12 Mart 2019

Palacio Nacional aka Ulusal Saray

Portekiz'e gittiğimde henüz İspanya'yı görmemiştim ama İspanya'ya ilişkin bir çok kitap okumuştum. CNT-FAI'den ilham alalım diye bolca İspanya iç savaşı metni okumuştuk öğrencilik yıllarımızda. Sonra Latin Amerika çalışmalarında yüksek lisans yapacağız diye keşifler dönemi İspanya'sını okuduk. En sonunda da bir Endülüs gezisi planladık diye İslam tarihinden aldık reconquesta'ya kadar okuduk. Portekiz hep kıyıda kenarda kaldı. Oysa Endülüs'ün Arapları, Mağribileri için İspanya-Portekiz ayrımı yoktu, ya da Amerika yerlileri için. Biri fethetti ikisini de, diğeri zulmüne uğradı ikisinin de. Hep ikilemeler, daha doğrusu eşleştirmeler halinde düşünmüşüm bu iki ülkeyi. İspanya'nın Franco'su varsa Portekiz'in Salazar'ı var mesela. 15-16 yy'daki şaaşalı dönemlerinden sonra uzun süre ikisi de Avrupa'nın garibanları, Afrikalıları hatta. İkisi de AB'ye aynı anda girmiş... 


Okumamakla malul halde Portekiz'e neredeyse buralar hakkında neredeyse hiçbir şey bilmeden gelmiştik. Portekiz benim için biraz Vasco de Gama ve buna mukabil Doğu Afrika ve Hint Okyanusu Osmanlı-Portekiz savaşları, biraz 1974 devrimi ve en son 2000 yılı Avrupa Şampiyonası'nda Türkiye'nin çeyrek finalde oynadığı maçtır.  

Sintra'da adı Ulusal Saray olan bir yer olduğunu öğrenince görürüz de bilgileniriz diye uğrayalım dedik. Hem de hosteldeki görevlinin olanca ısrarıyla Sintra'daki diğer köşkleri mutlaka görmemiz gerektiğini söylemesine rağmen. Entelektüelizm belası baskın gelmiş demek... (ara not: Instagram vardı da biz o kadar kullanmayı bilmiyorduk daha. Kadın haklıymış, atlamamak gerekirmiş; biz haklıymışız, burası mühimmiş)

16 Kasım 2018

görülemeyen pena sarayı

pandotrip.com

İşte bulutların olması gereken seviye buydu -ya da hiç bulut olmamalıydı da aşağıyı görebilmeliydik. Bizim gördüğümüzse şuydu: 


Tabi buna görmek denebilirse. Lizbon'a gitme ihtimali doğduğunda hemen takip ettiğim gezi bloglarına baktım. Sintra'ya mutlaka gidilmeli, orada Pena Sarayı mutlaka görülmeli yazıyordu çoğunda. Derinlemesine bir Google taramasıyla ikna oldum. Görsellere bakıp da ne var ki bunda denilecek gibi değildi doğrusu. Mesela:


Fotoğraf hilelerinden az çok haberdarım. Bunun aynısını göreceğim diye hiç umutlanmadım ama mimarisine, renklerine tav oldum. Daha Lizbon'u görmeden buraya gelişimizin asıl sebebi işte bu saraydı. 

8 Mayıs 2018

en ucu - cabo da roca


Söz vermişsem tutarım. 2003 yılında Rhode Island'da çektiğim videoları birlikte izlerken, o bana kıskançlıkla bakarken, ona söz vermiştim, bir daha okyanus görecek olursam yanımda sen de olacaksın diye. Portekiz'e gideceğim belli olunca İlkay'a dedim hadi birlikte gidiyoruz. Lizbon okyanus kıyısında değil ama Portekiz öyle. Kokusunu izler yine buluruz okyanusu. Hem orası hep görmek istediği albatrosların en olası yer değil mi Avrupa'da? Çok uğraşmadım ikna etmeye. Haspam zaten çoktan hazırmış ben çalışırken gezmeye. Bana ne gam! İlkay olsun da yanımda... 


Lizbon'a indik, hiç sektirmeden tren istasyonuna. Oradan da Sintra'ya. Bavulları otele bıraktıktan sonra hemen Cabo da Roca'ya gitmek üzere bir otobüse bindik. Dağlardan, ormanlardan ve pek özendiğimiz köylerin arasından geçip istediğimiz yere ulaştık. Akşam üzeri, soğuk ve rüzgarlı. Bizim için çok da dert! Ben İlkay'ı Avrupa'da okyanusu en uçsuz bucaksız görebileceği yere getirmişim ya, o okyanusların ardını merak edip yelken açan gözü kara denizcilerden daha büyük iş başarmış saydım kendimi. 

19 Nisan 2018

amsterdam II



Bana bir gün yüzünü dönmeyen şu şehre gidişimin üzerinden 3 sene geçti. Artık son diyeceklerimi diyeyim de başka yerlerden aksın şu blog. Oraya gitmeyi planlayanlarla konuşurken, burada yazdığımın aksine, şehri öve öve bitiremem. Onlar da orada titresin, sinirlensin isterim. Hainliğimden değil, güzel bir gaye güttüğümden: bir topluluğu ortak amaç için birleştiremezseniz ortak düşman üzerinden birleştirebilirsiniz. Heyhat! Giden hiç kimse benim gibi dönmedi. Ulan Amsterdam, bana mıydı garezin!


7 Ocak 2018

ama amsterdam

Nerede olsa uyurum, ne olsa yerim, her şeye para vermek değil ki beni mutlu eden... Gezgin kafasının böyle işlediği varsayılır. Bitli öğrenci olacaksın, hiç de işlevsel olmayan bir dağcı çantan olacak sırtında, 15 kişilik hostellerde envai çeşit insanla uyuyacaksın... Ah ne macera! 


Ama yerim ben o macerayı. Bir proje toplantısı için Amsterdam'a gitmemiz gerekiyor. Oteller ateş pahası, hosteller bile pahalı, yakın yerdeki şehirlere bile baktım, Haarlem, Utrecht bile kurtarmıyor. Cebimizdeki harcırah belli, bulabildiğim en ucuz hostelin ücretini ödesek ne yiyeceğiz, ne içeceğiz? En sonunda İlkay akıl etti de botlara baktık. Amsterdam'ın göbeğinde limanda kalacaktık. Biletleri aldık ve Amsterdam 'macera'sı başladı...

26 Aralık 2017

louvre'da musalandım


Baba tarafından dedemin adı Musa'ydı. Gariptir bizim sülalemizde Musa ismi yaygındır. Daha Homeros okumadan Yalçın Küçük okuduğum için pek bir huylanmıştım acaba biz de mi kriptoyuz diye. Yahudilerin 13. kayıp kabilesi Hazar Türkleri değil de bizim Yörükler olabilir miydi ki? Baktım İbrahim var, Süleyman var, İsmail var, Davud var! E daha ne olsun! İşte komplo teorilerinin sefilliğine kanmanın doğal sonucu: tüm Yahudi peygamberlerinin İslam'da da sahiplenildiğini bir an unutmak. Sonra baktım Mehmet'ler, Mahmut'lar, Ahmet'ler, Mustafa'lar, Abdullah'lar, Emine'ler, Ayşe'ler, Hatice'ler de var. Tamam dedim yine buradayız. Gerçi arada İsa da duyunca hafiften yine içime şüphe düşmedi de değil. Bu kadar dini isim ancak dine yeni girmişlerde olur diye bir iddia vardır ki şimdi buna hiç giresim yok. 


Homeros okurken de başka bir şey düştü aklıma. Zeus dünyayı yaratıyor, tanrılar dünyaya hayran kalıyorlar ve diyorlar ki bunca güzelliği övecek birileri lazım. Bunun üzerine Zeus insanlara ilham versin ve yarattıklarımı övsün diye ilham perileri Musa'ları yaratıyor. Buyrun efendim! Dedemin ismi entelektüel gelişimim üzerine çıkıyor da çıkıyor. "Yoksa kripto-grek miyiz?" diye düşünmedim ama bu kez. Elimde o kadar da delil yok. Sonra dedemden miras soyadım geldi aklıma: evet bu Musa'lardan birinin adı! Erato! Bu kadarı da olmaz...



Önceki başlık "Paris'te bir Gözsüzlü" olunca oradan devam etmek farz oldu. Müze kelimesinin "musa"dan geldiğini okuyunca dedem geldi aklıma. Müzeler insanlara ilham versin diye inşa edilirmiş, dedem acaba kime ilham vermişti? Babam hep dedemin imkanlarına ve zamanına göre hep çok şık olduğunu söylerdi. Ben tanımadım dedemi. Benim bu paspal ve umursamaz halimi görse vazifesi hakkında ne düşünürdü ki? Neyse, Paris'ten gitmeden biraz ilham alayım diye Louvre'a gitmeye karar verdim. Sadece ilham almaya. Keyif almaya yeterince zaman yok. Koş yine, koşşş...

8 Eylül 2017

paride bir gözsüzlü



Buralara kadar gelmişken Eyfel kulesini görmeden gitmek olmazdı. Galiba annem de aynı fikirdeydi. Her aradığımda benden eyfel kulesi önünden fotoğraf istedi. İstediği gibi janti bi fotoğraf çekinemedim bi türlü. Hava puslu, elimdeki fotoğraf aleti yetersiz, zaman hep (ama hep) çok kısıtlı, ben hasta, üstümde gocuk, kafamda köylü işi şapka... Nasıl çekineyim öyle fotoğraf? 



İşte en iyi denemem de bu oldu; bunu da anneme beğendiremedim. Zor kadındır. Üst seviye zevkleri vardır. Her şeyi kolay kolay beğenmez. Beni de çoğu zaman beğenmez. 40 yaşıma geldim hala onun istediği gibi bi tip olamadım. Buna sebep de onun bana verdiği cesarettir. Her halimle yanımda oldu. Ben vefasız oğluysa bi türlü onun istediği gibi bi fotoğraf çekinemedim. Nasip. Kader.

Ziyaret etmek için bir hospise gidecektik. Kahvaltıyı erken halledersem bana 1,5-2 saat zaman kalabilir demekti bu. Gideceğim taraf da eyfel kulesi tarafında olunca ne bacaklarımı dinledim ne de zırlaması bitmeyen burnumu. Düştüm yola...

11 Ağustos 2017

provokatif, naif ve zarif (3 kilise)

Kıskanılacak  bir özgüvenle "yeterince İsa gördük" diyenlerin bu çok müthiş tespitine zayıftan da olsa artık gülmeyeceğim. Kimseye zorla kilise gezelim diyen yok. Bunu sarf edenlerin rahatsız olduğu asıl şey galiba senin kendince bir ilgiyle sağa sola bakıp bundan zevk alıyor görünmen. İyi de sen ben değilsin; benim ilgimi çeken senin ilgini çekmek zorunda değil; beni görünce heyecanlandıran şey sende aynı etkiyi yaratmıyorsa işte bu senle farkımız --lakin neden eziklik hissiyatı yaşıyorsun? Neden bunu yanındakine "sen de bi doyamadın İsa'ya - kiliseye" haline getiriyorsun ki? Herkes senin kadar x olmak zorunda mı?

pinterest
Paris deyince başkasının aklına ne gelir bilmem ama ben bu şehri görmeden önce dahi aklım hep laiklik meselesindeydi. Fransız Devriminin o dillere destan yıkıcılığı, ikon kırıcılığı hatta anti-din zorbalığı. Dedikleri gibi hepimiz gittiğimiz yere yaşanmışlıklarımızı götürüyorsak, demek ki benim de Paris'i gezerken hassas yerim de burasıymış. Artık nedense?!

İşte bu başlıkta 3 kilise var. İkisi bildiğimiz kilise: İsalı olanlardan, biri de pek bilmediğimiz kilise: laik olanlardan. Buyurunuz içeri...

14 Nisan 2017

anarşist paris



Sacre-Couer Bazilikasına akşam güneş batarken gitmek gerekirmiş de Eyfel Kulesi yerine buraya çıkmak gerekirmiş, Paris manzarasının keyfi burada çıkarılırmış... Kaç kez akşam buraya gelmeye çalıştım ama bir türlü beceremedim, programım uymadı. Fırsatını bulduğumda da hava yine kapalıydı, güneşin batışını izlemek de ne, güzel renkli bir fotoğraf çekmek bile marifet bu griliğin ortasında. Bari yürüyelim...  

4 Nisan 2017

eyyy fransaaa


sevgili paris. sana ölüm üzerine düşünmek için değil de yaşam üzerine düşünmek için gelseydim keşke. iş için değil de gezmek için gelebilseydim keşke. kışın ortasında değil de gün ışığının olduğu güzel havalarda gelmiş olsaydım keşke. hasta olmasaydım, daha çok zamanım olsaydı ve de bir şeyler okusaydım gelmeden keşke. ben bunu saymadım, haberin ola!