Sacre-Couer Bazilikasına akşam güneş batarken gitmek gerekirmiş de Eyfel Kulesi yerine buraya çıkmak gerekirmiş, Paris manzarasının keyfi burada çıkarılırmış... Kaç kez akşam buraya gelmeye çalıştım ama bir türlü beceremedim, programım uymadı. Fırsatını bulduğumda da hava yine kapalıydı, güneşin batışını izlemek de ne, güzel renkli bir fotoğraf çekmek bile marifet bu griliğin ortasında. Bari yürüyelim...
Şehir nasıl bir şehirse 2 saat sonra tüm her yerine nasıl gideceğinizi öğrenmiş oluyorsunuz. Programda bir ara bulunca Ece bu fırsatı otele gidip ısınma yönünde kullanmaya karar verdi. Aslında çok yerinde bir karar çünkü üşümekten, titremekten yorulduk. Ama daha üstten üste olsa da Paris'te olabildiğince bir şeyleri görmek istiyorum. O yüzden yönümü hemen Montmartre'ye çevirdim.
Anvers metro istasyonunda inince zaten hemen dank ediyor nereye geldiğiniz. Turistik bölge! Herhangi bir yerdeki gibi. Üzerinde Paris yazan envai çeşit çin malı ıvır zıvır satan gayri-fransızlar, dönerci ve felafelciler, bol miktarda suşici... Olsun. Roma beni hiç üzmemişti turistik bölgeleriyle, bakalım Paris...
Sacre-Coeur bazilikasına çıkmaktı niyetim. Hatta bu merdivenlerden çıkmaktı ama yemedi. Asansöre yöneldim. Derken, ne gördüm:
Louis Michel meydanı mı? 'Paris Komünü kahramanı' mı? Nasıl ya? Neden? Hem de bir bazilikanın önündeki meydanda? Wikipedia imdadıma yetişti. Neler öğrendim neler... Meteorolojik koşullar da fiziksel halim de bok gibiydi afedersiniz ama ben buraya varmış olmaktan çok mutluydum.
Louis Michel. Anarşist öğretmen ve hemşire. Anarşizmin Fransız büyükannesi. Paris Komünü'nün kızıl bakiresi. Güzel Louise'i. Dişi kızıl kurdu. İlk radikal feministlerden. Komünün kadınlar bölüğünden. Senelerce mahpus, senelerce sürgün, senelerce mücadele. Montmartreliymiş louis Michel. Fransa-Prusya savaşında Prusyalılara karşı savaşmış. İşçi mahallesi Montmartre'de işçiler isyan başlatıp komünü ilan edince hemen barikatlara katılmış. Hatta vurulmuş, askerler ölsün diye sokağa fırlatmışlar, oradan kaçmış. Yakalanmış Yeni Kaledonya'ya sürülmüş. Gelmiş, siyasal mücadeleye devam etmiş, hapse girmiş, kaçmış, yakalanmış, yine hapsedilmiş. Böyle bir yaşam. Ha neden bu meydana onun ismi verilmiş? Gelecek onun da sırası...
Paris'i görmek için şurası yerine buraya çıkın dediklerine bakmayın, bana kalırsa Paris'in pek de öyle yukarıdan izlenecek bir şeyi yok. İstanbul'u sevmem ama Çamlıca'dan görülen İstanbul bu Paris'ten daha güzel. Sacre-Coeur'un üzerinde olduğu Montmartre tepesi Paris'in en yüksek rakımlı tepesiymiş. Eskiden işçi mahallesiymiş burası, şimdisini bilmem. Ama gördüğüm kadarıyla sanat sepet tayfasının bolca olduğu bir yer.
Gelelim ruhsuz Sacre-Coeur'un kendisine. Yapılma amacı şuymuş: "Ne günahımız vardı da Prusyalılara yenildik" diye düşünmüşler, biraz da Tanrı'ya yaranma amacıyla bu tepeye bir kilise yapma kararı almışlar. Tabi ya, bu kilise olsa Allah'ın protestanı gelip nasıl alırdı Paris'i? Lakin şu da denirmiş: Paris komünü sırasında Montmarte'de bir hapishane varmış. Daha isyanın başında komünarlara göz dağı vermek için 300 mahkumu kurşuna dizmişler, komünarlar da ilk fırsatta buralarda olan bir sarayı, etraftaki kamu binalarını ateşe vermişler. Komün yenilince de Kilise güya komünarların günahları affolsun diye, aslında bir zafer anıtı olsun diye bu tarihi işçi/komünist mahallenin ortasına bu koca 'şey'i kondurmuş.
Neyse ne, çirkin bu yapı. Yapılırken bizim Ayasofya ve Venedik'teki San Marco kilisesini örnek almışlar. O yüzden kilise bazilika formunda ve Bizans mimarisi etkisinde. Ama çok kötü bir kopyası. Dışarıdan bakınca Taç Mahal'e baktığınızı da düşünebilirsiniz, başka bir tuğla kubbeli tapınağa da. Şehir planlamasına takık olan Hitler nefret etmiş buradan, imkanı olsa yıkardım burayı, demiş.
İçindeki dünyanın büyük mozaiki sayılan altar üstü deseni bile ehhh... Yaldızlı kubbesi onu yeterince Bizans yapmıyor. Cidden sevilecek bir yer değil.
Bu vitraylar şaşırtıcıydı ama. Modern sanat ilahiyatla birleşmiş. Peki..
Hem tüm kente aykırı mimarisi yüzünden ve çoğunlukla da politik/ideolojik göndermeleri nedeniyle Parisliler pek sevmezmiş Sacre-Coeur'u. Fırsatını bulduklarında Louis Michel'in barikatlarda savaştığı yere onun adını vermişler. Hatta yakınlarda bir metro istasyonunun adı da Louis Michel.
Ve çok kalabalıktı. Sürekli birileri etrafınızda, kollarınızdan çekiştirip bir şeyler satmaya çalışıyorlar. Kaçtığımı kar bildim. Hemen arkasına dolaşıp Montmarte'yi dolaşmaya başladım. İyi kararmış.
Paris'e gezmeye başladığımdan beri inat edip cafe'lerin fotoğrafını çekmiyorum. Sıradan bulduğum için değil, aksine çok güzeller ve işin doğrusu bir şeyler içerken kitap okumak için şahane yerler gibi görünüyorlar. Her biri çok güzeller desem abartmış olmam. Başlarsam durmayacağım için. Aynı şeyi Amsterdam'da kanal boyu evleri, köprüleri gezerken de yaşamıştım. Sadece gezmeyi tercih ettiğiniz zamanlar işte.
Tertre Meydanı. Nereden olduğunu hatırlamıyorum ama bildiğim bir yermiş burası. Paris'teki ilk cafe'ler burada açılmış, Picasso, Dali burada yaşamış, hep (ama hep!) yazar, ressam, şair takımının mekanı olmuş burası. Geçmişte ansiklopedistler buralarda toplantı yaparmış, 1920'de Özgür Montmartre Komünü ilan edilmiş burada, bağımsızlık talep etmişler (bkz. Uzipis - Vilnius), hatta mahalle yönetimi için dadaistler seçim bile düzenlemişler. Hala -Wikipedia tabiriyle- beş parası olmayan ressamlar tarafından mesken tutuluyor burası. Çok eğlenceliydi soğuğa ve insan kıtlığına rağmen. Bi akşam gelip içmeli...
Rue de Calvaire. Sadece bana güzel geldiği için girdiğim sokak. Tabi ki grafitileri ve stencillerı yüzünden. Lakin bu açıdan meşhur bir sokakmış. İnternette buradaki sokak sanatının envanterini tutan siteler var. Her türlü sokak sanatı mübah!
Sadece o sokak değil, her yer böyle...
Bu da anarşizmin büyükannesi.
Urge! Bir tartışma sırasında "yıkıcı dürtü yapıcı dürtüdür" cümlesini İngilizce'ye çevirmeye kalkmıştım da 'dürtü' kelimesinin karşılığı bir türlü gelmemişti aklıma. Yanlış olduğunu bilsem de will dedim olmadı, desire dedim tutmadı, Bakunin'in baba lafını karşımdaki anarşizan tipe bi türlü hatırlatamadıydım. Sorun bende değilmiş zaten, bu cümle Türkçe'ye çok da doğru çevrilmemiş, sanırım ondan...
Montmartre'den ayrılıp metroyla Latin Mahallesine geçtim. Karşıma bu çıktı: Saint-Michel Çeşmesi. Birden dank etti, Roma'yı, Floransa'yı gezerken aldığım keyfi özlemişim ben. Neyse. Buradaki meydan planlanırken bir mimardan buraya bir çeşme yapmasını istiyorlar. O da Rönesans esintili bu çeşmeyi yapıyor. Oraya da bir barış heykeli koymak istiyor. Kent konseyi de Napolyon Bonapart heykelinde diretiyor. Bir sürü tartışmadan sonra Melek Cebrail'de karar kılınıyor. Barıştan gelinen yere bak! Paris Komününde işçiler bu çeşmedeki heykeli de Bonapartizmin sembollerini de tarumar etmişler. Sınıflar arası barış'a hayır! demişler..
İşte gelmek istediğim Paris efsanelerinden bir diğeri. Dünyada bu kadar meşhur olan başka bir kitapçı var mı acaba?
İçerisi çok güzeldi ve de şansıma sakindi. Normalde fotoğraf çekilmesin diye envai çeşit dilde uyarılar asılmış her yere. Kitap çeşitliliği çok (ama cidden çok) kısır. Paris gibi bir kente hiç yakışmamış -gördüğü bi kıçım yer üzerinden genelleyen turist kafasının bir örneğini sergilediğim için gururluyum mutluyum, hatta diyorum ki Ankara Zafer Çarşısında daha iyi kitapçılar var!
Buradan kitap alınırsa üzerine kitabevinin damgasını vuruyorlar. Güzel anı olur diye kitap bakmaya başladım. Salağım ya, bizim için anlamlı bir kitap arıyorum. Ye, iç, uyu, dua et veya dünyamızı sevgi kurtaracak minvalli kitapların arasında nihayet bi bilimkurgu standı buldum da Philip K. Dick kitapları gördüm, bildiğin gıcır gıcır ABD baskı paperback kitaplar. Bu derece feci. Alsam gönlüm razı değil, almasam keşke'm olacak. En sonunda tam vazgeçmişken kitabevinin dışındaki ikinci el standından William Godwin kitabı buldum! O gün gezdiğim yerlerin yüzü suyu hürmetine hemen aldım, bastırdım mührünü. Mutluyum. Ama hala Proudhon kitabı alamadığım için çok hayıflanıyorum. O halde zorunlu not: kitabevinde sadece İngilizce kitaplar var. Paris'te Proudhon'un kitabının İngilizce çevirisini almak da pek saçma olacaktı...
Devamı başka bir postta.. Yoruldum :)
8 Şubat 2017
bu gezinin diğer yazıları:
eyyy fransaaaa
provokatif, naif ve zarif (3 kilise)
paride bir gözsüzlü
louvre'da musalandım
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder