31 Aralık 2009

timeo hominem unius libri

beytepe'ye burcu'nun yanına giderken üniversite kampüsünün ortasında bir anıt görmüştük. altında da "timeo hominem unius libri" yazıyordu. şu demekmiş: "tek kitaplı insandan korkarım". yüzümüzde bir tebessüm kimimiz gerçek anlamıyla sadece tek kitabı olan/okuyan insan anlamını çıkartırken kimimiz tek kitaplı (dine inanan) insan anlamını çıkarmıştı. ne olursa olsun güzel ve büyüleyici bir söz..

diyarbakır'ın bizim için orta yeri olan hasan paşa hanının altında, daha doğrusu mahseninde, bir kitapçı var. yukarıda görünen kitapçı. inanılmaz güzel. kitapların istanbul'un marketimsi yerlerinden çok buralara yakıştığını düşündük. ankara kitapçıları da bir ayrıdır hani! neyse. oradan fotoğraflar efendim...

kalkan balığı


kalkan balığını göstermeden önce şunu demeliyim ki -belki daha önce de demişimdir- diyarbakır'da yön duygusunu kaybetmek hiç de zor değil. bizim gezdiğimiz eski kent bir de biz surlar etrafında dolaşırken sisler altındayken bu iş iyice çetrefilleşiyor. dediler ki diyarbakır yıllardır böyle sis görmemiş. bizi mi bekliyordun yahu!? ne adam gibi kent silüeti fotoğrafı çekebildik, hadi onu geçtik şehri şöyle doğru düzgün göremedik surlar üzerinden.



30 Aralık 2009

içkale'nin içi

önsel zorunlu not: ben fotoğrafların blogger'a yüklenmesini saatlerce inatla beklerken bir başka kendini bilmez vatandaş benzer bir konuyu bloglamıştır. şahsen bu vatandaşın mesleki melekelerini kullanarak benim çanıma ot tıkadığını, önümü kesmeye çalıştığını, sabote ettiğini (daha benzer ve aynı bir çok deyim, atasözü ve kelime biliyom) düşünmekteyim. direnişteyim! vazgeçmiyorum ve bildiğim yolda yürüyüp o blogdakine benzer fotoları ben de yayınlıyorum! yılgınlık yok!!!

içkale eski diyarbakır'ın kafasını oluşturuyor. cümle garip başladı biliyorum ama açıklıyacağım. şöyle: diyarbakır surları bir kalkan balığına benziyor (haritasını sonraki konuya saklıyorum) ve içkale ise surların içinde kendi surları çevrili ayrı bir kale. o da kalkan balığının başını oluşturuyor. anlattım. rahatım :)

üstteki fotoğrafta eski cezaevi ve ardında içkale surları ve artuklu burçları...

29 Aralık 2009

hz. süleyman ve 27 şehit sahabe camii

diyarbakır gezimizin son gününde suriçi'ni dolaşmaya karar veriyoruz. daha önce handa karşılaştığımız eleman buraya mutlaka gitmemizi çok güzel fotoğraflar yakalayabileceğimizi söylemişti. başımıza bir şey gelir mi kabilinden bir şeyler geveleyince niyetinizin kötü olmadığını anlarlarsa hiçbir şey olmaz demişti :) bilmiyorum niyetimizin iyi olduğunu anladılar mı ama bizim başımıza bir şey gelmedi. sürekli bunu dediler de biz bir şeyle karşılaşmadık. ki onca turist modumuzla gezerken.

işte böyle bir ahval içerisindeyken yolumuz pınar'ın rehberliğinde hz. süleyman camii ve 27 şehit sahabe türbesine düştü.


27 Aralık 2009

nebi camii & dört ayaklı minare


bu camiileri bir aradan çıkartayım da içim rahat olsun, yoksa unutacağım eklemeyi. diyarbakır gezimiz süresince bu camiler planlarımız dahilinde değildi. gitmeden önce bu camilerin güzel olduğunu duymuştuk. eski kent içerisinde dolaşırken bu camilerle haliyle karşılaştık. kısa birer mola verip gönüllerini aldık. bir tanesi nebi camii (ulu camiiye yakın) bir diğeri şeyh mutahhar camii veya bilinen diğer adıyla dört ayaklı minare..


mar petyun keldani katolik kilisesi


şimdiye kadar yaptığımız gezilerden buraya aktardığım fotoğrafları hep gezi rotamıza göre koymuştum. bu diyarbakır gezisinde ise bu mümkün değil. çünkü kenti -daha doğrusu eski kenti- dolaşırken hep karşımıza surlar çıktı. surlar bütün eski kenti çepeçevre sardığı için ilk kez yön duygumu kaybettim. ben! düşünün hele. bunun için surlar başlığı nasıl açılır bilmiyorum. derli toplu olsun diye konular halinde eklemeye karar verdim ben de.

meryem ana kilisesinden sonra ikinci kilise uğrağımız mar petyun kilisesi. kapıya verdığımızda çaldık. yine kimse açmadı. orada beklerken bizi daha önce de takip ettiği belli olan biri yanaştı yanımıza. yerlisiniz heralde diye sordu. hani yabancı uyruklu değilsiniz anlamında. "kilise kapalı. açmazlar kapıyı" dedi. sağolun dedik. adam gidiyordu, döndü "ben asayiş şubedenim, peşinizde çocuklar var. çarpacaklar dikkatli olun" dedi gitti. 7 tane koca insanı çarpacak çocuk grubunun alnından öperim birader ne azim diyerekten. kafaya koyan yapar zaten. yani güya bizi uyardı memur bey ama daha tedirgin etmekten başka bir şeye yaramadı.


meryem ana süryani kadim kilisesi

onca yol gelmişiz (gerçi uçuş 1 saat sürmedi ama), gece kız almışız, ardından misafirhane odasında "home party" vermişiz, o sisli puslu havada gecenin yarısında dışarı çıkıp birbirimizi korkutarak bunu kutlamışız önemi yokmuş. ertsesi sabah 7:30 gibi kalkıp düştük yollara. hedef meryem ana süryani kadim kilisesi. okunulana göre yılbaşı ayini varmış, onu göreceğiz. hadi kalkın ulu camii'de sabah bayram namazına gidelim desem kimse gelmez :)

o işin şakası tabi. bir süryani kilisesi görmek gerekiyordu hazır buralara kadar gelmişken. bu kadim halkı görmek, dillerini anlamasak da işitmek az biraz tarihe tanıklık etmek (!) de olacaktı bizim için. ama olmadı maalesef...


ulu camii

nihayet diyabakır gezimizde çektiğim fotoğrafların ilk parçasını koyabiliyorum. ulu camii. cami konum itibarıyla bizim gezintilerimizin merkezi noktası oldu. ordan gelip buraya giderken her nasılsa hep buraya (ve tabi ki hana) düştü. üç gün boyunca üç kez gezmişiz avlusunu. ne yazık ki içeri girip fotoğraf çekmek nasip olmadı. hem bizim telaşımız nedeniyle hem de gittiğimiz her anın neredeyse namaz vakti olması sebebiyle...


16 Aralık 2009

gediz'in bereketi

şimdi efendim. bloglardaki konulara başlık bulmak gerekiyor ya ben orada çok sorun yaşıyorum. eskisi gibi mekan-tarih formatlı başlıkların çok can sıkıcı olduğuna karar vermiştim. şimdi de kıvranıyorum. şimdi bu başlıktaki fotoğrafları anlatacak ne başlık bulayım?

gediz'in bereketi dedim bende. bir trt2 belgeseli kıvamında. hani şu 50li yaşlarda kısa saçlı bir kadının "anacığım" diye konuştuğu geri fonda bolca bağlama çalan belgesel kıvamı. ama konunun içini de doldurmam gerekiyor böyle bir başlıktan sonra.

foto-belgesel deneyimdir...


10 Aralık 2009

bizim çocuklar

portre çekimleri konusunda ilerlemek gerek. nasılını hele ki niçinini pek de bilmiyorum. ama şurası kesin ki çocuklar poz vermeye bayılıyorlar ve bu fırsatı kaçırmamak gerekiyor. ortada çocuklar söz konusu olduğunda onların bir türlü yerlerinde duramadıkları, kıpır kıpr 'gıynaştıkları' ve de çekilen her şeyi güzel bulmaları gerçeği de var. deneyişlerimdir, yiğenlerim ve kuzenim...


8 Aralık 2009

anneannemin kurbanı

eskiden rahmetli anneannem yapardı bu işleri. bayram namazına herkesi o uyandırır, namazdan dönenleri o karşılardı. hemen elini uzatmazdı. o kadar telaşlı olurdu ki o sabahlarda bayramlaşmayla bile vakit geçirmek istemezdi. 'hadi mamudum, hadi mustavam, hadi hatçem' diye diye ahaliyi bir önce işe koşardı. koçlar ardı ardına devrilirdi. köyde 5-6 kurban kestiğimiz olurdu. ve anneannem hepsinin işinin o gün bitmesini isterdi.

7 Aralık 2009

kurban olam ben sana

en sevdiğim bayram. kurban bayramı...
insanın bu bayramda yörüklük damarı tutuyor.


eskiden o güzelim koçlar eve getirilirdi. biz onları beslerdik, oynardık onlarla. bayramda da kesip bir güzel yerdik. hem de hiç psikolojik sorun yaşamazdık. işte bu son bayramda nedense bakamadım hayvanın gözlerine. sanki suçluyumuşum gibi. ama kestikten sonra da dediğim o damar tuttu. oturup afiyetle yedik. allah kabul etsin...