27 Aralık 2009

ulu camii

nihayet diyabakır gezimizde çektiğim fotoğrafların ilk parçasını koyabiliyorum. ulu camii. cami konum itibarıyla bizim gezintilerimizin merkezi noktası oldu. ordan gelip buraya giderken her nasılsa hep buraya (ve tabi ki hana) düştü. üç gün boyunca üç kez gezmişiz avlusunu. ne yazık ki içeri girip fotoğraf çekmek nasip olmadı. hem bizim telaşımız nedeniyle hem de gittiğimiz her anın neredeyse namaz vakti olması sebebiyle...




caminin giriş kapısı.. yanlış saymadıysam 3 giriş kapısı var. bu ana giriş kapısı... kapı üzerindeki kabartmada aslan ile boğanın mcadelesi görünüyor. kapının üstündeki kitabenin ortasında bir aslan başı mevcut...


can ve üç gün boyunca cebimizde beş kuruş bırakmayan gönüllü ama pek ısrarcı rehberimiz. öyle bir şey ki camiye yaklaşır yaklaşmaz etrafınızı bu çocuklar çevirip anlatmaya başlıyorlar. aynı metni ezberden aynı vurgularla satır atlamadan okuyorlar. siz de onlara bahşiş veriyorsunuz. ama şu üstteki çocuk farklı :) bizi her gördüğünde aynı metni sürekli okudu ve parasını alıncaya kadar okumaya devam etti. söyledikleri sadece ulu camiyle sınırlı değil. az biraz sabredip dinlemeye devam ederseniz size cahit sıtkı tarancı'nın evini, ziya gökalp'i, dört ayaklı minareyi, kiliseleri vs. de anlatıyorlar. hatta o meşhur otuzbeş yaş şiirini dahi okuyorlar.

ulu camii anadolu'nun en eski camisi. 629'da islam orduları hz. ömer'in önderliğindeki amid'i (amid, diyarbakır'ın bilinen en eski ismi, amed de kürtçesi) ele geçirdiklerinde burada bulunan mar toma kilisesi/katedralini camiye dönüştürüyorlar.

bu tapınak (şu an için öyle demek daha doğru olacak) kilise olmazdan önce de pagan tapınağı olarak kullanılmış. ne zaman olduğunu öğrenemedim ama museviler de kendi ibadethaneleri olarak kullanmışlar. camiye çevrildikten sonra 1091'de selçuklu sultanı melikşah tamir ettirmiş ve şimdiki yapı halini almaya o zaman başlamış. cami duvarlarındaki ve şadırvanlardaki yazıtlardan (20 tane) caminin sadece selçuklular tarafından onarılmadığı artuklular, akkoyunlular, karakoyunlular, osmanlılar tarafından da onarıma tabi tutulduğu anlaşılıyormuş.



cami bir avlu etrafına toplanmış dört ayrı binadan müteşekkil. islamın dört hak mezhebi için dört ayrı ibadethane dört tarafa inşa edilmiş. girişteki bilgilendirme levhasında bugün dahi şafilerin ve hanefilerin ibadethanelerinin ayrı olduğu yazıyor. nedenini pek anlamadım. benim bildiğim dört hak mezhep için birbirilerinin yanında ibadet yapmanın bir sakıncası yok. şiiler gibi dışarıda sayılanlarla ise durum netameli. şaşırdım. ve farkettim ki şimdiye kadar hiç farklı bir mezhebin ibadethanesini görmemişim.

cami etrafındaki sütunların bir çoğu kiliseden kalma. roma ve bizans döneminden. ancak etrafta (mesela erzincan'da) bulunan antik yerleşimlerden de sütunlar getirildiği rivayet. ve ilginç olan nokta şu ki bu sütunların hiçbiri birbiriyle eş değil, hata benzemiyor(muş).


şadırvanlar özellikle üzerlerinde bulundurdukları kitabelere ev sahipliği yaptıkları için çok değerliymiş.


ben bu fotoğrafları çekerken bir amca yaklaştı yanıma. önce her zamanki gibi gazeteci olup olmadığım soruldu. öğrenci olduğumu öğrenince anlatmaya başladı. anlattıklarından üç göze çarpan şey:

"şadırvanın tepesine bak" dedi önce. baktım. "ne görüyorsun?" diye sordu. ay ve yıldız. "iyi bak" dedi. nedense hemen durup yıldızın köşelerin saydım (dan brown'un da vinci şifresini okuduk ya). altı! aaaa davud yıldızı demişim. amcanın iddiasına göre bu sinagogdan kalma bir şeymiş. hatta eskiden caminin bir bölümünün ibadet etmek üzere musevilere ayrıldığını ama bunun cumhuriyet sonrasında kapatıldığını söyledi (onun yalancısıyım).

bu ikincisi. ortadaki halka şeklindeki şeyde dört giriş var. bu halka diyarbakır. dört giriş de dört kapı -mardin kapı, urfa kapı, dağ kapı, yeni kapı. hemen sağındaki bereketi simgeliyormuş. kenarlarda bulunan sütunlar buranın eskiden katedral olduğunu ve patrikhane düzeyinde olduğunu söylüyormuş. soldan ikincisi ise yaşamın dört temel unsurunu anlatıyormuş: toprak, hava, su, ateş (tahta yok!).

bu da amcanın söylediği üçüncü dikkat çekici şey. bu yazıt bilinen en eski kürtçe metinlerden biriymiş.

ulu cami gerçekten de diyarbakır'ın ne menem bir şehir olduğunu kolayca anlatabilen bir yermiş. biz çok sevdik. ama daha sonra diğer tarihi yapılarda da karşılaşacağımız gibi cami kara taşlarla yapılmış. bu da onun zaten kasvetli olan havasına kasvet katmış. şansımıza gittiğimizde hava sürekli kapalı ve yağmurluydu. kasvet ve gösteriş ve de ihtişam gözümüzde büyüdü de büyüdü. hayran kaldık vesselam.

19-21 aralık 2009

Hiç yorum yok: