haydi bismillah! sabahın köründe kalktık. harika bir hava ve biz vatikan yollarına düştük. garip bir hismiş. nefret ettiğim bir yere doğru gidiyorum. ama o nefretin sebebinin müessibi olduğu sanat eserlerini görecek olmaktan da heyecanlıyım.
kafam karmakarışık. bir tarafım vatikan'a, papalığa öfkeyle doluyken diğer tarafım hristiyanlıkla ve hristiyanlarla barışık olma niyetinde. oysa inananları olmasa vatikan'ı kim neylesin? benimkisi işçi sınıfından yana olmak ile onun üretip durduğu kapitalizmden nefret etmek arasında kalmak gibi. nasıl ki elin italyan'ı işin reddi ve/veya işçinin sınıf olarak reddi ile bu meseleyi kapitalizm aleyhine çözmüşse, benim de hristiyanı, hristiyanlığı vatikan ve papalık aleyhine reddetmem gerekiyor. nasıl bunu yaparken işçiyi düşman edinmem gerekmiyorsa, hristiyanı da düşman bellemem gerekmiyor. ernst bloch okuyorum: hristiyanlıktaki ateizm. hristiyanlığın özüne inip o öğretileri özelde şimdiki katolisizme genelde hristiyanlık doktrinlerine karşı kullanıyor(muş) bloch bu kitapta. bizim ihsan eliaçık'ın kur'an okuyuşu gibi.. hepsini kenara bıraktım mümkün mertebe. ben müze gezmeye gidiyorum....
[ciddi tavsiye: köşeli parantez içine bu renkle ve italik yazdığım yerlerin geziyle doğrudan bir ilgisi yok. ara notlar. buraya yolunuz gezi notu okumak için düştüyse zahmet etmeyin, okumadan geçin bence]
sabah zamanında çıkmıştık, sanki her gün çörekle espressoyla kahvaltı yapıyormuşcasına mutluyduk ama yanlış yola sapmıştık. neyse ki hala zamanımız vardı san pietro meydanına vardığımızda. sabahın bu saatinde bile az da olsa sıra bekledik. içeri girdik. sağda solda levhalara bakıyorum, hiç bir yerde museo yazmıyor. m.demirci doğru yolda olduğumuz konusunda kendinden çok emin. karşımızda san pietro bazilikasının kutsal kapısı. orada da bir danışma masası. ve sürpriz.. müze girişinin burayla uzaktan yakından alakası yok. çıkıp vatikan surlarını dolanmamız gerekiyormuş!!
aslında eşeklik bende. elimdeki roma rehberinde müzenin girişi net şekilde işaretlenmiş. neden bakmamışım ki hiç? kaldığımız yerden çok kısa bir hatla ulaşabilirmişiz oysa. sıra beklemeyelim diye internetten almıştık giriş biletini (kesinlikle öyle yapın, o sıra çoook uzun!). saat 9'da giriş vardı. ben inatla yetişemeyeceğiz diye ahlanıp vahlanıyorum, m.demirci de 'bunlar italyan rahat ol' modunda. haklı çıktı. kapıdaki adam biletin saatine bile bakmadı.
italyanlar (artık vatikanlılar demem mi gerekiyor acaba?) gerçekten rahat insanlar. her nedense cebimde küçük ve sivri bir makas vardı. koskoca müzenin girişinde esenboğa havaalanındaki kadar güvenlik elemanı, x-ray vs. var. tam girerken kendim fark ettim. adama gösterdim. adam da "çaktırma, fotoğraf makinesinin çantasına koy geç" dedi. halbuki gayet de protestanlaşabilirdim, bunun çok farkında değiller sanırım. gerçi kıyamazdım be..
gitmeden önce okuduklarımızdan buranın çok ama çok büyük olduğunu biliyoruz. çeşitli salonlar ve koridorlar farklı sergilere ayrılmış. müze gezisinde mecburi bir istikamet takip ediliyor: antik yunan ve roma'dan başlayıp ortaçağa, rönesansa derken modern sanata kadar ilerliyor. acelesi olup da hemen sistina şapelini görüp gitmek isteyenler için arada kısa yollar da verilmiş.
üstte görünen sekizgen bahçe.biz bu bahçede bir hayli oyalanınca kaygılanmadım değil. her heykele bakmak gibi bir arzumuz varmış. diyorum ki acele edelim, ekip inatçı. illa ki incik cincik görecekler her şeyi :)
virtuel tur için: panaromic earth
buradan ayrılmak neden güçtü sorusuna bir kaç cevap:
ancientrome.ru |
ancientrome.ru |
medusa'nın başını alan perseus. a.canova adlı heykeltraş abimiz yapmış. bunun aynısından new york'ta da varmış. bunun esinlendiği bilinen heykel ise floransa'da. onun da sırası gelecek..
laocoön ve oğulları. laocoön truvalı bir rahip. [ya poseidon tapınağının ya da neptün tapınağının rahibi. bir ihtimal evlenip çoluk çocuğa karıştığı için, diğer ihtimal apollon'un karısı ile kutsal tapınakta onun heykeli karşısında seviştiği için gözden düşüyor. çocuklar da o kadından. ama adetullahtandır, cezalandırılması için bahane gerekir. akıllı bir adamdır aslında, truva savaşında truvalı ahaliyi yunanların yolladığı at konusunda uyarır: bu ölümcül bir hile, akalı savaş lordlarının hilesi! bu ilahi savaşa burnunu soktuğunu gören tanrılar meclisinden birileri yunanların geçici kamplarının olduğu yer olan tenedos'tan (bozcaada) truva'ya iki tane deniz yılanı bırakırlar (anlatılara bakılırsa bunlar aslında yılan değil dev mürendir). virgilius'un anlatısına göre laocoön şöyle der: ata güvenmeyin truvalılar / neyse ne, hediye veren yunana bile güvenmeyin... homeros'un illiada'sını yeniden detaylandıran quintus'a göre olay şöyle gelişir: laocoön truvalılara atı ateşe vermeleri için yalvarır. o zaman görürsünüz hile mi değil mi, der. athena zaten truvalılara kızgındır, laocoön'u hiç sevmez. onun ayaklarının altındaki toprağı sallar, onu yere düşürür ve kör eder. olayı izleyen truvalılar da salak salak laocoön'un truvalıları aşağıladığı ve yunanlardan şüphe ettiği için cezalandırıldığını düşünürler ve atı şehir surlarının içine alırlar. rahip inat eder, atı yakmayı dener. athena'nın yanıtı çok sert olur. iki deniz yılanı yollar, onu ve iki oğlunu öldürürler... bu öykü de bu heykel de defalarca kez tekrar edilmiş heykel dünyasında. hatta 1500lerde bu heykel bulunduktan sonra michelangelo tavsiyesiyle vatikan'a taşınmadan evvel roma ahalisinin en saygı duyduğu heykelmiş. hatta kıyamamışlar rötuş yapıp eller, kollar eklemişler heykele. 1950'lerde o ekler düzeltilmiş.
wikipedia |
william blake bu heykelin ve öykünün tekrarlanıp durmasından çok sıkılmış. üstteki eser onun. çeşitli dillerde şundan bahsediyormuş: bu heykel 'yehova & iki oğlu & şeytan' adlı kayıp bir israil heykelinin vasat bir kopyasıdır, ki o heykel de üç rodoslunun yaptığı 'süleyman tapınağının melekleri' heykelinin kopyasıdır. aslında "yeter artık! antik yunan ve roma sanatını taklit etmek yaratıcı hayal gücünü yok ediyor. klasik heykel judeo-hristiyan ruhani sanatı ile karşıt olarak banal bir naturalizmi temsil ediyor" diyormuş. blake'e boşuna mı devrimci romantik denir, alın işte!]
nehir tanrısı tigris. yanlış isimlendirme. dicle kız ismidir, erkek ismi değil! elin italyanı nereden bilsin...
sala rotanda. sekizgen bahçeden çok güç çıktık, sonra bu minyatür panteondayız. mimari olarak da öyle denirmiş, içindeki tanrı heykellerinden dolayı da. şimdi de birbiri ardına hristiyanlık öncesi dönemin salonlarına girip çıkıyoruz. hayır, aslında giriyoruz da, zor çıkıyoruz..
bakın işte ispatı! böyle keyifle laflamak varken nasıl hızlıca çıkabilirsin ki buradan? muhabbet koyu. arkalarında pompei tiyatrosu hercules'i. isimlendirmeler dikkati çekti. e tabi sayısız herkül heykeli olunca ve neredeyse hiçbirinin yapanı bilinmeyince heykeller ancak bulundukları yere göre isim alıyorlar.
wikimedia commons |
yok, hoşumuza giden her heykelden burada bahsetmek niyetinde değilim. bunlar benim dikkatimi çekenler. mesela buradan itibaren çoğu heykelin penislerinin incir yaprağıyla kapatıldığını gördük. [bunu manyak bir papanın yaptırdığından haberdarız. aslında onun pek suçu yok (papa olma insanlık suçu dışında). hristiyanlığın bir döneminde -ki rönesans denir- çıplak insan bedeni saf yaratılışın övülmesi anlamına geliyordu. papalığın dayanağı eski ahit genesis'ten 1. bab'dan
26. tanrı "insanı kendi suretimizde, kendimize benzer yaratalım" dedi, "denizdeki balıklara, sürüngenlere, yeryüzünün tümüne egemen olsun" ve
27. tanrı insanı kendi suretinde yarattı. böylece insan tanrı suretinde yaratılmış oldu. insanları erkek ve dişi olarak yarattı ayetlerinden
gelmiş. kiliselerdeki ve bilimum kutsal hristiyanlık mekanındaki çıplaklık bu yolla meşrulaştırılmış. rönesans sanatçıları inançlı hristiyanlardı, ancak ilhamlarını antik roma ve yunan medeniyetinden alıyorlardı. onların bedene biçtikleri önemle kendilerinin biçtikleri elbette farklıydı, zaten bu sanatsal bir ilhamdı. ama bilmeyen göz için çıplaklık çıplaklıktır işte. çirkinlik bakılanda değil bakan gözdedir. protestan reformu gerçekleştiğinde bir sürü bahanenin yanı sıra papalığın bu çıplaklığa izin vermesi de 'ahlaksızlık' ve 'yoldan çıkmışlık' olarak topa tutulunca zamanının papası da bu heykellerdeki penislerin sökülmesi ve yerlerinin incir yaprağıyla kapatılması emrini verir. papalığın bu heykellerin penislerinin saklandığı bir penis sandığı olduğu söylenir.
peki neden incir yaprağı? çünkü adem ve havva cennette yasak elmayı yedikten sonra yedikleri haltın farkın farkına varırlar, gözlerinin bağı çözülür ve çıplaklıklarının farkına varıp utanırlar. pipilerini ve kukularını incir yaprağıyla kapatırlar. ve daha materyalist bir iddia: çünkü incir yaprağının alt tarafında küçük tüyler vardır ve bu hoşluk verir (denemeyin!). ve daha tarihsel bir iddia: çünkü incir yaprağı eskiden beri genital bölge mantarında kullanılan nebati bir malzemedir..
ha bir de yeni ahitten benzer ayetler var ama bağlamı farklı. kadınların başlarını kesinlikle kapatmasını emreden 1. korinthliller 11. bab'dan: 7. erkek başını örtmemelidir çünkü erkek tanrı'nın benzeyişinde olup tanrı'nın yüceliğini yansıtır. kadın ise erkeğin yüceliğini yansıtır; 8. çünkü erkek kadından değil, kadın erkekten yaratıldı denir. işte burada tanrı erkekleştirilir; daha doğrusu erkek tanrı'nn yansımasıysa ve kadın değilse bunun mantıki sonucu tanrı'nın erkek oluşudur. michelangelo'nun ve bilumum fresk sanatçısının tanrıyı çizerken elini rahtaltmıştır herhalde bu iddia.
incil kaynağı: christiananswers.net
demeden geçemeyeceğim. islam'da bu 'insan tanrı'nın suretinde yaratıldı' savı önemli bir meseledir. büyük ihtimalle kabalacılığın ve mürtediliğin islama hediyesidir. buhari ebu muslim'den rivayetle şu hadisi aktarır: "...zira allah adem'i kendi suretinde yaratmıştır". oysa kur'an'da allah'In sıfatlarından biri "muhalefetun lil havadis"tir, yani 'allah yarattığı varlıkların hiçbirine benzemez'. zira kur'an şura 11'de ".... onun benzeri hiçbir şey yoktur..." der. vatikan'ı ve hristiyan tapınaklarını gezerken ister istemez hep bildiklerim ve inandıklarımla gördüklerimi karşılaştırdım. ve ikna oldum: islamın inanç dünyasına tahmin ettiğimden çok daha fazla sızma var! aksi mümkün müydü, yorum yok ama hadisler boşuna mı icat edilmiş...]
