12 Eylül 2009

yassah kardeşim...!



mecidiyeköy'de alışveriş merkezinden çıkar çıkmaz ne yapacağımı bilemedim en başta. otele gidip üzerimdeki gereksiz ağırlıklardan kurtulduktan sonra bizim uydurduğumuz bir etkinlik olan "urban trekking" yapmaya karar verdim. bunun anlamı kısaca şuydu; kıçından ter gelinceye kadar keep walking...

rota konusunda seçim yaparken pek zorlanmadım aslında. hedef her zaman önünden geçtiğim ama merak etmeme rağmen içini görmediğim yapıları görmekti. mesela ıhlamur kasrı, dolmabahçe cami, beşiktaş'ta önünde çay içtiğimiz cami ve küçük ayasofya diye de bilinen kılıç ali paşa cami (burayı görmeyi çok istiyorum)...




profilo avm'den çıkıp ali sami yen stadını geçtikten sonra mecidiyeköy hattı boyunca şişli'yi yürüdüm. ve şu yukarıda görünen gökdelenlerin aradan daldım. ne olduğunu anlamadığım ama ne olduklarını az çok tahmin ettiğim binalar. hastane, rezidans vs... o aradan istediğim gibi beşiktaş'a inebilceğimi tahmin etmiştim. yanılmadım :)






yokuştan aşağı (19 mayıs cadesi) kendimi saldım. yokuşun bitişinde haydar aliyev dostluk parkına vardım;



bu bir millet iki devlet lafını pek bi duyuyorduk son zamanlarda iyi oldu bunu gördüğüm. park şişili belediyesinin. bana garip gelen de bu. sanırım bir denge politikası güdülmüş. ermenilerin bugün için en yoğun yaşadığı bölge şişli. adamların mezarları, vakıfları, okulları, kiliseleri genelde şişli sınırları içinde. hani özellikle gıcık etmek için yapmamışlarsa da pek manidar olmuş. işin başka bir ilginç tarafı da şu; şişli belediyesinin bitip beşiktaş belediyesinin başladığı sınırda bu kez de adı azerbeycan dostluk parkı olan bir park var. ama ben oraya gitmedim...

bu parkın içinde şişli belediyesinin bilim parkı da var;



parkın bahçesinde güneş enerji paneli ve rüzgar gülü var. tamam deneysel takılıyoruz da kardeşim insan bir fona bakar ilk önce. fonda kocaman bir polat tower rezidans. dalga mı geçiyorsun? insan arkada o malum enerji kaynaklarıyla inşa edilmiş şeye bakarken senin rüzgar gülünü kim takar? adet yerini bulsun işte...

o bahsettiğim koca bina (polat tower rezidans);


bina harbiden ihtişamlı ama :) . burada fotografik bir not gireyim. polarize filtre nedense bu kez pek işe yaramadı. bir türlü istediğim kontrastı alamadım. şu yukarıdaki fotoyu polarize etkili çekmek gerekirdi aslında ama nedense olmadı. yoksa bulutların binadaki yansıması harika olacaktı...

hakkı yeten caddesinden devam ettim (aslında bir google earth haritası lazım buraya.. ankaraya dönünce halledeyim bari). garip bir alışveriş merkezinden geçtim. sanırım bjk'nin;


bu aşamadan sonra her yer kartal dolu zaten. malum beşiktaş...

ıhlamur kasrı'nı yine göremedim. sanırım bu 4. gelişim oldu. ve yine açık değil. milli saryalar genel müdürlüğü pek çalışmıyor anlaşılan...



burayı görmeyi şu nedenle çok istiyorum: burası o şehirleşmenin içerisinde bir vaha gibi kalmış bir yer. yollar, binalar, gökdelenler her tarafı yiyip bitirmişken ve kasrı ezmeye çalışırken o inatla orada duruyor. ve ben giremiyorum. yani gösteriyor ama vermiyor.. resmen saplantım oldu...

burası aslında bildiğimiz bir yol. aytaç'ın eski evinin yolu. orada barış parkı var karşısında. aslında pas geçiyordum ama içerideki mermer heykelleri görünce girmek farz oldu;








mermer heykelerin ne ayak olduğu daha snra ortaya çıkacak. amma velakin böyle bir parka barış parkı denilmesini aptalca, hadi ahmakça buluyorum. orya envai çeşit bayrağı dikmek barışı mı simgeliyor? -yoksa bayraklar için birbirini boğazlayan milyonlarca garibanı mı?

ıhlamur dere caddesinden aşşağı salıverdim kendimi beşiktaş çarşısına doğru. çoktan fotograf makinemi çantama kaldırmıştım sigara içmek için ama şunla karşılaştım:





çekmemek olmazdı :). bu köpek çoğu zaman oradaymış.amcanın dediğine göre bjk'nin 100. yıl kartalını bekliyormuş, bence orası sadece serin !!<

işte o kartal...

beşiktaş'ta kazanın yanında oturup soluklanayım dedim. aslında ilk niyetim şu bahsettiğim camiyi görmekti. ama içeride vakit namazını icra edenler vardı. bu da benim için çay içme zamanı demek oldu..


iyi ki de oturmuşum. çay pek güzeldi. etrafta da çekilebilecek şeyler vardı;



amca harbiden tatlı tatlı, huzurlu huzurlu "huzur"u okuyordu...




huzuru okumayanlar da huzursuz değildi. adam kafayı çekmiş, gölgeyle dolu parkınen güneşli yerine uzanmış etrafa bakıyor, etrafında da çocuklar güvercin kovalıyordu. ama kimse rahatsız görünmüyordu...

yeter çay içtiğim diyerek camiye yöneldim. girmeden evvel girişteki mezarlığın içinde simsiyah bir kediyle karşılaştım. ironi!! (ali'nin deyişiyle müzik gir...) uzun süre çekemedim bir kare fotosunu. çünkü elimdeki alet sapıttı. siyahı odaklayamıyor. ışık sorun oluyor. sadece siyahtan veya sadece beyazdan oluşan fotoları çekmenin zor oldugunu duymuştum ama bu kez şahit de oldum. manuel focus işi çözdü...





camiye girdim: sinan paşa camii. mimarı mimar sinan fakat caminin ismi mimarından değil yaptırandan egliyor. osmanlı donanması kaptan-ı deryası sinan paşa yaptırmış camiyi. 1555'de tamamlanmış. dikkat ettim de kaptan-ı deryaların camileri hep deniz kenarında oluyor (ne hikmetse !!!). eskiden denz kıyısındaymış desek belki daha doğru..

caminin içine girecektim ki bir güvenlik görevlisi geldi. içeride çekim yapacaksam müftüden izin almam gerektiğini söyledi. alla alla nedenmiş dedim. öyle! dedi. peki müftü nerede dedim. yıllık izindeymiş :). eee kimden izin alacağım o zaman dedim. imamdan alabilirsiniz dedi. o zaman en başta neden imama sor demedin kardeşim? uğraşamam senle tavrıyla girmicem içeri dedim. tavır yaptım adama :)keşke girseymişim. şimdi düşününce... bunlar dışarıdan, avludan çektiklerim:




hedefime doğru ilerlemeden önce kabalcı kitabevine uğradım. girdiğim gibi çıktım. hastayım şu istanbul'un kitapçılarına. market gibi. kitaplar yarı fiyatına ama kitapçının o ağır sevdiğim havası yok buralarda...

neyse, istikamet dolmabahçe..



aslında hemen camiye dalacaktım ama belki hdr lik malzeme çıkar diyerek sahile gittim bi sigara içmeye. malzeme çıktı. ham hali aşagıda, hdrsi pek yakında :)



geminin büyüklüğe dikkat!!!

neyse gelelim camimize. adı bezmi alem valide sultan camii imiş. dolmabahçe camii değil. sultan I. abdulhamit annesi için yaptırmış 1855'te. ben bu 1800 küsurlu yapıları seviyorum kardeşim:







bunlar da deneysel hareketler:




meclis-i mebusan caddesi boyunca yürüyorum tophaneye ulaşmak için:





gün batmadan ulaimalıyım tophane'ye. çünkü ışık gittikten sonra fotograf çekemiyorum ama bu amacıma ulaşamıyorum. çünkü karşıma bir sorunun yanıtı geliyor. o gördüğüm ve sonra göreceğim (göreceğiniz demek daha doğru) mermer heykeller 7. uluslararası istanbul taş heykel sempozyumu dolayısıyla yapılıp sergileniyorlarmış. hemen deniz kıyısında yapılıyorlar...






benim gibi adamı heykel sergisine götüremezsiniz kolay kolay ama benim gibi adamın ayağına getirebilirsiniz :).izlemekten gerçekte keyif aldım. foto fazla yok çünkü ışık gitti :(

hava kararmadan ulaşamadım tophaneeki camiye. denedim denedim beceremedim fotograf cekmeyi. zaten rahat da bırakmadılar. fotoğraf çekiyordum içeride. gömleğindeki yaka kartında istanbul büyükşehir belediyesi görevlisi kartı olan biri geldi ben içeride kasarken. elini kolunu sallayarak. finiş finiş diyor. güzellll. varan 1. turistik olarak sınıflandırılmış bir camideki görevlinin ingilizcesi finiş'le sınırlı (algı sıfır zaten). ben neden ki diye cevap verince gazeteci misin? diye sordu. hayır dedim. o zaman çekim yapamazsın dedi. varan 2. turistik olarak sınıflandırılmış bir camide fotoğraf çekmek yasak. ben yine neden ki dedim. cemaat namaza gelecek dedi. ben de buyursunlar dedim. adam terslendi çık kardeşim dedi sertçe. ben de sen bana çık diyemezsin dedim. üstüme yürümeye yeltendi. ben de sen kimin üstüne yürüyorsun ben kültür bakanlığında çalışan devlet görevlisiyimi uzmanım deyip kartımı gösterdim. tırstı adam. onu rapor edeceğimi sandı sanırım :) pardon ben seni turist sandım da dedi. varan 3. tursitik olarak sınıflandırılmış bir camideki görevli görevinin turist kovmak olduğunu düşünüyor.. sonradan çok kullandım bu devlet görevlisiyim lenn ben lafını, işe yarıyor. malum halkım devletten de görevlisinden de korkar...



caminin adam gibi fotosu yok bende. gündüz gitmek farz oldu...

caminin adı nusretiye camii. sultan III. selim başlamış II. mahmut tamamlamış. 1826da ibadete açılmış. camiden boşuna irkilmemişim. barok stilde bir cami. mimarı krikor balyan...




küçük ayasofyaya bakmadan dönmeye karar verdim ama oradan mecidiyeköy gidecek vasıta bulamadım. ha gayret diyerek tırmanmaya başladım. önce boğazkesen caddesi. sonra yeni çarşı caddesi. cezayir sokağından çıktım galatasary lisesine. istiklalden de taksime. otobüse binecektim ama ne gördüm:




beyoğlu belediyesinin ramazan eğlencesini. kesin lunaparkvari şey vardır dedim daldım içeri. tabi ki vardı. akpli belediye fantezisi... :)






bu fotoları denemek istiyordum ama olmadılar sanki...

neyse otobüse gidip kendimi otele attım ve zıbardım..

işte böyle :)




urban trekking raporu;

tarih: 10 eylül 2009
mesafe: 10,22 km
toplam mesafe: 10,22 km
güzergah: mecidiyeköy, şişli, fulya, dikilitaş, beşiktaş, dolmabahçe, kılıçalipaşa, galatasaray, taksim
katılımcılar: yalnız ben!

Hiç yorum yok: