(yazdıkça yazasım geldi. bence sadece fotoğraflara bakın :) )
işte ikinci bölüm. cestius piramitini zorunlu ziyaretimiz sonrasında yönümüz kolezyum, flavianus amfitiyatrosu. gezmek için değil, yolumuzun üstünde diye. ilk planımıza uysaydık santa maria in cosmedin'e uğrayacak sonra circus maximus'u boydan boya geçip kolezyum'a varacaktık. olmadı. çok daha aşağıdan geldik.
circus maximus bir hipodrom. burayı gördükten sonra insan afrodisias'ın değerini daha çok anlıyor. orası neredeyse tamamen ayaktayken burada tek bir şey kalmamış desek yeri. bakınız bu blogda: afrodisias . benimki sadece görmek yönünde bir istekti. kendimizi antik roma temalı bir diğer roma gezisine saklıyoruz ya :)
ama özel bir çaba sarf etmenize kalmadan her yerden antik roma kendisini gösteriyor. eh, bu da çok şikayet edilecek bir şey değil. zaten bütün tarihsellikler birbirine geçmiş bu şehirde. e zaten başka nasıl olacaktı ki?
tamam özellikle aramayacağız da bu da şanssızlık değil mi şimdi? bari konstantin takını görseydik. restorasyon yapacak zaman mı allah aşkına? jupiter öpsün sizi..
kolezyumun arkasında baya uzun bir mola verdik. yanımıza bir martı kondu. hemen ne hatırladım? 26 ocak'ta papa san pietro'da halka verdiği vaazdan sonra barış için bir kaç güvercin salar havaya. hemen ardından bir martıyla karga salınan beyaz güvercinlere saldırır ve papanın barışçıllığı hakkında ne düşündüklerini tüm dünyaya duyururlar. haber: independent . işte o martı bu martıydı! sonra etrafıma baktım karga var mı diye. sürüsüne bereket...
gezi arkadaşlarım her ne kadar yorgun, bitkin ve hatta mutsuz görünseler de 'hadi artık' dediğimde kalktılar yine! akşama sıkı bir dayak yemezsem iyi. (spoiler: yemedim. hatta yol üstünde ne gördülerse daldılar. bazı yerlerden zorla çıkardım arkadaşları. kendimden korkarken bunlardan korkar oldum.)
kolezyum çok kalabalık olması dışında ihtişamlı bir yer. sadece dışarıdan bakıldığında dahi. görüşürüz sonra. daha gezilecek kilisemiz çok...
küçük bazikalardan san clemente'deyiz bu kez. o ana kadar gezdiğimiz kiliseleri hepsinden farklı. kullanılan altın yaldızlardan, motiflerden, fresklerden hemen anlaşılıyor bunun bizans mimarisinden geldiği. bunu tabi ki ayasofya'dan, aya irini'den biliyoruz. kiliseler ayrılmadan evvel roma'da yapılan çoğu kilisenin içi bizans tarzında bezenirmiş ama çoğu zaman latin haç biçimi korunurmuş. gerçekten güzel ama küçücük bir kilise bu. ama özelliği üç kat üstü üste binanın burada görülebilmesi. yukarıda fotoğrafta görünen 1100 yıllarından gelen yeni/ikinci bazilika. parasını verirseniz görebilirsiniz, hemen altında 2. yüzyıldan kalma birinci bazilika var. hristiyanlık henüz gizli zamanlarını yaşarken. ve onun altında da roma cumhuriyeti döneminden kalma bir asilzadenin evi var! mümkün olmadı biz göremedik katları. ama gördüğüm freskler ve arkasındaki bahçesi yetti bana..
artık papalık bazilikalarına gidiyoruz.
katolik dünyasında 4 papalık bazilikası var. bu papanın bizzat işini gördüğü bazilikalar: san pietro, san paolo fiori le mura, santa maria maggiore ve san giovanni in laterano. işte şimdi ulaştığımız yer san giovanni in laterano. bu dört papalık bazilikası içerisinde bu en önemlisi (evet, san pietro dahil!). bu başbazilika. ana girişindeki kitabede "roma'nın ve tüm dünyanın katedrali" ve "bütün kiliselerin anası" yazıyormuş hala.. bu papalık bazilikaları hukuki olarak vatikan devletine ait. tek bir binada başka ülkeye geçmek diye buna denir. biz san pietro'da vatikan'da olacağız sanıyorduk ama burada vatikan'a girdik ilk.
bu gitar gibi bir şey çalan ilkay'ın bu pozunun hiç bir manası yok. bazilikanın girişi ona bu ilhamı vermiş. biz geldiğimiz yönden girdik. girer girmez karşımızda baldakeni görünce küçük çaplı şok yaşadık. çok yüksek tavan, kelimelerin yetmeyeceği bir ihtişam, ama küçük bir iç mekan. sonra anladık ki biz bazilikanın ana girişinden değil yan girişinden girmişiz. solumuzda upuzun nefi görünce anladık bu kilisenin mimarisinin neden bize garip geldiğini :)
roma'nın ilk kilisesi buymuş. içeriye girince öyle düşünemeyeceksiniz ama. her şey barokun, karşı-reformun izlerini taşıyor. olay şuymuş: roma zamanında lateraniler diye bir asilzade ailesi yaşarmış. birinci yüzyılda burada bir konak yaptırmışlar kendilerine tam burada. bunun kalıntıları bazilikanın ve vaftizhanenin altında halen görülebiliyor. 2. yüzyılda ise imparatorluk buraya bir karakol inşa etmiş. sonra muhteşem konstantin (tek 'the great' namını taşıyan bizim sülüman mı?) buranın üzerine bu kiliseyi yapmış. ama defalarca yanmış, yıkılmış. her seferinde o zamanın papası o döneme göre yeniden inşa etmiş bu bazilikayı. papalar avignon'a taşınmışlar. papalık bilmemkaç parçaya ayrılmış. sonra yeniden tek papalığa inince roma'ya geri dönmüşler. bakmışlar eski papalık bazilikası harap. yeniden yapılmış. 1300lerde. papalığı vatikan'a taşımışlar ama burayı da ihmal etmemişler..
nefi şimdiye kadar gördüklerimizin en genişiydi. ve bir kilise içerisinde farklı tarzları ilk kez bu kadar net görmüştük. şunlar vatikan'ın bu bazilika hazırladığı virtüel tur'dan ekran yakalamaları:
şapeller.. buralardaki resimlerin, heykellerin sayısını bilmeden çıkarmıştık müzeleri gezi listemizden. iyi ki öyle yapmışız. o kadar çok ki! itiraf ediyorum, bir süre sonra mallaştım, hiç birini gözüm görmez oldu. şapellerin kendisi bile başlı başına bakılasıydı. nasıl tek tek görebilirdim ki tonlarca resmi? heykeller ayrı ama. nefteki 12 havarinin hepsine tek tek baktık. şimdi wikipedia'dan bakıyorum da hepsi ünlü heykeltraşlardanmış. düşünün, o kadar yorgunmuşuz ki, rehberde bold yazılı bu bilgiyi ben anca burada öğrenebiliyorum..
orada olmak bir garip. sabahtan beri o kadar çok şey gördük ki artık kıyaslama yapabiliyor, bir şeyleri beğenmeyebiliyoruz bile. sanki düne kadar istiklal'deki san antuan kilisesine hayran hayran bakan biz değilmişiz gibi. mesela bu altın sarısıyla bezeli yan girişleri pek sevemedim. çok rükuş buldum...
bunlardan sonra kiliseleri nasıl bir ruh haliyle gezerim merak ederim. buraya gelmeden hemen evvel m.demirci kudüs'ü gezip gelmişti. ilk kiliseleri, en orijinal isevi tapınakları, çile yolunu vs. görüp sonra buraları görmek nasıl bir şeydi acaba? çektiği fotoğrafları gördük de, oraların sadeliği ve ruhaniliğinden sonra buraların şatafatı ve materyalist 'ruhanilik'i adama haşin gelir be! anlattığına göre, oralarda insanın içinde kıpırdanması muhtemel şeyle burada insanın içinde kıpırdanan şey pek aynı değil sanki. ben sanat galerisi halindeki bu kiliselerden hoşlandım, etkilendim, zenginliğinden afalladım, şatafatına hayran kaldım. ama burası bir saray, bir konak veya başka bir yapı olsa da aynı şeyi hissederdim. bir saray karşısında hissedilen öfkeyi hissederdim en çok. sömürülen zenginliklerin buralara akıtılmasını vs. ama burası bir ibadethane! neyin ruhaniliği bu?
rönesansla birlikte mimaride, sanatta, felsefede, siyasette hatta retorikte antikiteye dönüş kilise mimarisinde abartıldıkça abartılmış. zaten en başından beri içinde var olan resim, ikona, freskler almış başını gitmiş. kiliselerde isa, meryem, aziz, papa ve bilimum zatın bir imajı olmadan dua edebilmek imkansız hale gelmiş. boşuna mı protestan reformunun en sıkı söylemi putlara karşı olmuş? "papalık putlara tapınmayı yasaklarken nasıl kiliseler venüslerle, afroditlerle, neye benzediği şüpheli isalarla, meryemlerle, azizlerle, velilerle dolar? nasıl bunlara mum yakılır? dua edilir?" diye sorular sorarlar ardı ardına. eh tabi ki söylemdir bu, asıl neden değildir; mevzu din, inanç, iman konusuysa tartışmalar ruhani düzlemde ilerler, ilerlemeye mahkumdur. papalık da buna karşı-reform (katolik reformasyonu) ile yanıt vermiş. ikonalara tapınmak isa'ya ve tanrı'ya tapınmaktır çıkarımına kadar gidecek bir dizi karar tasdik edilmiş.. ---ara not bizim 'müslim'lerde hiç boş durur mu? katolik müslümanlığını, kabala islamını, tekke tarikatlarını işleve çağırmışlar tabi. ---ara not 2. bir din çıkışı ile değil sonucu ile tanımlanır. ---ara not 3. bir din temsil ettiğini iddia ettiği şey ile değil, çıkarını elde ettiği şey ile tanımlanır. ---ara not 4. spinoza'nın geometrik düzende ispatını çözecem az kaldı :)
touritalynow |
mutlaka uğrayın denilen vaftizhaneye de gittik. bir grup öğrenci vardı, başlarında da profesör kılıklı sakallı bir hoca. konuşuyor da konuşuyor. tek tek anlatıyor. nasıl özendik. klişe olduğunu bile bile milli piyangodan para çıkarsa buralara yerleşip yeniden üniversite okuma hayalimizi yeniden kurduk. para çıkarsa bir daha öğrenci mi olurum ben hiç? elimdekini kaç senede bitirdim ben be! hey yavrum heyyy..
bazilika şapeli gereçkten güzeldi. eski yapını üzerine konduruluvermiş gibi. kenarlardan aşağı bakınca eski yapıyı görüyorsunuz. sağdan soldan antikitenin sütunları yükseliyor. başımızın üstünde de muazzam ahşap bir işleme. ve her şeyden öte, sessizdi. ne güzel..
bir de, mermerin bu kadar renkli ve çeşitli olabileceğini bilmezdim...
virtüel tur için: vaticano ve daha çok bilgi için: sacred destinations
bazilikadan artık çıktık. yönümüz santa maria maggiore. derken şu üsttekiyle denk geldik! tam zamanıydı. ülke almış başını bilinmeze gidiyordu, yandaşlar rabia işaretini kendilerine yontmuşlardı, ölülerimize küfreden twitter kullanıcıları profil resimlerini rabia yapmışlardı, ve her şeyden uzak dolanmak isterken karşımıza yine bu çıkıyordu. ben böyle şansa tüküreyim..
deli gibi etrafa bakınıyorum. her yerde sticker, poster, grafitti, stencil var ve benim de aradığım bir kaç şey var. birincisi, daha çok kuzeyde örgütlü olsa da autonomia'yı arıyorum; ve ikincisi, roma termini'ye giderken bir duvarda gördüğüm "carlo guiliani vive!" stencil'ını.
işte bu birincisi. "zenginlik hepimizin" (zafer işaretinin üstünde), "işin bir anlamı yok" ya da "işe gerek yok" (orta parmağın üzerinde), en altta da "anlaşma yok"!
bir daha görmedim carlo stencil'ını. ama alexis'e rastladım (fotoğraf arak). kahrolsun, bir daha gidenler berkin vive'yi de görecekler!
bu yürüdüğümüz cadde via merulana. dümdüz ve geniş bir cadde. buraları bir de o ağaçlar yeşilken görmek gerek. italya'da hoş bir adet edindim. bir kapı açıksa, arkası bahçe gibi görünüyorsa ve üstünde 'özel mülktür girilmez' yazıyorsa, küçük adımlarla giriyorum. içeride şunun gibi mucizeler var çünkü:
bunlar özel mülk! mülküne tüküreyim...
taa uzaktan santa maria maggiore. yine papalık bazilikası. roma'daki meryem'e adanmış en büyük bazilika. bu da 400'lü yıllarda yapılmış. hatta tam söyleyelim 431 yılında efes konsulü toplanıp iznik konsulünün kutsal ruha imanını onaylamış, meryem'in isa'nın annesi değil tanrı isa'nın annesi olduğunu tescillemiş. bu konsülden sonra da bu azize meryem'e adanan ilk kilise olmuş. 1300lerde büyük depremde yıkılmış, tekrar yapılmış. papalık avignon'dan roma'ya geri dönünce san giovanni in laterano yıkıkmış. vatikan'ın yapımına başlanmış. arada geçici olarak burası papalığa da hizmet vermiş.
san giovanni laterano'dan daha küçük ama daha kalabalık. turist kalabalığı değil ama bahsettiğim. bir sürü insan şapellerde ibadet ediyor.
nefi çok güzel. yandaki koridorlarla arada duvarlar (ve tabi ki kasveti arttıran heykeller de) yok. şapeller birbirinin ardı sıra görülebiliyor ilk bakışta. ve tavanı harika. laterano'da rahatsız olmuştum. ezmişti beni orası. burayı sevdim bile diyebilirim. buraya geç-roma mimarisi veya son roma mimari eseri derlermiş. geç-antik bezeme sanatları bolca kullanılmış (bunları sonra okudum tabi. ben sadece neden burayı diğerlerinden çok sevdim, onun nedeninin peşindeydim). içindeki yeni barok ve rönesans ünsurlar iç mimarinin belli başlı kısımlarıyla ve şapellerde kullanılmış.
mimari olarak gerçekten çok farklı. bunun için azıcık goolemaps veya google earth kullanmak yeterli. çoğu yerde kilisede kubbe varsa ya haçın birleşme yerinde oluyor ya da nef üzerinde. burada haçın iki kısa kenarı üzerinde kubbeler var. bu da oradaki şapelleri muazzam yüksek göstermiş. vayyy dedirten cinsten.
mermer mucizesine burada da tanığız. bu nasıl bir şey ya?
işte barok bir şapel! borghese şapeli tabi ki. ayin vardı. ziyarete kapalıydı. ayin varken demir parmaklıklı kapılarla kapatıyorlar. hatta buradaki çoğu şapelin kapıları kapalıydı.
borgehese şapelinin tam karşısında sistine şapeli var. o ünlü olanı değil tabi ki. ama sistine şapelinin hemen önünde ünlü bernini'nin mezarı var. ne garip! adam barok'un baş yaratıcılarından biri olsun, barok olmayan bir yerde gömülsün. sanırım sıkılmış yaptığı işlerden.
bu fotoğrafta bir şey yok. bu şapele ilkay'la birlikte girdik. oturduk. ilahi dinledik. o adam (rahip de kıdemi ne?) katılanları kutsadı --galiba? hiçbir şey anlamadık. biz de çıktık. keşke rönesans, barok vs. okuyabildiğim kadar biraz da katolik dinsel ritüelleri üzerine de birşeyler okuyabilseymişim gitmeden önce.
bir kilise mozaiklerle bezenmişse orasının tarihi diğerlerine göre daha eskidir. bunu yazın bir kenara. burası da mozaiklerle bezeli. ancak desenlerin bir çoğu eski ahitten. musa'nın hikayesi isa'nın hikayesinden çok anlatılmış. buna gerekçe olarak da hristiyanlığın devamlılık iddiası gösterilmiş. çok makul. meryem bir yahudiydi ve okuduğu da yeni ahit değil eski ahitti.
altarın altındaki kripta. buraya kadar böyle bir şeyin varlığından haberdar değildim. bildiğin mezar. kilisedeki yer altı mahzenine kripta denirmiş. bununda kendi altarı, nefi var. bu mezar bir papa'nın. buranın adı bethlehem kriptası'ymış. kudüs'teki doğuş mağarasına benzetilmiş mezar.
bazilikayı afrikalı bir grup kız öğrenci geziyordu. rahibe okulu gibi bir şeydi sanırım. bunlar oradan mı bilmiyorum elbet ama roma'da ve vatikan'da tüm dünyadan toplanan yetimlerin rahip ve rahibe olarak yetiştirildikleri bir çok okul olduğundan haberdarız. bana ilginç geldi bu kare. donuna kadar sömürülenle onu iliğine kadar sömüren birlikte işte.. sadece bu papayla arkadaki afrikalı rahibe kıyafetli kız çocuğunu çekebilmek için onca fotoğraf çekmişim, en fazla bu olmuş. ben bunca uğraşırken kızcağız kendi halinde dua ediyordu. sanırım benden daha iyi bir iş yapıyordu o sıra. hele çıkan sonuca bakılınca...
virtüel turları mutlaka yapın: vatikan . bu da ekstra güzel bilgi: sacred destinations
kilisenin giriş locası bile güzeldi. özellikle akşamları yapılan ışıklandırmayla birlikte girişteki mozaikleri görmeye gelenler bile oluyormuş.
aa? obelisksiz olur mu hiç?
artık otele dönüş yolundayız. nihayet. ben şiddetle otele gitmeye muhalefet ediyorum çünkü eğer otele gidersem, hadi onu geçtim ayaklarımı uzatırsam, hadi onu da geç, ayakkabılarımı çıkartırsam bir daha o ayakkabıları giymeyeceğimden neredeyse eminim. ikna edemedim. ilk gün izlediğimiz yolu takip ederek odamıza dönüyoruz.
karşıda görünen ispanyol merdivenlerinin tepesindeki kilisenin önündeki obelisk.. yani via delle quatro fontana (dört çeşme caddesi) üzerinden via sistine'ye doğru gidiyoruz. murat belge yazar da girdiği en dar sokağı ben yazamam mı sanki?
piazza barberini. biz geldikten sonra kıyametlerin koptuğu meydan.
italya'da çok ciddi bir huzursuluk var. işsizlik had safhada. göçmenler sorunu büyüyor. gelemeyen göçmenlerin akdeniz'de ölüme terk edilmeleri de, gelenlerin konut ve iş sorunları da ciddi gerilim kaynakları. 12 nisan'da hükümetin ab'nin koşulladığı kemer sıkma politikasına karşı bir protesto gösterisi düzenlendi. tabi ki ortalık karıştı, düzen bozuldu..
roma sokaklarında bolca squad işareti gördük. ben bunu nedense sadece anarşistlerin ve anarşizan grupların ev işgali eylemlerinin bir göstergesi saymıştım. oysa bu konut sorununu simgeleyen bir sembol haline gelmiş. göçmen gruplar da bunu bayrak yapıp polisle çatışmışlar çoğu kez.
işte bu kızıl bayraklar aslında squad / işgal evleri bayrakları..
ve işte autonomia.
sonuç: kemer sıkma politikaları geçti. işsizlik artacak. konut sorunu kronikleşecek vs. italya patlayacak...
dönelim...
her türlü park edebilen mini arabalar.
gogol evi.. ah ayaklarımız sızlamasaydı ahhh...
ve ispanyol merdivenlerinin tepesindeyiz. yakın görünen kubbe san carlo el corso, hemen ardındaki san pietro. ve aşağıdakiler de mal mal orada oturan turistler.
tam karşıda via dei condotti. roma'nın en pahalı caddesi.. her gün oradan geçtik odamıza gitmek için. türkiye'deki görmemişliğin esamesini görmedik nedense..
burada oturmak gerçekten aptalca! neden? niçin? hiç bir cevap yok. sadece adettendir diye. buraya gelmek için başka yerlerden fedakarlık edenin aklına şaşarım. otelimiz burada olmasaydı sırf meraktan yine gelirdik buraya, o kesin. kendimize küfrederdik o da kesin!
akşam nasıl oldu da otelden çıktık vallahi hatırlamıyorum. muhtemelen açlıktandır. kilo olarak tavan yaptığım dönemlerdeyim, yemek denirse ölüm olsa giderim...
dün geçtiğimiz yollardan geçip tespit ettiğimiz restoranlardan birine oturacağız. yürümeye mecalimiz yok. neredeyse ilk beğendimiz yere oturuyoruz. campo de fiori'de sloppy sam'in yeri... aslında gündüz gelip pazarını görmek istiyorduk buranın ama hiç göremedik ne yazık ki..
ben midyeli spagetti yedim. tahmin ettiğim gibi çıkmadı. ilkay'ın bana transfer ettiği midye ve istiridyeler olmasaydı doymazdım. aşkım benim, sayende hayattayım! ama şarap güzeldi..
giardano bruno. döneminin her şey olan adamlarından: şair, astronom, matematikçi, felsefeci.. 16. yy'da panteistik bir tanrı inancından bahsedince papalığın gazabına uğruyor. roma'ya ve onun temsil ettiği her türlü değere ihanetle yargılanıyor ve suçlu bulunuyor. bu meydanda yakılarak öldürülüyor...
aylak aylak dolanırken yine piazza navona'dan geçiyoruz. yine karşıma critical mass etkinliği çıkıyor. ne şans! prag'a ilk adım attığımda da karşıma critical mass çıkmıştı (bkz: cycling in prague) . bana bir işaret bu ama elden bir şey gelmiyor..
eve dönüş yolu. gün boyu o kadar baktım bir tane bile "no al calcio moderno" göremedim. tam bizim sokağın başında rastladım bir tane sticker'a. bu da sayılır di mi?
çok ama çok uzun bir gün. şunca şeyi yazarken dahi yoruldum. o günün gecesini unutmayacağım. ayağımın, bacağımın sızısını. kolay değil gün boyu 20-25 km yürümek. ertesi gün yine erkenden ayakta olacağız. yatmaya geldin ulaaa!
mapmywalk'a göre 28.3 km yürümüşüz. googlemaps'e göre 23.2 km. aradaki fark bina içindeki yürüyüşlerden midir acaba?
bu gezinin diğer yazıları için:
firenze!floransa!
fiorentina!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder