21 Şubat 2011

yollarda


nihayet yollardayız ve kanadalıların deyimiyle "ağaç sayıyoruz". bunu ilk duyduğumda bu heriflerin kültürsüzlüğüne vermiştim ama biraz erken bir yargı imiş bu. çünkü rakım farkı olmayan bir yerde zaten etrafta görecek bir şey varsa da göremezsiniz, hele ki geçtiğiniz coğrafya sulak alan ekosisteminin tam ortasıysa ve ağaç dikeni döven yoksa. yani gittik 5-6 saat yol ama pek de bir şey gör(e)medik. yine de, yalana ne gerek, gördüklerimden ziyadesiyle hoşnutum...




şansıma tüküreyim deyip duruyordum habire. aslında daha ağır konuşuyordum tabi. ilkay'la bir şekilde iletişim halindeyiz ve bana ankara'da havanın güllük gülistanlık olduğunu söylüyor. bense o sırada ottawa sokaklarında kıçım donduğu için napacağımı bilmez halde turluyorum. çarşamba gün free günümüz. programa göre ottawa'dan toronto'ya gitme günü. arada kingston'da müze gezme günü vs. cumartesi de uçak olmadığı için free day. amma hava durumuna bakıyorum çarşamba hava fena değil ama yoldayız; çarşamba da kar veya karla karışık yağmur var. ne mutlu ki onların meteorolojisi bizden beter :) tabi adamların beceriksizliğinden daha ziyade iklim şartları öyle. ama izin verin de şu bir hafta içinde diyebildiğim "bizim ülke daha iyi" lafını burada edeyim...


yoldayız. gerçekten de ağaç saysak yeriymiş. görecek tonla şey olduğunu sanıyordum. elimdeki harita yüzlerce nehir, dere geçeceğimizi, sağımızda kanada'nın sayısız göllerinden onunu yirmisini, solumuz bir nehir kolunu takip edeceğimizi, 1000 islands denilen ünlü bölgeden geçeceğimizi ve abd sınırından uzunca bir süre 1 km bile uzakta olmayacağımızı söylüyor. ama ne fayda! üzerinden geçinceye kadar nehir mehir görmüyoruz, ağaçların arasından dahi olsa abd topraklarına gözlerimiz erişemiyor, göller falana hadi neyse de ağaçların arasından çiftlikleri bile tam göremiyoruz ki.. 


dolayısıyla burada göreceğiniz fotoğraflar hep ağaç aralarından çekildi aslında. azıcık şansım varsa bir aradan dereden bir şeyler tutturmuşum işte...


ama yine de kadraja ağaç da girdi çalı da, elektrik kabloları da girdi, çitler de, trafik levhaları da.


fotoğraflarda tonlama farkları olacak. nedeniyse çok basit. oturduğum yerden eğer güneye doğru çektiysem fotoyu fotoğraf daha aydınlık, kuzeye doğru çektiysem daha karanlık oldu. bir de aracın camlarının koyu olması eklenince hepsi doğal polarize filtreyle çekilmiş gibi oldu. eee picasa da bazen abarttı renkleri patlatma olayını. ama yine de inadım inat dokunmuyorum. kontrastı hoplattı çoğu kez. s curve olayını abartsaydım photoshop'ta böyle olurdu işte :) neyse daha çok iş çıkar burdan bana :)



işte o geçinceye kadar fark edemediğimiz wetlandlardan biri. ağaçlar bir an yol veriyor da görebiliyoruz. wetlanda sulak alan diyeceğim de olmayacak. aslında bataklık diye tercüme ediliyorsa türkçeye çok yanlış değil ama nedense batakalık denen şeyin insanı, ineği yuttuğuna inandığımız için bizde bataklık / wetland yok sanıyoruz. halbuki türkiye sınırları içinde sayısız sulak alan var. sadece çeşitleri farklı. ama burası (kanada) o konuda rakipsiz ülkelerden biri.


wiki resmi verilerine göre içilebilir dünya suyunun %9'u kanada'da. dünya sulak alanlarının dörtte biri burada. 2 milyon tane gölü var. ve rezerv buzullara sahip olmada antarktika ve grönland'dan sonra üçüncü ülke. burada olmasın da konya ovasında mı olsun bu coğrafya?


ama köy yok! göçmenler ülkesinde olmaması da garip değil aslında. abd'de de yok. küçük kasaba var, köy yok. kanada ismi etimolojik olarak Iroquoian yerlilerinin dilinde (kanata) yerleşim yeri ve köy demekmiş oysa. sadece çiftlikler var. farmville kenti gibi hepsi. silolar, samanlıklar, geniş araziler...






ama zanginlik ayrı bir şey birader. bizim köyleri hatırlayıp durdum habire. tamam üçüncü dünya edebiyatı falan yapmıyacağım, vazgeçtim..




kırsalı görmek iyi geldi bana. ve müthiş bir aydınlanma yaşadım. ulen tabi ki burada yaşayanlar windows wallpaper'larını icat edebilirler. zaten saatte 140 km ile giden bir aracın içinden otomatiğe bağlamış halde deklanşöre basan bir parmak bile windows wallpaper'ı yakalıyor bir yerde.




bulut farklılıkları havanın değişkenliğinden. malum buraya çekme sırasına göre koymuyorum fotoları..




mesela üstteki gibi görüntüleri hep ıskaladım. birden karşıma çıkıp yok oluyorlar. dedim ya ağaçlar izin vermiyor iki gıdım ilerisini görmeye. yanınızdan geçen her şeyi tam yanınızda fark ediyorsunuz.


ama o sonbahar güzelliğini kaçırmamak gerekiyormuş. şu haliyle bile çok güzeldi ağaçlar. 15 gün önce nasıldı acaba?

buradan alınmıştır
böyle oluyormuş :)



yollar kalabalık değildi. yukarıdaki fotoğraf yanıltmasın. toronto'ya çok yakınız burada. genelde sadece tırlar ve biz vardık sadece :)


ortaokuldayken kula'daydım. meyve sebze pazarının orada yanlış hatırlamıyorsam "kör kazım" diye birinin köftecisi vardı. paramız olunca arada oraya giderdik. köftesi pek güzeldi. ama tek nedeni de o değildi oraya gitmemizin. duvarlarında tır posterleri asılı olurdu. o posterlerin altında üstünde en kötü ihtimalle köşesinde bir yerlerde de hep çıplak bir kadın fotoğrafı olurdu. hani çıplak dediysek, demirel-inönü koalisyonu zamanında ne kadar çıplak olunabiliyorsa o kadar. yani bikini altı ile veya biraz şanslıysak dantelli iç çamaşırı ile koca göğüslü ama meme uçları hep yıldızlı olan o fotoğraflar. kanada seyahatimin bana bunu hatırlatması bir garip biliyorum, ama hatırladım işte bunca tırı görünce :)




mesela ikisini çok iyi hatırlıyorum: bridgette nielsen'di. sylvester stallone'nin eski karısı :) diğeri de samantha fox'du. türkiye'ye gelmişti de olay olmuştu. hey gidi günler heyyyy ..... :)


kapatayım bu bahsi en iyisi. yoksa sibel can geçmişi falan da girecek işin içine, sonra insan içine çıkamaz olacaz :)


 bu kuzey amerika ülkelerinin en sevdiğim yönü kahveleri. her fırsatta en büyüğünden alıyorum bir tane...


 kaybolduk uzun süre. daha doğrusu toronto'ya giremedik. oshawa diye bir yer var. sonra o 'yer' bitmiyor. ardı arkasına bir sürü yerleşim. biz de şaşırıp ajax denilen bir yerden otoyoldan çıktık ama kaybolduk. şu yukarıdaki köprü toronto downtown'a doğru gittiğimizi gösteren doğru işaretti. öyle tarif etmişlerdi bize. görünce sanki eski bir tanıdığı görmüş gibi mutlu olduk...

fotografik notlar: picasa bazen hayvan gibi abarttı. mesela:


 bu ne???

farklı şeyler de denenebilir daha. hele ilk önce bir cepleri boşaltalım da deneriz daha bir sürü şey...




3 kasım 2010

Hiç yorum yok: