24 Ağustos 2012

şirince


bu sene tatil rotamız yine bodrum'du. en son gidişimde arkadaşlar olmasa bodrum'a bi daha da gitmem demiştim. bozmadım sözümü. arkadaşlara gidiyoruz. bu kez kendi arabamızla. madem öyle geze geze gidelim dedik. ilk durağımız şirince! 



aslında ilk durağımız salihli'ydi. öss gazisi tuba hanım'ı yanımıza katmak için. haaa unutmadan, bu kez neşe de bizimle :)


şirince'nin methini duymuştum ama çok fotoğrafını görmemişim demek ki. tahminimden büyüktü. eskiden beldeymiş zaten. sonra küçülmüş köy olmuş. ilkay köye girer girmez "burası kesin rum köyüdür. evlere baksana. hangi türk köyü kenti bu kadar güzel ve bu kadar temiz olabilir ki" dedi. hemen yan yan ve pis pis bakmaya başladım. heee, türkler medeniyetten nasibini almamıştır, göçebedir, kent kurmazlar (ama çok güzel  yağmalarlar, tarumar ederler), kuramazlar; türkiye'de ne kadar güzel yerleşim varsa rumlardan, ermenilerden olmadı süryanilerden kalmadır. hatta abartıp bunun etnosentrizmin allah'ı olduğunu, bir sonraki aşamanın 'ulusların özü'nün saptanması için antromorfik çalışmalar olacağını falan söyledim. düz gittim yani. sonra öğrendim ki ilkay yine haklıymış...


köyün eski ismi çirkince'ymiş. rivayet odur ki selçuk civarında oturan rum aileler türklerin bölgeye girişiyle toplamışlar tası tarağı, dağları aşıp buraya gelmişler. köylerini kurmuşlar. türkler gelmesin diye de çirkince koymuşlar adını. 1930larda izmir valisi köyü görünce adını şirince yapmış.

diğer rivayet de şuymuş: köyü ilk kim kurmuş bilinmez ama ilk ismi kırkınca imiş. rumlar kirkinca demişler. onlar öyle derken bizim türkler de almış kirkinca'yi şirince yapmış. (ilk versiyon daha doğrudur muhtemelen!)


ama bilinen şey şu: burası bir rum köyü (eskiden kasaba). cumhuriyetimizin en güzel uygulamalarından biri olan mübadele ile köyün rumları yerlerinden yurtlarından ediliyor ve buraya da makedonya'dan ve girit'ten türkler getiriliyor. ancak her zamanki hikaye burada da oluyor (bkz. kayaköy - fethiye). gelenler bir türlü uyum sağlayamıyorlar geldikleri yere. bir çoğu selçuk'a göçüyor. köyün nüfusu 3500-4000 lerden 700'lere düşüyor.

benden selam söyle anadoluya'nın yazarı dido sotiriyu şirinceli imiş. o kitabı okuyup çok sevmiştim. kitapta anlatılan köy burasıymış. hatırlamıyorum ama. şirince'yi bir kaç yerden biliyorum: sevan nişanyan'ın davaları; nesin matematik köyü ve şirince'nin özellikle meyve şarapları. bu kez şirince'ye gidiş nedenimiz sabah kahvaltısı yapmaktı. gözleme yemek desem daha doğru olacak. bu topraklar benim kadar gözleme seven birini görmüş müdür ki?



köyde kahvaltı yapılabilecek, gözleme yenilebilecek yerler var. biraz yukarılara çıkmakta fayda var. manzara için. ben gittiğimiz yeri hatırlamıyorum. ama çok güzel gözleme yediğimizi hatırlıyorum. gerçek gözleme! öyle yufkadan falan değil. sac üzerinde yavaş yavaş. yukarıda gördüğünüz kıymalı, ıspanaklı ve patlıcanlı gözlemeler. en sağdaki ise ballı gözleme. merakla yedim. çok özel değildi.


yola çıkacağız diye güya acele ediyoruz gezmekte. dedim ya güya...


aslında diğer yerlerde olmayan ilginç el emeği göz nuru şeyler vardı şirince'de. ama çok gezemedik. çünkü yollar bu taşlarla döşeli ve her yer yokuş. kızın puseti birimizde, kendisi ötekinde, taşıyıp durduk. bakmayın küçük olduğuna. yorucu. tamam böyle olduğu gibi kalması güzel güzel olmasına da en azından bir sokağın bir kıyısında rampa olsa, engelliler ve bebekliler de rahat rahat dolaşsa iyi olmaz mı?


St. John's kilisesinin olduğu tepeye çıkmak bir ölüm. not: benim gibi yapıp converse'le gitmeyin. tam macera oluyor. ortalık azıcık serinlesin diye sokaklar ıslatılıyor. kucakta çocuk, kayıp kayıp duruyorsunuz. cidden tehlikeli...


şirince'de dolanıp da şarap tatmamak olmaz dedik. az kalsın şirince'ye sadece şarap içmeye gelmişiz gibi davranacaktık. ucuz kurtulduk. o kadar günaha davet arasından kiliseye yakın bir şarapçıya girdik. çeşit çeşit meyve şarapları içtik. en beğendiğimiz yaban mersini ile böğürtlen oldu. iki şişe alıp bodrum'a götürdük. 


ayrılmadan önce şirince'nin sadece meyve şarapları olmadığını fark edebildim. köyün etrafı üzüm bağlarıyla çevriliydi. üzüm yerine meyve şarabı almadığımıza o kadar da üzülmedim neyse ki. 

sonuç: şirince o rota üstünde mutlaka uğranması gereken bir yer. internette dolaşırken 'eskiden oralar güzeldi, şimdi boku çıktı, gidilmez' teranelerine kanmayın, gidin. o lafları ben de mutlaka etmişimdir bir yerler için. sadece akılda şu tutulsa yeridir: yarın 'o yerin' daha da boktan olacağına garanti veririm. fırsat bu fırsat, 'eskisi kadar olmasa da' şirince harbiden şirin bir yer.    


aslında matematik köyünü de görmek isterdik nişanyan pansiyonlarını da. gidemedik. sanırım köyün öte yanında kaldı. artık kızı bu matematik köyüne gönderirken biz de görürüz oraları diye avuttuk kendimizi. işte tam anne baba olduk artık. kendi olamadığımızı, kendi göremediğimizi, yapıp edemediğimizi yüklemeye başladık yavrucağa. hadi hayırlısı....

14 temmuz 2012

Hiç yorum yok: