9 Mayıs 2012

marine corps marathon 2011


dc'de son günümüzde takıldık bir bilenin peşine koştura koştura geziyoruz (!). buna gezmek denirse. adam bir önceki gün sordu nereyi görmek istersiniz diye. seçenekleri duyduk. hepsini! dedi yetkili kişimiz. biz de normalde biri 1-2 gün gezmesi sürecek müzelerin tümünü tavaf etmeye karar verdik. gözümüz deysin, önünde iki foto çekinelim de eşe dosta hava atalım kabilinden. ayrıntıları sonra nasılsa tutamayıp gevelerim burada, ama demem odur ki gezecek bir tayfaya ihtiyacım var benim. şöyle dur dedin mi duracak, ye dedin mi sıçıncaya kadar yiyecek, iç deyince ölünceye içecek bir tayfaya. çoluk çocuk da olsun ama gezelim be!


ulaşımımız pek kolay olmadı çünkü o gün (30 ekim 2011) marine corps marathon varmış. bizim otelin de olduğu arlington'dan başlayıp dc'de biten, katılım ücreti 90$ olan ve geliri amerikan askerleri ve ailelerine aktarılacak olan bir etkinlik işte.. avrasya maratonunu bu sene mutlaka göreceğim deyip hep kaçıran ben hayatımın ilk maratonunu abd askerleri için koşanları izleyerek görecekmişim. baht!


insan böyle durumlarda afallıyor. kaldığımız otelde konuşulduğu için biliyoruz bugün maraton olacağını. otelden bir çok kişi de kayıt yaptırmış. koşa koşa kent gezilecek, ter atılacak, hem de şehit ailelerine destek verilecek. bilmiyorum şeytanlıklarından mıdır yoksa düşüncesizliklerinden mi bize de önerdiler maratona katılımı. içgüdüsel olarak biz koşmayız dedik. götümüzü kaldıramamamızdan aslında. sonra düşündüm de ben koşacam, para vereceğim, o da abd askerlerine yardım olacak gidecek. oldu! elime bir de abd bayrağı verseydiniz! --gerçi şu ihtimali de unutmuyorum: bu abd bizi harbi iyi dostu biliyor heralde. orada izin vermedikçe burada köpek havlamadığı için olsa gerek. aynı şey amerikalılarda da var sanırım: türkler müslümanlar ama iyi insanlar, müttefik, dost.  

benzer olay kanada da başımıza gelmişti. görüştüğümüz kişilerin bir çoğu papatyaya benzeyen bir rozet takıyorlardı. anlamını sorduk: 1. dünya savaşında hayatını kaybeden kanadalı askerleri anma haftasıymış. doğru dürüst savaştıkları tek savaş. bize de verdiler takalım da dayanışalım diye. hatta bizim ekip sakinleri hemen yapışıp yakalarına taktılar rozeti. ilk fırsatta bunları kenara çekip kanada ile ülkemiz türkiye'nin 1. dünya savaşında karşı cephelerde yer aldıklarını söyleyince o milliyetçi damar kıpraştı da bunlar bize oyun etti diyerek celallendiler :) ne diyeyim ben size şimdi? güldüğüm yanıma kar kaldı....



katılım avrasya maratonundan çok çok farklı. en başta bu insanlar koşuyor, bizimkiler gibi yürümüyorlar. hiç oturup piknik yapmayı deneyeni görmedim misal. ama bu insanlar zaten gündelik yaşamda da spor yapma olanağı olan insanlar. koşanların birçoğunun düzenli spor yaptığı belli. ama burada yaş skalası çok geniş. çok yaşlı insanlar da gördüm koşan. o halimden ben utandım, ne yalan söyleyeyim.



yıllarca okul kampüslerinde jandarmayla teşneyken "jandarma boş durma, bize çay getir" diye bağırıp durduk. bi adam gibi jandarma çıkıp da dileğimizi yerine getirmedi. abd işte medeni ülke! askerleri millete su tutuyor. medeniyet farklı canım!





dropbar diye yırtınıp duralım burada.


bu iki güzel kızı görür görmez fotoğraflamaya başladım ve bir hikaye çıktı...



su alıncaya kadar pahalılığın farkında değildim. bildiğiniz küçük su 3$. çok susuzdum. neyse. bu kızlar benim de su aldığım büfeye yöneldiler. dedim ya güzellerdi bir iki kare çektim. sonra dikkat ettim ki büfede çalışan başka bir kız var, siyahi. çocuklar ne aldı bilmiyorum ama şunu biliyorum: o kız eğer çalışansa suyun 3$ olduğu yerde saatine vergisiz 5.5$ alıyor.




şu fosforlu zımbırtılardan arayıp duruyorum ne zamandır. her gittiğim yerde etrafıma bakınıp durdum hiç rastlamadım. bu kez gördüm. 160 $ olduğu için kaldı, alamadım. bana yoldaş'ın st. petersburg'dan çalıp geldiği fosforlu yol işçisi yeleği de yeter. yeter ki bisiklete binelim :)


maratona gün boyu şahit olduk. uzunluğu ne kadardır bilmem ama gittiğimiz tüm mekanlara öyle ya da böyle yakındılar. maratonun teması can sıkıcı olsa da bir halk etkinliği olarak bu maratonu pek sevdim.


30 ekim 2012

Hiç yorum yok: