ı göreceğim. bu plan tutmadı çünkü bozdoğan ile karacasu arasında doğru dürüst yol yokmuş, sadece dağlık köy yolları mevcutmuş. arada koskoca karıncalı dağı varmış. biz de nasılsa tavas'taki elmallı pide de harikaydı dedik, yolu muğla-kale-tavas-karacasu-nazilli-alaşehir-salihli'ye çevirdik. yani geldiğimiz yoldan baya fazla yol yaptık. bol bol dağ yollarına girdik, haritada duble yol görünenler ya göçmüştü ve tamir ediliyordu ya daha yeni yapılıyorlardı veya öyle bir yol yoktu. gelirken 6 saatte gittiğimiz yolu 9 saatte döndük. ama deydi...

11 Eylül 2012

turgutreis, gümüşlük ve yalıkavak reloaded

önceki seferde de demiştim ya tatil fotoğrafı diyerek habire kızların fotoğrafını çekmişim. radikal pazar ekinde  türklerin iyi derece yapabileceği alternatif tatil olimpiyatları düzenlenmesi çağrısı vardı. kesin altın alınacak branşlardan biri de en fazla 1,5 yaşındaki bebeklerini sahilde yok öyle yok şöyle sürekli fotoğraflayıp durmakmış. adayım. olimpiyat komitesine bildirilsin. arayıp tarıyorum da geri kalan fotoğrafları bulmak gerçekten zor oluyor :)


bodrum'dan aytaçlar erken ayrılınca bize de son gün yarım adayı turlamak kaldı. daha önceki seferde bu turu turuncu klimasız dolmuşlarla yapmış ve yine de beğenmiştik. yollara düştük. burada fotoları mevcut. daha önce çektiklerimden çok farklı birşey çekmediğim için kendimce 16x5 banner formatta düzenledim fotoları. facebook'un nefret edilen zaman tünelinin kapak fotoğraflarına ithaf olunur.


turgutreis ilk gittiğimiz yerdi. ilk '95 yazında gitmiştim ve çok beğenmiştim. listeme öncelikle yat limanı vardı ama giremedik. özel güvenlik izin vermedi. geri kalan yerde de çok bir şey yoktu. aslında vardı da bize uyan yoktu demek daha doğru. şöyle güzel bir yatımız olsaydı.... biz de arada karşımıza çıkan heykellerle yetindik...


3 Eylül 2012

tatildeydik


şimdi buraya fotoğraf koymak için bakıyorum da aslında koyacak çok da bir şey yokmuş. şöyle bir toplanıp da birlikte tatil yaptığımız tayfa toplu halde dizilmemişiz objektifin karşısına. varsa yoksa kızlar. olsun. izi kalsın. dediğim gibi, tatilde biz-bizeydik. yedik içtik bol bol yüzdük. darısı gelecek seneye. eksikler tamamlanır umuduyla :)


25 Ağustos 2012

bafa


bodrum yolundaki ikinci durağımız bafa gölü'ydü. yıllar önce bodrum'a, milas'a veya marmaris'e giderken hep bir gün arabam olursa bu gölü tavaf edeceğimi söylerdim. tam araba aldığım zamanlarda severek takip ettiğim nil (mavinin güncesi) bloguna göl kenarındaki kapıkırı köyünde geçirdiği tatili yazmasın mı! tamam dedim, ilk fırsatta bir görmeye giderim. işte burası yol çalışmaları nedeniyle binbir zahmet yolunu bulabildiğim kapıkırı köyü...

24 Ağustos 2012

şirince


bu sene tatil rotamız yine bodrum'du. en son gidişimde arkadaşlar olmasa bodrum'a bi daha da gitmem demiştim. bozmadım sözümü. arkadaşlara gidiyoruz. bu kez kendi arabamızla. madem öyle geze geze gidelim dedik. ilk durağımız şirince! 

31 Temmuz 2012

kara kula


az değil 10 senem geçti benim bu sokaklarda. hem de en keyifli zamanlarım. çocukluk ve ilk gençlik dönemim. ne bildiysem buradan geldi demek çok da yanlış olmaz. ama kopuş o kopuş. bir daha hiç girmedim o sokaklara. 18 sene sonra bir bahane ile girdik tekrar. ben, ilkay ve de neşe. zamanımız çok dardı. cesaret edemedim daha içeri girmeye çünkü -giden bilir- kula sokaklarında kaybolmak çok ama çok kolaydır ve öyle kolay kolay çıkamazsınız oradan. ve işin kötü tarafı kaybolsam çağırırım bir taksi deseniz de olmaz çünkü o sokaklara hiçbir araba giremez. iyi birine denk gelip sizi düz ayak bir yere çıkarmasını ümit edebilirsiniz ancak. o riske sonra girelim dedik, bir saatlik turla yetindik... buyrun...

30 Temmuz 2012

ska ska saka



geçen kasım ayından. kurban bayramı için salihli'deyiz. bir ara kaçtık. güya kuş fotoğrafı çekmeye gittik. tamam kuş var da.. aman neyse. çekemediydik yine. oynadım da şunlar oldu işte. instagram niyetine. saka maka.


27 Temmuz 2012

şöyle serin serin



ne biçim bi sene geçiyorsa bu sene?! kışın ankara dikmen'de -25 ölçüldü. kar-don trafiği birkaç kez sıhhiye'den eve gelebilmeme izin vermedi -ki normal şartlarda 15-20 dakikadır. yıllık ritüelimden birisi haline geldi artık dikmen yokuşlarını o kar kıyamette tırmanarak eve gelmek. kaç kez arabayı otoparkta mahsur bıraktık, hatırlamıyorum bile. belediyeyi 2 kez arayıp allahaşkına şu bizim sokağın yokuşunu bi küreyin dediğimi hatırlıyorum ama. şimdi de -27/7/12- ankara'da 40 C'yi yaşıyoruz. ne güzel ne güzel. tam bu zamanda içim serinlesin azıcık diye o kıştan bir günü koyayım buraya. belki de bizim kızı anneannesine ilk terk edişimiz, uzun zamandan sonra ilk yalnız kalışımız. tarih: 5 şubat 2012, yer: eymir...

29 Mayıs 2012

georgetown


burası için hayvanat bahçesini doğru düzgün gezemedik. rehberimizin "soho londra için neyse, broadway new york için neyse, georgetown da dc için odur" demesi yetti. hemen gittik. güya gidiş nedenimiz eşlere güzel hediyeler alabilmek. sanki ucuz olsun diye habire mcdonalds'a burgerking'e kapaklanıp duranlar biz değilmişiz gibi..

d.c. zoo


işte dc gezimin en müthiş hadisesi olabilecekken en büyük düş kırıklığım olan hayvanat bahçesi. bari gitmeyelim adam gibi gezmeyeceksek? işte o koşuşturmadan bir kaç kare..


26 Mayıs 2012

dc sokakları


şimdiye kadar bir şekilde gittiğim yurtdışı kentlerinde turistik yerlerini en çok gördüğüm yer washington dc oldu galiba. hem rehber eşliğinde anıtları vs. gördük hem de ucundan kıyısından müzeler turu yaptık. ama benim için asıl olan o kentin sokaklarıydı her zaman. o nedenle 1. new york 2. toronto ve 3. prag kentlerini unutmayacağım. burada da çıkıp turlama şansım yok değildi aslında. ama nedense canım istemedi. üşendim.  eş dostla sohbet etmek, onlarla daha sıkı tanış olmak daha güzel geldi gözüme. ısrarla reddettim. pişman da değilim aslında çünkü şu anıtlar vs. hariç dc dediğin yer diğer abd kentlerinden çok da fazlası değil sanırım. işte burada bir yerden diğerine giderken çektiğim fotolar. tamam yine dolaşmak güzel olurdu olmasına da çok da özel olmazdı.. sustum. isteyenler için devamı aşağıda. hepsi 16x9 ve dijital manüplasyon.


25 Mayıs 2012

müzeleri koşturmak



müzeleri gezmeye değil de görüp geçmeye devam ediyoruz. iyi ki hepsi aynı bölgede! iyi ki 12 mplik iphonelarımız var. allahıma bin şükür. şimdiki istikametimiz resmi adı smitshonian ulusal amerikan sanat müzesi ve sonrasındayine smithsonian doğa tarihi müzesi. işte o koşuşturmadan...

11 Mayıs 2012

smithsonian national air & space museum



burayı gelmeden önce biliyordum çünkü bu müze kendi çapında bir efsane. washington dc.'ye gelenler beyaz sarayı görmeseler de olurmuş ama burayı görmezlerse katiyen olmazmış! buranın ne kadar güzel olduğunu şöyle anlatayım: burada o sıkışık programımıza rağmen 3 saate kadar durabildik. hadi diğer müzeleri de görelim diyemediler bile. gerçi zamanlarının bir çoğu müze hediyelik dükkanında geçti. ama dükkan gerçekten çok iyiydi. nazarımda müze kadar ilginçti. müze şimdiye dek hayatımda gördüğüm en sağlam müze/sergi diyeyim siz anlayın gerisini.

9 Mayıs 2012

marine corps marathon 2011


dc'de son günümüzde takıldık bir bilenin peşine koştura koştura geziyoruz (!). buna gezmek denirse. adam bir önceki gün sordu nereyi görmek istersiniz diye. seçenekleri duyduk. hepsini! dedi yetkili kişimiz. biz de normalde biri 1-2 gün gezmesi sürecek müzelerin tümünü tavaf etmeye karar verdik. gözümüz deysin, önünde iki foto çekinelim de eşe dosta hava atalım kabilinden. ayrıntıları sonra nasılsa tutamayıp gevelerim burada, ama demem odur ki gezecek bir tayfaya ihtiyacım var benim. şöyle dur dedin mi duracak, ye dedin mi sıçıncaya kadar yiyecek, iç deyince ölünceye içecek bir tayfaya. çoluk çocuk da olsun ama gezelim be!


ulaşımımız pek kolay olmadı çünkü o gün (30 ekim 2011) marine corps marathon varmış. bizim otelin de olduğu arlington'dan başlayıp dc'de biten, katılım ücreti 90$ olan ve geliri amerikan askerleri ve ailelerine aktarılacak olan bir etkinlik işte.. avrasya maratonunu bu sene mutlaka göreceğim deyip hep kaçıran ben hayatımın ilk maratonunu abd askerleri için koşanları izleyerek görecekmişim. baht!

5 Mayıs 2012

dc'de 2-3. günler


başlık bulamadım. sözün özü: dc'de etkinliğin gerçekleştirildiği otelde kaldığımız için daha çok insanlarla vakit geçirdim. her birine sonsuz teşekkürler. sayelerinde bufalo da yedim jumbo karides de hatta istiridyeli italyan usulü makarna da :) alkole düşkün olduğumu düşünmüş olsalar gerek ki pek boş bırakmadılar beni. artık nasıl bir izlenim bıraktıysam :) . velhasıl kelam bi ilk gün gezdik, bir de son gün. bu fotolarda arada çektiklerim.


2 Mayıs 2012

washington turisti ben

o kadar uzun zaman olmuş ki buraya yazmayalı... blogger arayüzü değiştirmiş, bokum gibi olmuş. aradığım şeyi bulamıyorum. yani her değişim karşısında afallayan ve o değişimin kötü olduğunu düşünen kişi gibi ben de alışıncaya kadar google'ın blogger'ını değiştirip duranlara saydırıp duracağım... ama yazmamamın sebebi blogspot'un istediğim gibi bir arayüzü olmaması değildi. çift yıllarda başımıza gelen uğursuzluklardan yine başımız döndü. fırsat bulamadık. 2012 son çift yıl olsun bunca bela için..


washington dc'ye gidip geleli de çok oldu. hatırlamıyorum. sadece gittiğimiz yerler neresiydi onu hatırlıyorum. oysa bir sürü hikaye de duymuştum buralar ile ilgili. hatta yalan yok dinlerken 'bloga yazarım da şık durur' diyordum kendi kendime. yoksa washington'un gidilecek yerleri diye bir aranıp taransa aynı fotoğraflar çıkacak. o zaman da benim buraya yazıp durduklarım "işte ben buradaydım"ı ispattan öte gitmeyecek. ama ben buradaydım, bu doğru. bir farkla turist olarak...

26 Şubat 2012

welcome to arlington

bilmem kaç saat uçakta zaman geçirdiniz. havaalanında sınır muhafızlarının onca ilgisine mazhar oldunuz, hem de gereksiz yere. iri kıyım bir şoför sizi bir limuzinle alıp otelinize götürdü. deli gibi açtınız, bir şeyler yiyip yattınız. gece uzun uzun başucunuzdaki telefon çalıyor. inanmadınız ilk başta. sonra baktınız durum ciddi. ahizeyi kaldırıp ... ne dersiniz sahi? ben bulamadım. sustum kaldım. ecnebi bir memlekette biri sizi yatağınızın başında hep duran ama hiç kullanmadığınız bir telefon marifetiyle rahatsız ederse, ve uyku gözünüzden ve dahi götünüzden akıyorken, telefonu nasıl açarsınız? karşı taraf ses verinceye kadar bekledim. adımı söyledi inanmadım. aksanı harika! bir daha söyledi. len, dedim. bu bizimkilerden biri. dedi ki anonsu duyuyor musun. hayır. aç kapıyı dinle, dedi. koridorda boğuk bir ses. asansörden. bu bir tatbikat değildir. asansörü kullanmadan katları boşaltın. oldu!


en başta umursamadım ne yalan söyleyeyim. ciddi bir şey olsa daha ciddi bir şekilde uyarırlardı herhalde dedim kendi kendime. lobiyi aradım. ses seda yok. eleman ingilizce bilmiyor ya, ciddi bir şey yok uyu sen, dedim vurdum kafayı yastığa. yarım saat sonra eleman yine aradı. lobiden. nasıl becerdiyse. itfaiye geldi. herkes aşağıda in istersen, dedi. durum ciddi. makineyi aldım çıktım. arlington'da ilk gecem. yangın var!

ekim '11


ankara'da bir can sıkıntısı anında yaptığımız saçma gezi.. incek'te kahvaltı, ardından gölbaşı. ankara'nın güzelliği işte. ne yana gitsen orada atraksiyon. eğlence. gırla. kimi de geri dönüyor bu kente! allah allah ?

11 Şubat 2012

neşe geldi (milat)


bloga uzun süre yeni birşeyler yazmamamın çok aptalca bir sebebi var. kendime gök görmediğin bir kızı olmuş, tutmuş.... dedirtmemek. blogda güya kronolojik sırayı takip ediyorum ya, sıra o müthiş hadisede: kızım doğdu! baba oldum! (30 ağustos 2011) elimde binlerce fotoğraf. hele ki şimdi kız artık 6 aydan gün almaya başlamışken. kendimi tutmazsam burayı aile albümüne çevirmem olası. ama hiç istemiyorum. o nedenle bir türlü giremedim olaya. bu blogda kızımın bolca fotoğrafı olacak, ama mümkün mertebe az tutmaya çalışcağım. artık ne kadar başarabilirsem. işte kızım:

7 Ocak 2012

eymir & tolgacan


eymir'e özel davet üzerine gittik. şimdi bizim tolgacan'ın çalıp ettiği bir grubu var. arada toplaşıp eymir'de yiyip içip çalıp söylüyorlarmış. tolgacan'ın doğum gününde de çalacaklarmış. bizi de çağırdılar sağ olsunlar...


6 Ocak 2012

75-300mm

bilirsiniz, hep bir zoom lensim olsun da kendime yetecek kadar kuş fotoğrafı çekeyim diyordum. tamron 75-300mm f:4/5.6 macro'yu fiyatı düşmüş görünce bir arkadaşın da gazına gelip aldım hemen. sonuç tam bir hayal kırıklığı. 'kendime yetecek' kelimesini her kullanışım çok bilinçliydi. adam gibi kuş fotosu için en az L serisinin 70-200'üne geçmek gerektiğini biliyorum. tabi ki doğal hedef aynı serinin100-400mm'ü. en başta azçok diyordum ama. çok ama çok başarısız bir lens olduğuna kanaat getirdim. haa ışık güzel olunca tripod kullanamdan dahi macro'da iyi sonuç verdiğini de gördüm. ama amaç kuş fotoğrafına giriş olunca hezimet. ya bu sevdadan vaz geçeceğim temelli, veya arabayı satıp o lensi alacağım...


ama lensin bana şöyle bir artısı oldu. atıl hale geçmiş bir bünyeyi bahaneyle araziye vurdu da az çok kendime geldim. gelmişim demek doğru sanırım. şimdilerde götümü  yerden 1 santim dahi kaldırmak istemiyorum. işte o nedenle eski fotoğrafları deşip duruyorum. bahaneyle eldekileri tüketiyoruz. yıl sonu bilançosu...


5 Ocak 2012

aslında...

en başta herkese iyi seneler. 2010 kötüydü bizim için. 2011 büyük bir sürpriz ile geldi. bakalım 2012 nolacak. belki mayaların kıyameti kopar, veya suriye'yle olmadı iran'la savaşa gireriz.. kıyamet kopsa daha adil olur sanki. bilemedim bak şimdi....


aslında arada bir değil de baya gidiyormuşuz istanbul'a. yıllık hesabı kapatmak için arşivi şöyle bir kurcalayınca farkına vardım :) iş bahanesiyle, düğün bahanesiyle, yok askerlik yok bilmemne, her fırsatta oradayız sanki. azcık da utandım. iyi ağırlatmışız her seferinde kendimizi :)