3 Haziran 2014

cinque terre'ye bi gidin de...

gevezelik ederken söylemeyi unuturum belki: şu aşağıdaki fotoyu ben çekmedim, keşke ben çekseydim. italya gezisini yavaştan şekillendiriyordum ve bu fotoğrafı gördüm. oraya gidenlerin bloglarını okudum hemen. sonra roma'daki bir günün üzerine bir soru işareti koydum ve bu bölgeyi ekledim listeye. gezi arkadaşlarıma gönderdim. teklifim ayakta alkışlarla kabul edildi...


cinque terre toscana'da değil, italyan riviera'sında ve liguria bölgesinde. dağlarla deniz arasına sıkışmış bir bölgede bir sürü köyden oluşan bir bölge. cinque terre'yi -adından da belli- asıl olarak beş köy oluşturuyor, 5terre de deniyor. buralara arabayla ulaşım yok. ya denizden ya da trenle gelebilirsiniz. bölge cinque terre ulusal parkı olarak tescil edilmiş ve unesco dünya mirası listesinde. italya'nın en ünlü yürüyüş yolları buradaymış. bizim de gidip trekking yapma planımız var.. en baştan başlayalım... buyrun...



sabah 7.57 treni ile roma'dan la spezia'ya gidecek ve oradan da yerel trenlerle köylerdeki turumuza başlayacaktık. 


tren yolu harita üzerinde denizin kıyısından gidiyordu ama yine de bu kadar kıyıdan olduğunu da tahmin etmemiştim. bir yerde sinirim de bozuldu. daha önce burada çeşitli yerlerde yolda gördüklerimi paylaşmıştım: brno-prag (çek cum.) ve ottawa-toronto (kanada) gibi.. benim için eğlenceli bir şey bu. burada da yapabilirim ama çok yorgunum. gözümü açık tutamıyorum.. hay bin kunduz.


bir süre tiren denizinin yanından ilerledik. ligurya denizine doğru gidiyoruz. benim de gözler gidiyor..





ne zaman istasyonda dursak gözümüzü açıp etrafa baktık. yanımızda harita yok. ha burası livorno, ha burası san guiliano terme.. ineceğimiz saat belli ama güvenemiyoruz ki! öğrenmiş olduk, mussolini sağolsun trenler tam dedikleri saatte kalkıyor ve varıyor.. (bilmeyene not: mussolini iktidarı döneminde faşizmden şikayet edenlere 'ama trenler saatinde kalkıyor' denirmiş. yansıtma: ama duble yollarımız var..)


pisa'dan geçerken 'bari uzaktan göreyim' diye uyanık kalmaya çalıştım. kulesini ve katedralini uzaktan gördüm. içimden 'yoksa listeden hemen silmemek mi gerekirdi' diye geçirmedim de değil. şu yukarıda görünen arno nehri. hani floransa'dan bilinen..


la spezia'ya vardık. bavulları emanete bıraktık. gitmeden önce sürekli olarak hava durumunu kontrol ediyorduk çünkü yürüyüş rotaları hava durumuna göre güvenlik gerekçesiyle kapatılabiliyordu. biz gittiğimizde hava güzel olsa da önceki hafta yağmur vardı. korktuğumuz başımıza geldi. zor bela bulduğumuz turist danışma bize cinque terre yürüyüş haritası verdi, sonra elindeki kırmızı kalemle tek tek kocaman çarpılar koymaya başladı. asıl istediğimiz patika bir kısmı çöktüğü için kapalı, ikinci zorluktaki güzel hat güvenlik gerekçesiyle kapalı. sadece 2. köy ile 4. köy arası tepelerden gidilirse açık. o da dağlara tırmanmak demek. hep zorluk derecesi daha yüksek hem de daha çok zaman alıyor.


yürüyüş rotaları haritası bunun gibi bir haritaydı işte. biz tüm planımızı ilk başta son köye gitmek ve gerisin geri la spezia'ya en yakın köye yürümek üzerine yapmıştık. çünkü son 3 köy arası patikalar daha az yorucuydu. la spezia'dan yerel trenlerde geçerli günlük bilet aldık. tüm köyler birbirine raylarla bağlı. aralarında baya sık tren işliyor. ankara metrosundan daha sık bile olabilir hatta. 



biz yine de planımıza sadık kaldık ve ilk önce monterosso'ya gittik. oradaki ofisten de yürüyüş yollarının bir kısmının kapalı olduğunu teyit ettikten sonra köye gittik. öncelikle amacımız yiyecek bir şeyler bulmak. saat 7'den beri yoldayız ve doğru düzgün bir şey yemedik. saat 12 buçuk civarı olmalı..


kıyıya iner inmez yamulduk. denizi bekliyorduk da bu havayı beklemiyorduk. harika!! monterosso cinque terre'deki en gösterişsiz köy ama en turistik olanı çünkü plajı var. ama öyle böyle değil. sezonunda adım atacak yer olmazmış burada.


indiğimiz koy burası ama köy için diğer koya geçmek gerekirmiş..


google görseller
burası cinque terre'nin son köyü. ama ulusal parkın ortasında kalıyor. parkın bir tarafında taa genova'ya kadar uzanıyor yürüyüş rotaları, diğer tarafında da la spezia'ya kadar. özellikle protovenere'ye giden yollar 'spektaküler'miş (malum giro d'italia yeni bitti, aşırı dozda caner eler'e maruz kaldım :) ) . ben çok istedim ama yolunu bulamadım. siz daha güzel plan yapın portovenere'ye mutlaka gidin!




köyde uzunca bir tur attıktan sonra bir pizzacıya oturduk. italya'da yediğimiz en güzel pizzaydı. hatta yanında verdikleri şarap bile bence en iyiler arasındaydı. işte 3 günlük italya gezisi şarap konusunda adamın götünü kaldırıyor demek ki... ilkay kapalı pizza yani calzone yedi, ben patlıcanlı, kabaklı bir pizza yedim, m.demirci de bol peynirli bir pizza. hepsi birbirinden güzeldi. calzone ilginç bir şey ama pizza kadar da güzel değil. bana en güzel gelen şey pizzayı haşhaş otu ile servis etmeleriydi. rahmetli anneannem bahçesinde yetiştirirdi bu ottan. çocukken bayılırdım. azıcık limonla misss. sonra hiç görmedim, satıldığına da şahit olmadım. yasaklanmış bile olabilir çünkü bildiğin haşhaş bu..

google görseller

vernazza. monterosso'dan sonraki köy. burada bir karar almamız gerekiyordu. ya buradan sonra yürüyüş rotasını izleyip dağlara tırmanacaktık ve sonraki köye 4 saatte varacaktık, ya da planları gözden geçirecektik. önce rabbimize, sonra da bacaklarımıza sorduk kimse 'yürü ya kulum' demedi. biz de 5terre metrosuyla dolaşmaya karar verdik.. 


bizim için efsanevi cinque terre burada başladı. bu her zamanki gibi metropollerdeki sefil hayatımızı bir kez daha sorgulamama vesile oldu.. zaten fırsat kolluyorum kendi hayatımı rezil etmeye, eh zaten ankara da sağolsun hiç desteğini esirgemez bu konuda benden..



google görseller

vernazza'da bir kale ve onun tepesinde bir kule var. yukarıdaki fotoğrafta görünen. burada yapılacak aktivitelerden biri elbette oraya tırmanmaktı. çok güzel, daracık sokaklardan oflaya poflaya çıktık kuleye. bacaklarımız burada bile iflas ediyor gibiydi, valla çok doğru karar vermişiz. evet evet...


cinque terre köyleri osmanlı'dan çok çekmiş. daha doğrusu osmanlı bayrağı altında korsanlık yapanlardan. yeri gelmiş barbaros hayreddin, yeri gelmiş turgut reis, olmadı kılıç ali baskın üstüne baskın etmişler buralara. özellikle barbaros pek severmiş italyan kıyı kentlerini yağmalayıp durmayı. boşuna mı kızıl barbar denmiş.. aslında daha çok adriyatik kıyılarını severmiş. arada venedikliler gaz verdikçe de dolanıp ligurya kıyılarına varıp cenevizlilere saldırırmış. yanında da çırağı turgut varken korsika kıyılarını yağmalıyorlarmış, bir ceneviz filosu fena kıstırmış bunları, koskoca turgut reis esir düşmüş. dört yıl ceneviz gemilerinde forsa olarak kürek köleliği yapmış. barbaros çırağını kurtarmak için neler neler yapmış: rüşvet teklif etmiş, gözdağı olsun diye baskınları, yağmayı, tecavüzleri arttırmış. en sonunda ismini ta milli tarih kitaplarından bildiğimiz liguryalı komutan andrea doria'ya fidye ödemiş de kurtarmış turgut reis'i. sonra barbaros andrea doria'dan hıncını preveze'den çıkarmış, turgut reis de hıncını kıyılarında dönüp durduğu ligurya kıyılarındaki kasabalardan. o kaleler hep bizim asil ecdadımız üzerine yapılmış. ha bir de ürettikleri zeytin yağı ve şarap çok değerliymiş. zeytin yağını bilmem ama bizim korsanlar şaraba da çok düşkünmüş. yağma da çok maliyet-etkin bir yöntem. malum şarabın yanı sıra forsa da bulursun, köle pazarında satacak kadın da. bakınız: harem-i hümayun..


işte bize çıkılmaz görünen o dağlar ve taaa uzaktaki manarola köyü..



martılardan yukarıdayken bu fırsatı değerlendireyim dedim de...



yeni durak: corniglia..

google görseller

5terre'de denize kıyısı olmayan tek köy. ama ayrı bir güzel.. istasyondan yukarıya ya bizim yaptığımız gibi tabana kuvvet tırmanacaksınız ya da ring servisini bekleyeceksiniz. biz tırmanmayı seçtik..


teraslanmış üzüm bağlarının arasından yürüdük de yürüdük. o yol bitmedi bir türlü. aşağıdan göründüğü kadar aşağıda değilmiş...


asla şikayetçi değildim. hayatımda ilk kez bu kadar çok sarı kanaryanın arasında kalmıştım. aman allahım ne keyif! sarı kanarya denilen şeyden mızmızlık dışında ses de çıkıyormuş!




bi ara yürüyüş yollarına da girmedik değil. keşke, keşke, keşke diye ömür tükettik.. en büyük keşke m.demirci'den: 'keşke burada da kalsaydık bi gece'. bu sessizliğin hakkını vermek gerekirdi gerçekten. mevsiminde gelip yürüyeceğiz bir sonrakinde, yazın bir kenara..



corniglia harika bir köy. hem de deniz kıyısında bile değil. şöyle oturup keyif çatabileceğiniz hiçbir yerle karşılaşamadık ona da çok sinirimiz bozuldu.  tepeyi tırmandık, artık bir şeyleri hak ettik dedik ama söyle eli yüzü düzgün bi dondurmacı bile bulamadık.



işte o bahsettiğim teraslanmış bağlar. buralara has bir teknik. fernand braudel akdeniz kitabında ne de güzel bahseder bu coğrafyadan. ---bu kitabı bir avm'de canım sıkılıp girdiğim bi kitapçıda bulup almıştım. bir hışımla okudum. ne güzelmiş yahu dedim. daha sonra aliço çok pis bozdu beni. meğerse bu adam disiplinler-arası tarihçilik ekolünün çok bilinen adamlarından biriymiş, hatta annales okulu'nun bilinenlerindenmiiş ve kötüsü, aliço bunu benle paylaşmış ama ben farkına varmamışım. tüh tühh..-- neyse işte braudel akdeniz'den bahsederken buranın jeolojisinden, peyzajından ve topografisinden de bahseder. onun için önemli belirleyenlerdendir bunlar. cinque terre bölgesinin sele ve heyelana açık arazileri ile teraslanmaya müsait toprak yapısından dem vurup buranın bereket ile felaket arasında dönüp durduğunu söyler. tarihini bilmem de bir teknik olarak ilginç. 


fotoğraf vernazza'dan. ama o teraslarda nasıl çalışıyorlar sorusuna az buçuk yanıt oluştursun diye...


bize önerilen rota taaa o köyden geçiyordu: san bernardino! yok artık devenin nalı..


en az beğeneceğimizi sandığım corniglia'dan biz çok hoşlandık. 


çok küfür ettim çookkkk... 


elimde makina var diye hep geriden gidiyorum ve haliyle gezi arkadaşlarımı hep arkalarından çekiyorum. artık sinirlenip ilkay'a 'bi dur yahu' diye bağırmışım. zaten poz verme konusunda papaz olduk kendisiyle. basit ama müthiş bir projem vardı ama sağ olsun ilkaycığımın skopofobisine yenik düştü (bkz: scopophobia). sayın m. demirci fotoğrafın mantığını sevmiyor zaten. eh beni de çeken yok zati. yeter artık dedikten sonra şurada bir durun demeye karar verdim..


sokaklara bakmanın objektife bakmaktan daha güzel olduğunu keşfetmiş gibi başka yere bakan ilkay!


ilkay ve ben.. kimse çekmiyorsa ben de kendimi bir şekilde görünür kılarım işte! ilkay 8 mart kadınlar bayramı afişi görünce corniglia'da çok duygulandı. 'işte bu be!' çığlığı attı uzun süre :)


gariptir, bu fotoğrafı talep eden o oldu.. çok mu kızmışım ne?


corniglia istasyonundan manarola.. bir sonraki durak..


corniglia'da tıkınamamamızın acısını buradan çıkartmaya kararlıyız. 




en başta çok farkında olmasanız da buraların sokaklarında araba yok, kayık var! tarihsel olarak bunların neredeyse hepsi balıkçı köyleri. kiminin 1000'li yıllardan kalma eserlerde bile ismi geçiyor. tam da italyan geleneğine uygun olarak her birinin kendi diyalekti varmış. özellikle manarola'nın diyalektine latinceye en sadık diyalektlerden denilirmiş. komik aslında. birbirine yürüyerek ulaşılabilecek, kuş uçuşu 3-4 km mesafede olan köylerde farklı lehçeler konuşulsun.... durum hala böyleyse bu yabancıyla çok haşır neşir olmamalarına delalet olabilir, öyleyse buralardan kendi çapında bir ev alıp buralarda ölme planımız güme gider. neyse ki neredeyse gittiğimiz her yerde aynı planları yapıyoruz. o konuda pek sıkıntımız yok..


sadece balıkçılıkla değil şarapçılıkla da ünlü burası. mesela buraya has sciacchetra adında bir yerel şarap var, üst kalitede bir şarap, adı roma yazıtlarında bile geçiyormuş. onu bilmiyorduk ama ligurya şaraplarının namını duymuştuk. biz m.demirci'yle sahile inerken gezi koordinatörümüz ilkay'dan bir bakkaldan şarap bulmasını istedik. yine cimriliği tuttu. 35lik almış şarabı. kime yetecekse? çok kızdık!



gidemediğimiz yürüyüş yolundan ilerledik biraz çünkü herkes o tarafa yürüyordu; buldukları yere oturuyordu o tarafa gidenler biz de oturduk; şarabımızı açtık, karşımızdaki köye baka baka içtik çünkü herkes içiyordu. tahmin ettiğimiz gibi yetmedi şarap, hem de çok güzeldi. tahminimizden uzun süre kaldık manarola'da, yetişelim dediğimiz treni bıraktık sonrakine kaldık. ona bile yetişemiyorduk, koşa koşa gittik. dönüşte bir de evladiyelik şarap alalım demiştik ama o koşuşturmada unuttuk gitti.. 

google görseller

son köydeyiz: riomaggiore. aslında ilk köy olan ama bizim için son köy olan yer. buraya ulaşınca nedense bir dinginlik geldi. hava serinledi, hafiften gün batmaya başladı. ve artık gün batmadan görmek istediğimiz her yeri gördüğümüzden eminiz ve de mutluyuz..


buradaki evlere kule evler de denirmiş. diğer köylerde de sokaklar çok dardı ama buradaki evler aynı zamanda yamaçta. hiç düzlük yok neredeyse. 


buradaki yönümüz denize doğru değil tam tersi yöne doğru gitmekti. nedeni yok. öyle işte..




kalan son enerjimiz işe yarasın, bakalım yukarılarda neler var dedik ve başladık tırmanmaya. 


dar sokak gördüm de bu kadar darını görmedim ve bu istisna da değildi. 


keşke bi dal kırıp gelseydik. tutar mı tutar..


köyün çarşısından beri bizim önümüzde iki kız gidiyordu. ellerinde bir poşetle. ben m.demirci ile ilkay'ı takip ediyordum, sanırım onlar da bu turist kızları. anlaşılan kızlar buranın çok da yabancısı değillermiş. gün batımı seyretmek için harika bi fikirleri varmış. iyi ki bizimkiler de onları takip etmiş ama keşke onların ne yaptıklarını da izleselerdi de onlar gibi nevaleyle gelseydik.


kasabanın amcası da, köpeği de gün batımını bekliyordu. arkadaşlar, valla anlatamam oradaki huzuru. insan buralarda böyle huzur bulurken neden koskoca kiliseler, camiler yapar ki? ha pardon, onların amacı huzur değil korkuydu. yok mu korkusuz ve huzurlu bir din? taoculuk vs?


arkada görünen köyün ilk ve orta okulu.. ben hayal bile edemedim burada okula gittiğimi. 


güneş battı. renkler harika. ne çekersem oldu...



gerçekte öyle midir bir fikrim yok ama bizim gözler en renkli köy olarak riomaggiore'yi gördü. ne harikaydı!!



tepeden aşağıya doğru giden merdivenleri takip edip limanına indik. azıcık soluklanıp trene yetiştik. 



acelemiz yerel trenden dolayı değil. la spezia'ya gitmek kolay. ondan sonrası zor. geceyi lucca'da geçireceğiz. treni kaçırmamız gerekiyor çünkü lucca'daki pansiyona haber vermedik varacağımız saati. dışarıda kalma ihtimali var. o da bir yana, lucca'yı gece de görelim istiyoruz. italya bu! her yerden bi gözümüz arkamızda çıkıyoruz işte..


lucca'ya vardık. saat herhalde 10-11 olmuştu. elimizde harita yok. uzun süre gideceğimiz yeri bulamadık. evi bulduk. adamı aradık. adam gelmedi bile. anahtarın yerini tarif etti, klimayı nasıl çalıştıracağımızı, modemi nasıl açacağımızı anlattı. oh ne rahatlık! girdik, çıktık ve adamı görmedik bile. her şeyi kendimiz hallettik. neyse.. kısa bir tur attık lucca'da. çok yorulmuşuz. sonra puccini heykelinin hemen yanındaki restorana oturduk. iyi seçimmiş..


bu kez ravioli yiyeceğim dedim. bu kadarcık getirdiler. ulannn! enseyi karartmadık, gidip odamıza yattık. ertesi güne dinç olmak gerek...

Follow my blog with Bloglovin

bu gezinin diğer yazıları için:
roma havası
tematik roma I
tematik roma II
vatikan müzelerinde yoruldum ben!
san pietro'nun kubbesine çıktım ben!
men dakka dukka veya forza lukka
siena - gece
siena - gündüz firenze!
floransa!
fiorentina!
18 mart 2014


2 yorum:

Gamze Esra Ersöz dedi ki...

Ne güzel bir gezi olmuş.Keyifle okudum.İtalya'ya bir daha gidersem burayı mutlaka görmek isterim.Paylaşım için teşekkürler :)

gezenbezgin dedi ki...

ne demek :)

ben de keşke yolum buralara bir kez daha düşse diyorum. ama mevsiminde gidip gerçekten de yürüyerek gezmek gerek oraları. tabi bir de orada bir köyde bir gece konaklamak gerek..

sizi blogumda görmek benim için mutluluk verici.. :)