müze içinde ağzı açık ayran delisi gibi gezerken mısırılılara dair gördüğümüz şeyler sadece şu üsttekilerle sınırlı kaldı sanırım. nasıl yaptıysak becerdik ve mısır eserleri salonunu kaçırdık. dönüşte dilek salonu gösterdi ama müzede o kadar uzun zaman geçirip yorulmuştuk ki 'onlar da mısır gezimize kalsın' dedik ve girmedik.
anlatmaya gerek yok ama burası deli işi bir yer. sergilenenler ayrı, sergiledikleri yer ayrı. hangisine bakacaksın? hangisi gözden kaçacak? aldırmaaaa.
wikipedia |
hele sadece hayvan heykellerinin sergilendiği bir bölüm vardı. mısır'ı etrüsk'ü pas geçin orayı pas geçmeyin.. hayvanlar ilginizi çekmese bile heykel sanatının gelişimine tanık olursunuz. mesela bize evrimi yanlış öğretmişler. tarihin ilk döneminde hayvanlar 4 ayaklı değil 5 ayaklıymış! o koskoca mermer bloğu 4 ince ayak üstüne oturtamayınca hep göbekten 5. ayağı eklemişler..
wikipedia |
hele bu kaçmaz. tauroctony. aslında bir terim olarak 'boğanın katli' demek. mithra'nın heykeli. mitracı mithosun en bilinen kültü. o kadar yaygın ki bu sahne fransa'dan parsepolis'e kadar neredeyse her coğrafyada ya bir heykeli, resmi ya da freski hatta mağara duvar resmi varmış. [mithra aslında bir pers tanrısı. oradan yunan'a, daha sonrasında roma'ya geçiyor. pagan roma denir geçilir ama aslında antik roma dini pek bilinmez. pagan roma'nın asıl dini mitracılıkmış. kendi çapında bir sürü anlatı grek ve mısır panteonu ile birleştirilmiş. mitracılık aslında mazdeizmin yani zerdüştlüğün roma versiyonu. ama iran versiyonunda mit şöyle: kötü ruh ahriman ilk baştan beri var olan ve büyükbaş bir hayvan olarak temsil edilen gavaevodata adlı yaratığı katleder. roma mitinde boğayı katleden mithra'dır. mitracılığa dair neredeyse hiç bilgi yok. sadece arkeolojik kalıntılar ile avesta'daki benzeşmeler var. ancak roma hristiyanlığının doğu kilisesi (süryani, nesturi vb.) hristiyanlığından neden bu denli farklılaştığına dair tartışmada mitracılığın etkisinden çokça bahsedilirmiş. iyi de doğu hristiyanları hemen yanı başlarındaki zerdüştlükten etkilenmemişler de roma'dakiler ta irandan apartma bir dinden bu kadar etkilenmişler? cevap: iznik konsülü]
antik roma kişileri heykelleri. bunca gevezelik yapmama sebep okuldayken (iyi ki!) aldığım iki ders: history of civilizations ve history of ancient greece and rome dersleri. ayıptır demesi, en keyif aldığım aa'ları bu derslerden almıştım. ha bir de 'history of anatolia before turks: nomads and dervishes' diye abdli bir hocadan ders vardı.. umarım yolları bu bloga düşmez de yazıp çizdiklerimden sonra kınamazlar beni... özellikle de gül hoca...
iki heykelden daha bahsedeceğim. sonra bu faslı kapatacağım.
stephen barlet (flickr) |
bunu sevdiğim için. nil nehir tanrısı.. başka hiç bir şey bilmiyorum hakkında..
belvedere torso. vatikan müzelerinde en rağbet gören heykel. m.ö. 1 yy'dan kaldığı ve atinalı apollonios'un yaptığı altındaki imzadan biliniyor. bu da muhtemelen daha önceki bir heykelin taklidi. 1400lerde bu heykelin varlığından bahsediliyormuş ama ne zaman vatikan'a getirildiği bilinmiyormuş. rönesans, mannerist ve barok sanatçılar tarafından övülmüş de övülmüş. payesi çok yüce. sanat tarihi derslerinin olmazsa olmazı. özellikle raphael'in ve michelangelo'nun bu eserden çok faydalandıkları söylenilirmiş. papa michelangelo'ya bu heykeli tamir etmesi, uygun kafa, kol, bacak yapmasını söylediğinde heykelin bu haliyle çok güzel olduğunu, değiştirilmemesi gerektiğini söylemiş. hatta demiş ki: "bu doğadan daha güzel nasıl yapacağını bilen bir adamın eseri". sistine şapelindeki peygamberler vs. imajlarının bir çoğu bu heykelin yeniden üretimi olarak görülebilirmiş. özellikle de şu:
mahşer'deki aziz bartalemeo. duruşu, kas hareketleri belvedere torso ile neredeyse aynı! bunu maalesef döndükten sonra öğrendim. gerçi bilsem de orada uzun uzadıya inceleyemezdim. orada soluk alamaya devam edebildiğim için şanslıyım.
cortile della pigna. pigna bahçesi. hemen öndeki de pigna çeşmesinin üzerindeki meşhur bronz kozalak. eskiden panteonun oradaymış, san pietro yapılırken buraya taşınmış. yandaki bronz tavus kuşları da imparator hadrian'ın mezarının başındaymış. burası çok güzel bir bahçe. ilk yapıldığında sistina şapeline kadar uzanıyormuş. araya vatikan kütüphanelerini yapınca bahçe ikiye bölünmüş. eski adını şimdi diğer taraftaki bahçe taşıyor: cortile del belvedere, belvedere bahçesi. her yerde bi 'belvedere' lafı geçiyor. italyancada güzel manzara demekmiş. uzaktaki manzarayı görmek için yapılan yerlere bu ad verilirmiş genelde. buradaki uzaktaki güzel de haliyle san pietro. ne olacaktı ya?
başka yerde etrüsk eseri görmeyiz dedik. bu salona daldık. tabi ki bunları etrüsk yapan ne anlamadık. işte müze gezmenin saçma tarafı. sırf gezmek için gezmek. ama oradaydık... diyebildik. üfff... hele bunlar gibi anlamak için 'göz' gerektiren şeylerde bir şey bilmeden dolaşmak... bana manasız geliyor.
koridorları takip etmeye başladık yine..
önce bir kilim koridoru. devasa kilimler. ben bunlardan büyüklerini sadece istanbul'daki türk-islam eserleri müzesinde görmüştüm. alelacele gezmek zorunda olduğum için de bir bok anlamamıştım. bir daha gidişimde uğrayayım bari..
içeride garip bir ışık vardı. ben bir türlü doğru düzgün kare alamamışım. şimdi googleladım. anlaşılan kimse alamamış..
kilimler bizim bildiğimiz kilimler değil. hepsinin üzerine frescovari sahneler işlenmiş. mesela bu raphael'in bir eserinin kilime işlenmişi. yanlış hatırlamıyorsam çok çok eski değil bu kilimler. papalık siparişle birilerine yaptırmış diye okudum sanki.
haritalar galerisi. italyancası pek güzel: galleria delle carte geografiche. burada en merak ettiğim yerlerden biriydi. haritalar güzeldi güzel olmasına da benim için anlaşılmazdı. 1600'lerde italya yarımadasının her köyünün işaretlendiği koskoca haritalar düşünün. ortada deniz kıyısı yoksa sizin için hepsi aynı. yeşil bir zemin, arada dağlar dereler ve köy isimleri. ilkay'ın dediğine göre bunlar görece çok yeni zamanlarda bir araya getirilmiş ve italya'nın haritası çıkartılmış. hatta iddia o ki italya birleşmeden o haritaları da birleştirmemişler (çok şehir efsanesi gibi). ama sergilenişi çok etkileyiciydi. işte o tavan:
bunun gibi sayısız fresk var. haritada bahsi geçen yerlerin fethi, kurtarılışı gibi olayları anlatıyormuş. bu koridoru papa 8. gregory yaptırmış. bizim şimdi kullandığımız gregoryen takvimin isminin geldiği papa. çok çeşitli alanda çalışan (matematik, kozmoloji, mimari vs.) danti floransa'da bizim de göreceğimiz kartografi salonunu yapmış. dönem keşif dönemi. pusulalar, gönyeler, manyetizma... mercator ve oretlius gibi haritacılığın, doğrusu karteografinin babalarının dönemi. papa'nın emriyle gelmiş buradaki haritaları da hazırlamış danti.
arada başka salonlar, koridorlar, galeriler kesin görmüşüzdür ama hatırlamıyorum artık. zaten bunca şeyi de hatırlamam garip. demek ki varsa o galeriler çok da bir şey bırakmamış bende. yorulmuşuz zaar. en sonunda rafael odalarına geldik. unutulur mu? sistine bir yana bu odalar bir yana..
detay arayan her yerde bulur. bunlar bizim çeşitli nedenlerle üzerine en çok laklak ettiklerimiz:
ilk oda, stanza dell'incendio di borgo. borga'da yangın .. büyük hali burada: wiki .
[bu eserler yakın bir zamanda restorasyon geçirmiş. restorasyonu gerçekleştiren ekip karşılaştığı şeyle şok olmuş. eski zamanlarda bazı papaların yüzlerinin feci şekilde tahrip edildiğini hatta fresklerin üzerine sloganlar yazıldığını, martin luther isminin duvarlara kazındığını fark etmişler. anlatılanları doğrulamış bu bulgu: 1527'de protestan ordusu roma'ya giriyor. ordunun generalinin asıl amacı papayı utandırmak olduğu için vatikan'a da giriyorlar. papanın kişisel koruması olan isviçreli muhafızlar ile çatışmaya başlıyorlar. neredeyse bu gezdiğimiz müzenin (eskiden vatikan sarayıymış, hatta bir kısmı hala öyle) her salonunda çatışıyorlar. isviçreli muhafızlar müthiş bir kahramanlık gösteriyorlar, sayıları dörtte bire düşüyor ama bu sırada papa gizli tünellerden sant'angelo kalesine kaçarak kendini kurtarıyor. rafael odalarıyla baş başa kalan protestan askerler luther'in fresk karşıtı söylemlerinden hareketle eserleri tahrip edip üstlerini protestan sloganlarla dolduruyorlar. protestan tarihçiler -tabi ki- askerlere böyle bir emir verilmediğini kendi başlarına buna kalkıştıklarını iddia ediyorlar. ben de yanımdaki makasla dalsam mı diye düşündüm ama vatikan'a ikinci bir türk travması yaşatmayayım diye vazgeçtim. şaka len, kıyamazdım zaten. ama belki de kıymak gerekir. ispanyol iç savaşında barselona'daki anarşist yoldaşların kiliselerdeki toplayabildikleri her kutsal eseri meydanlara yığıp ateşe verdiklerini düşününce oradakiler için bunların aslında sanattan fazlası anlamına geldiği daha ,y, anlaşılıyor. kilise yakılmış mıydı acaba? belki oradan tartışmak daha doğru olur.]
wikimedia |
wikimedia |
ikinci oda, stanza della segnatura. cennet ve cehennemin biraradalığı ve tanrının temsili yüzünden 'ayin münazarası'nda ve kimin kim olduğuna dair uzun uzun tartışmalarımızla 'atina okulu' fresklerinde çok lak lak ettik. kim kimmiş için bkz: wikipedia . sarıklı adam tahmin ettiğimiz gibi ibn arabi ya da ibn sina değil, kurtubalı ibn rüşd imiş. seneye bolca duyacağız adını..
bu odada bahsetmiş olayım. dante'nin rönesans sanatçıları üzerinde inanılmaz büyük bir etkisi var. dante ilahi komedyasında isa'ya inanmayanları cehenneme koyarken çok ihtiyatlı davranır. kimine hiç kıyamaz çünkü. ustası virgilius pagandır, cehennemliktir ama yine de birlikte gezerler (cennet hariç. orayı biricik aşkı beatrice gezdirir). dante insanlığa ışık tutan antikite filozoflarını cehennemin ilk katına koyar. onlardan neredeyse sadece bağışlanma ve cennete girme ihtimalini esirger. cezaları hristiyan olmamalarından dolayıdır sadece. ibn rüşd, ibn sina gibi müslüman filozoflar da bu kattadır, muhammed ve ali cehennemin en dibine layık görülseler de. rafael de aynı hissiyatı paylaşıyor gibi. atina okulu bunun göstergesi değil mi? aslında tüm rönesans antikitenin hristiyanlaştırılması değil mi? benimki de soru...
üçüncü oda: stanza dell'eliodoro. tabi ki muhteşem leo'nun 'attila ile karşılaşması'. pis barbarlar! ama gelip roma'yı yıkarlar işte. ay pardon zaten o yüzden barbardırlar. haaa bir de barbarlar kızıl bayrak taşırlar her zamanki gibi. pis komünistler!
ve stanza di constantino. son oda. en güzel oda.
her biri farklı güzeldi. ama bu son salon en güzeliydi. rafael'in papalık tarafından en çok takdir edilen resmi şu tavanın en ortasında olan resmidir herhalde. her şeyinizi aldık ve o romalı büstlerinizin yerine çarmıha gerilmiş isa'yı koyduk. dini gerçekleştirdik. çok simgesel. ardı ardına bir sürü soru gelir de hepsi şunla ilintili: onun yerine onu koydunuz da o büstü gerçekten yok mu ettiniz ve o yerine koyduğunuz gerçekten isa mı?
çok sıkışıktı buralar. ama biz çok azimliydik. hepsine uzun uzun baktık resimlerin. tüm bilgilendirme notlarını okutup tercüme ettirdik ilkay'a. zaten en çok iş ona düştü bu gezide. mali yönetim, ulaşım işlerini idare ve bilimum tercüme hizmeti. herkes yanına böyle bir mali-idari işler uzmanı alsın. ama daha çok dondurma alanını tercih edin. bu biraz cimri çıktı!
en nihayetinde sistine şapelindeyiz:
sağdan, soldan, her yerden yumruklar. öyle böyle değil. önce o insan sıkışıklığında böğrünüze, döşünüze, götünüze onlarca temasa alışmanız gerekiyor. herkesin kafa yukarıda. çarpışıp durduğunuz dünya insanları. sonra da michelangelo'nun ve diğerlerinin yumrukları peş peşe. amaninnnn!!! zaten bir yerde dikilmiş bir sürü güvenlik görevlisi şşşt deyip duruyor. gergin bir ortam vesselam.
gereksiz not: biri süre tutmuş, güvenlik görevlileri hep aynı sıklıkla şşştttt silence diyorlarmış. iddiasına göre kollarındaki saat 90 sn'de bir işaret veriyormuş şşşşttt desinler diye..
hakkında bir sürü efsane var bu şapelin. nasıl olmasın? tüm dünyanın bildiği eserler burada. duvarlarda ve tavanda. boş gelmiş olmayayım diye okuduğum bir kitap sanat anlayışımızı sorgulamamız gerektiği söylüyordu. orada göreceğeniz resim ile bizim şimdi resim dediklerimiz aynı şey değil. şimdikiler tablo, tuval üzerine yapılır; oysa o zaman tuval üzerine yapılmış tablo yoktur. ya kilisede karşısında dua edilebilinsin diye üçlü panellere, ya da kilise ve şapellerin iç duvarlarına yapılırdı resimler. dolayısıyla alınıp satılacak, koleksiyonu yapılacak 'sanat eserleri' değillerdi bunlar. meta hiç değillerdi. birilerinin değil kamunun malıydılar. kiliselerde, meydanlarda herkes görebilir, ilham alabilirlerdi. uffizi, gallerie della academia vs. de sergilenen eserler de resimdi ama sipariş üzerine yapılır, ressamına para ve ün kazandırırdı. iyi de o resimse bu ne? sorusu çok yerinde bir soru işte. fresco/fresk deyip geçsek ahşap panellere uymaz. zaten bir sanat da üzerine yapıldığı materyalle tanımlanmaz..
şurada gerçekten ilginç notlar var: telegraph .. ama şunu akılda dursun: michelangelo tavanı boyarken sırtüstü uzanmamış. bu 1960'larda michelangelo'yu anlatan bir hollywood filminden sonra doğan şehir efsanesiymiş. özel bir rampa ve iskele sistemi geliştirmiş. dizlerinin üstünde yapmış tavanı. 89 yaşında ölünceye kadar sırt, bel ve diz ağrıları çekmiş bu yüzden. hatta çektiği o acılar için bir şiir bile yazmış..
mahşer. tavandan 28 yıl sonra yapmış bu altar üstü resmini. ilk yaptığında figürler çıplakmış. sonra sansürlenip giydirilmişler. ve dante etkisi.. buradaki çoğu anlatı -kör kayıkçı gibi- incil'den değil dante'nin ilahi komedyasından alınma. sistine şapelindeki referans incil'le uyumlu değil. michelangelo'da hep aynı şey var. mesela adem ve havva'nın yediği yasak meyve elma değil incir.
derler ki tavan için ilk rafael'e denmiş. michelangelo'nun amansız rakibi. nasılsa michelangelo heykelden başka bir şey yapamaz, iş de bana kalır diye kendisini naza çekmiş. o sırada papanın mezarı için heykeller yapmakta olan michelangelo'ya demişler işi. en başta o da aynısını demiş, sonra bunu rafael'in de dediğini duyunca, tamam yaparım demiş. 32 yaşında üslenmiş bu işi. neredeyse sırf inat uğruna. nerede kaldı din vs. hatta papa michelangelo'ya ödeme yapabilmek için neler çekmiş... dinle ilişkileri garip bu santçıların. işlerine gelince yapıtları için para almayı reddedip aziz mertebesine erişiyorlar, işlerine gelince paralar cukka, bazen de istediklerine dinsel bir rol verebiliyorlar hemen.
oradan çıktık. zor oldu. daha bir sürü galeri var gezilecek. resim galerileri mesela. modern, postmodern döneme dek uzanan resim galerileri. anlamam ki! 2-3 tane dali görür görmez tanıdım. bizim jenerasyondan tanımayanı dışlarlar çünkü. hiç mi birisi çıkıp size dali kartpostalı vermedi kendisinin ne kadar depresyonda olduğunu anlatmak için? sizi gibi asosyal zibidiler sizi... diğerlerine göz ucuyla baktım. n'apayım? ama şuna vuruldum...
fernando botero'nun trip to the ecumenical council adlı tablosuymuş. kırmızılar içindeki şen şakrak papa/kardinal neş'e içinde ekümenik toplantısına giderken. bir din adamı böyle çizilir mi yahu? nerede çatık kaşlar. hahaaaa. çok güzel. bayıldım..
artık koşuyoruz. maalesef o kadar yorulduk ki, hiçbir şey görecek gözümüz yok. oysa hala birbirinden güzel galerilerden, koridorlardan geçiyoruz. porselenler, vitraylar, ahşaplar.. kaç saattir buradayız ki?
ama bunu kaçırmam işte. koridorun bir kenarında pencerenin önünde duruyordu. yeterince harita görsek de bu tanıdık işte! [gündelik hayat sosyolojisi dersinde kartografik tercihlerin ideolojikliği üzerine bir sunum yapmıştım. ana teması şuydu: "elimizde tuttuğunuz haritanın üst tarafının kuzey, alt tarafının güney olmasının, avrupa'nın haritanın hep ortasında olmasının, uzakdoğunun hep doğuda ve sağda batı'nın hep batı yönünde olmasının mantıki hiçbir gerekçesi yoktur, tamamen ideolojiktir.". çeşitli harita örnekleri göstermiştim. hollywood filmlerinin küresel felaket filmlerinde cia, nasa headquarterlarının arkasındaki haritada abd hep ortadadır. böylece japonya solda ve batıda, avrupa sağda ve batıda kalır. uzakdoğu batıya yerleşir sırf abd dünyanın merkezine otursun diye. gelişmiş ülkeler hep haritanın üzerindedir, yani dünyanın üzerinde. oysa uzay boşluğunda bunun hiç anlamı yoktur. sadece dünyada ideolojik bir söyleme hizmet verir.]
işte bu! küre içindeki küre. 1990'larda buraya yerleştirilmiş, bence cyber-punk namzeti, daha ziyade starwars temalı heykel. arnoldo pomodoro heykeli. yeni öğrendim, siz de eksik kalmayın. bu adamın bu temalı bir sürü küresi varmış dünyanın çeşitli yerlerinde. fotoğrafları gördüm. yol düşerse takip edilmeli. nerelerde: vatikan, dublin, new york (iki tane), washington dc, indianapolis, san francisco, des moines (iowa), colombus, berkeley ve tel aviv'de!
ben bu bilgiden nasipsiz kendi çapımda eğlenmiştim o zamanlar:
dönüyor o küre.. dünyayı döndürdüm atlas misali..
artık çıkıyoruz. tabi ki bramante merdivenlerinden..
kendimi hiç hazır hissetmesem de yapacak bir sürü 'iş' var. şimdi yönümüz san pietro bazilikası.
blogu yazarken bu günü böleceğimi hiç planlamamıştım ama ne olduysa oldu bana, yazdıkça yazdım. okunması kolay olsun diye yine böldüm..
17 mart 2014
bu gezinin diğer yazıları için:
roma havası
tematik roma I
tematik roma II
san pietro'nun kubbesine çıktım ben!
cinque terre'ye bir gidin de...
men dakka dukka veya forza lukka
siena - gece siena - gündüz
firenze!bu gezinin diğer yazıları için:
roma havası
tematik roma I
tematik roma II
san pietro'nun kubbesine çıktım ben!
cinque terre'ye bir gidin de...
men dakka dukka veya forza lukka
siena - gece siena - gündüz
floransa!
fiorentina!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder