3 Haziran 2015

fiorentina!



floransa'nın ünlü müzelerini, kiliselerini, saraylarını görmek yerine neden boboli bahçelerine doğru yöneldiğimiz şu an benim için tam bir muamma. özellikle ilkay çok istemişti bu bahçeleri görmeyi ama bizler de çok itiraz etmemiştik. acaba kapalı alanda yaşanan sanat yorgunluğundan mıydı? hatırlamıyorum gerçekten. ama aferin bize, güzel kararmış!





boboli bahçeleri için pitti sarayına gitmemiz gerekiyordu. kentin en büyük müze kompleksiymiş bu saray. birbirinden güzel resim galeri varmış. müze kısmını değil de medicilerin bu şahane sarayının içini görsek ne güzel olur dedik ama zamanımız yoktu gerçekten de. 


biraz soluklandık, bilet aldık. biletimize pitti sarayındaki kostüm ve şapka sergisi de dahilmiş. eh görelim bari, en kötü sarayın bir bölümünü görürüz dedik. gerçi başka seçeneğimiz de yokmuş galiba. boboli'ye çıkmak için sarayın bir bölümünü geçmek zorundaymışız..


çok da şikayetçi olmadık bu sergi işinden. 

www.museumsinflorence.com


bence sergi salonları sergilenenlerden daha ilgi çekiciydi. gerçi asıl salonları göremedik ya. görmediğimiz salonlardan örnek:



ister istemez robert langon'un kaçışı aklımızda burayı gezerken. boboli bahçeleri, pitti sarayı, vasari koridori, oradan ponte vecchio, sonra 500'ler salonu...  


bahçedeyiz ve hemen en merak ettiğimiz yerlerden birine doğru gittik.


fontana bacchio! daha doğrusu ilkay'ın gözdesi morgante cücesi! "aman tanrım! yeryüzündeki tüm sanat eserlerini alabilecekken mediciler bunu mu seçmiş?"


buontalenti mağarası. italya'da gördüğümüz sıradışı şeylerin başında geliyor kesinlikle! bu ne be? sanki birileri dalga geçmek için yapmış bunu (wikilerden not: gerçekten de pitti sarayındaki gençlere eğlence olsun diye dizayn edilmiş bu mağara. adamlardaki eğlence anlayışına bak).

http://www.florenceinferno.com/buontalenti-grotto/

o zaman bilmiyorduk, keşke bilseydik ama baya enteresanmış buranın anlattıkları. mağara birbirini takip eden üç oda şeklinde tasarlanmış. ilk bölüm doğaya ve metamorfoza adanmış. mağaranın köşelerindeki dört heykel de michelangelo'nun heykelleriymiş (mahkumlar)!

ovid'in metomorphosis'inde bahsi geçen deucalion diye bir karakter var. antik yunan mitolojisinde prometheus'un oğlu. zeus insanlığa kızıp bronz çağını kapatmaya ve yeryüzünü insandan temizlemeye karar verir. insana ateşi veren ve onu yaratmış sayılan prometheus oğlunu uyarır ve hemen bir sal, gemi, tekne (versiyonlar muhtelif) yapmasını salık verir. tam 9 gün yağmur yağar, her yeri sel götürür, tek kurtulan deucalion ve eşi pyrrha olur. gemi en sonunda bir dağa oturur. [tanıdık geldi mi?] kurtulan çift zeus'a kendilerinin yaşamasına izin verdikleri için şükranlarını sunarlar ve tanrılar konsülüne gidip dünyada yeniden nasıl üreyebileceklerini sorarlar. onlara kafanızı kapatın ve omzunun üzerinden geriye annenizin kemiklerini fırlatın derler. anlarlar ki tanrıların anne dedikleri yaşayan her şeyin anası gaia'dır ve kemikleri de kayalardır. ellerine kayaları alıp geriye doğru fırlatırlar. toprağa düşen kayalar insana dönüşürler; deucalion'un fırlattıkları erkek, pyrrha'nınkiler kadın!

simyada asıl amaç gümüşü altına dönüştürmekmiş ya, su ilk madde kabul edilirmiş. mağaranın tavanındaki açıklıktan giren ışık mağaranın iç duvarında optik ilüzyonlar oluştururmuş ve o gelişigüzel sıvanmış gibi duran duvarlarda ortaya çıkan görüntü akan suyu yansıtırmış. 


neogotik, mannerist ve natüralist bezemenin karışımıymış burası. bana daha çok karayip korsanlarında jack sparrow'un babasının lanetli gemisini hatırlatmıştı oysa. muntazam olarak çamura bulanmış duvarlar, aradan fırlayan kafalar, koyunlar...


bu ilginç bulamaçın ortasında iki tane şahane heykel: paris ile helen. işte burası ikinci oda. kare şeklinde. duvarları truva savaşından sahnelerle bezeli. dört duvarda dört tema varmış: hava, su, ateş ve toprak. neyden neye dönüştü dünya truva savaşıyla?


ve üçüncü oda oval şeklinde. bütün değişimlerin gerçekleştiği felsefi özü, yani yumurtayı, sembolize edermiş. tam ortasında yıkanan venüs heykeli. ----al işte! şlakkk. güzelliğe dair bir sarsıntı daha!!--- venüs heykeli de sevgiyi, arzuyu ve tenselliği anlatırmış..


baya keyiflenmiş olarak ayrıldık mağaradan ve bahçelerde öylesine dolaşmaya başladık.


bi ara nasıl olduysa boboli bahçelerinden çıktık. floransa sokaklarına daldık ve bir başka bahçeye girdik: bardini bahçeleri! rehberlerde sadece ismi anılıp geçilen bir bahçe bu. güzel olmadığından değil daha yeni yeni halkın ziyaretine açılmasından. biz bilmeden kendimizi orada bulduk :)


işte bardini bahçelerinden floransa!



boboli bahçeleri kalabalık. sadece turistler yüzünden değil, floransalıların da gündelik parkı olduğu için. burası çok bilinmediği ve floransalılara da ücretli olduğu için çok sakindi. yani güzeldi. çok güzel!



rönesans bahçesinin barok merdivenleri..


burası özel mülkken bu merdivenlerin tepesinde villa bardini varmış. saray yavrusu. şimdi restaurant, kafe, müze olmuş. tam önünde ağda yapan kız adında heykel vardı!


ejder kanalı.. 
terimi yanlış kullanırsam kınanmayacaksam: çok romantik bir yer burası!



neyse, belvedere kalesine girşi bir türlü bulamayınca boboli bahçelerine geri döndük. ilkay ve sn.demirci yol üzerindeki porselen müzesine girmeye karar verince, "siz gidin benim artık takatim yok, şu yeşilliklerde otlanıcam ben" deyip ayrıldım onlardan. 


kendi çapımda eğlendim işte. neptün'ün orağının ucuna birini getirecem de fotoğraflıcam diye çok bekledim çokkkk.





o yorgunlukla ayakkabılarımı, çoraplarımı çıkartıp bir rönesans bahçesinde yalınayak kaldığım doğrudur; o çimlerin üzerine uzandığım ve uyuyakaldığım da doğrudur. odtü çimleriyle karşılaştırabileceğim tek yerin boboli bahçeleri olduğu da doğrudur!


amfitiyatro. anfi değil!


ilkay- hadi bu yönden gidelim. çok ilginç bak. sanat var bu yanda
sn.demirci- yorgunum be, yeterr
ilkay- valla çok güzel burası. dizi dizi ağaçlar, heykeller, çeşmeler falan
sn.demirci- tamam be tamam!



bahçede izlenecek bir sürü patika arasında biz en düzünü seçtik! daha doğrusu seçmek zorunda kaldık.. keza ayaklarımız ağrıyor, gerçekten öldük artık!


hermafrodit



eşcinsel aşk?


ben de istiyorum böyle fotoğraflarımız çekilsin (mesaj ilgili yere ulaştı mı?)

www.vanityfair.it

ahhhhh.. koşa koşa yöneldiğimiz son hedef: isolotto! ama görmek istediğimiz yukarıdaki parseo heykeli. çok görmek istemiştim. döndüm durdum, yok! inanamadım kaç kez döndüm o göleti. yok, gitmiş, kaldırmışlar.


etrafta bir sürü güzel şey vardı: andromeda'nın doğuşu ya da yukarıdaki okyanus çeşmesi gibi.. kesmedi işte. valla üzüldüm. 


"artık kapatıyoruz" anonsu yapılmaya başlandı. bir ağacın altına sinip geceyi orada geçirmek düşüncesi aklımızdan geçmedi değil ama sn.demirci acıkmıştı, o yüzden çıktık (at yalanı....). çıkarken adem ile havva mağarasını gördük ama bakamadık uzun uzadıya. aman! o da eksik kalsın!



nerede yesek nerede diye deli tavuk gibi dolandık bir de o yorgunluğun üzerine. santa maria novella civarında ilkay 'çok italyan' olduğunu düşündüğü bir mekan beğendi en başta. pahalıdır diye girmedik. yürümeye devam ettik..


anaaa kebapçı! yok o kadar da değil. floransa'ya gidip kebap yersem taylanda gidip mcdonalds yiyeni kınamam nerede kalır? isminden dolayı pek neşelendik: newroz kebab. o gün tarih 21 mart'tı. yani newroz! bu şen şakraklık halimize birisi geldi, nereden olduğumuz sordu, ayak üstü lafladık. newroz ateşinin yakılacağı italya kentlerini saydı, floransa'daki meydana davet etti. ama tarih yanlıştı. haftasonu olsun diye bir sonraki gündü. aslında ne garip olurdu floransa'da newroz ateşinden atlamak...


şener baba'ya chanti şarabı alalım dedik. şarapçıda başımız döndü. çeşit çeşit... ama fiyatlar türkiye'ye bakınca nasıl makbul.  




dolaştık durduk, en başta ilkay'ın dediği yere döndük. ne de olsa doğum günü çocuğu sayılır...


yüzdeki yorgunluğa baksanıza :) 




içimde kalmasın: ben aslında bi bira alıp şu köprülerin üzerinde takılmak istiyordum. bir türlü yapamadık. köprüleri sadece geçmek için kullandık. olacak iş mi bu şimdi? belki floransa'ya yeniden gelmek için köprülerde peroni içmek gerekiyor? ya bir daha gelemezsem? ha? kim verecek hesabını?


yetmedi, yetemezdi de.. artık dönüş yolundayız...



hızlı trenle roma'ya, roma'dan hemencecik havaalanına, orada açılmamış kontuar önünde uzun bir bekleyiş, o sırada her nasılsa bir süredir roma'da yaşayan islamcı türklerin 'bakmayın buralara, bizim malatya, elazığ daha güzel' muhabbetine maruz kalış, ne sonunda pasaporttan geçip arkada beklemeye başlayış.. 


bir ara sn.demirci ortadan kayboldu. sonra elinde küçücük bir şişe viski, 3 tane plastik bardakla göründü. tarih 22 mart 2014. ilkay yolun yarısına roma'da girdi. iyi ki doğdun gız! 

iyiydin, güzeldin, hoştun italya.. ama yetmedin.
görüşürüz, caio...


bu gezinin diğer yazıları için:
roma havası
tematik roma I
tematik roma II
vatikan müzelerinde yoruldum ben!
san pietro'nun kubbesine çıktım ben!
cinque terre'ye bi gidin de...
men dakka dukka veya forza lucca
siena - gece
siena - gündüz
firenze!
floransa!

Hiç yorum yok: