8 Şubat 2011

I fell lucky (ottawa part II)



ottawa tam bir başkent. simcity4’te planlanmış, cetvelle özenle çizilmiş geniş sokaklar, ticari downtown ile hükümet binalarının iç içeliği, etrafını saran ikamet alanları… şimdi kendisini chpyi kurtarmaya adayan sencer hocam (ayata) urban sociology dersinde anlatmıştı bana bu kuzey Amerika yeni kıta kentlerinin yapısını. bu ottawa hık demiş de burnundan düşmüş o anlatılanların. chpyi kurtarmaya kendisini adamış bir diğer hocam, tarık hocam (şengül) da urban policy planning derslerinde demişti aslında bu downtown döneminin kapanıyor olduğunu. anlaşılan o ki bu kanada o kadar stabil bir ülke ki –bu ülkeyi sırf 20.yy'da 69 yıl liberal parti yönetmiş- kentsel değişim bile farklı yaşıyor. mesela new york veya chicago gibi bir kent yok güvenlikmiş yok kentsel yenilenmeymiş derken rantsal değişime maruz kalıyorken, mesela vatandaş downtown’u kent yoksullarına yani halka terk edip güvenlikli banliyolarına sığınırken, bu kanada’da pek öyle görünmüyor. kanada abd’den çok daha genç, çok daha çokkültürlü, çok göçmenli –hala alıyor, ilgilenenlere, ama bir o kadar da güvenli olan kanada’da (michael moore’a çak bi selam!) downtown’u terk edişin nedeni olarak başka bir neden bulunması gerekiyor bu nedenle. ama banliyöleşme eğilimi burada da var (gördük de söylüyoz, mesela  bizim büyükelçiliğinde içinde olduğu ultrazenginlerin mahallesi de kent dışında). buna bahane olarak ne bulduklarını sormayın, bilmiyorum. gerçi ben new york’ta, new haven’da, boston’da ve providence’da da gece dolaştım ve onların tehdit dediklerini ben dert etmedim ama bu belki de turist ahmaklığıydı bilemem. Bu ahmaklığın boyutları vakti zamanında harlem’in ortasında bir hostelde ikametimden ölçülebilir heralde. Dediğim gibi, güvenlik endişesi mi? bi ankara’da bi dolaşın siz…





ottawa'da yürüyoruz yürümesine de bir kent bu kadar mı başkent olur yahu? anayasa mahkemesi, devlet kütüphanesi, bilmem ne bakanlığı, şu genel müdürlüğü, bu kurumu hepiciği neredeyse tek bir bölgeye yığılmış kalmış. eski ankara’nın bakanlıkları'ı! Beton çok katlı ne kadar çirkin bina varsa hepsi kanada hükümet binaları. aynı soğukluk, resmilik, allah belasını versin demelik. 

bu bölgede dolaşmayalım, iyi de nerede dolaşalım birader? tamam downtown'a dalalım dedik.


yine kimse yok! kentin merkezi! tamam pazarsa pazar, soğuksa soğuk da neredesiniz ey halk?! 



büyükelçiliğimizden ucu telli davetiye geldi ve bizim için düzenlenecek olan yemeğe davetimiz "rica" edildi. bunu anlatacak değilim tabi, ne olduğu, nasıl olduğu, ne konuşulduğu, ne yendiği içildiği bana kalsın. ama şunu öğrendik: bu kanadalıların bir çoğunun göl kenarlarında, nehir kenarlarında da evleri olurmuş. hani şu kulübe dediklerinden. bunlar hafta sonları ailecek oralara gidip orada balık tutarlarmış, yerlermiş, içerlermiş bolca da sevişirlermiş. hatta adamların komşuluk ilişkilerinin bir çoğu da oradan kurulurmuş. onun için kentte kimse yokmuş. buna inanmazdım da ottawa'dan toronto'ya giderken yolda bu bahsedilen şeylerden bir kısmını gördüm de ikna oldum. göllerin nehirlerin üstü gerçekten de kayıklarla dolu. su kenarını mekan edinme konusunda ise bizler gibi salaklık yapıp metropollerin içindeki su kenarlarını değil de açık arazideki su kenarlarını mesken tutmuşlar. kentte kalanların da harbiden downtown'da işi ne ki? hepsi rideau center'da apple store'un kapısında! şahidim...




ben gökdelene new yok'ta doymuşum, onun üzerine var mı? hele ki orada o sokaklar kıpır kıpır insan kaynıyorken? ama yanımdaki drlevent için gezdik tüm bu sokakları :) sokakta zaten bi biz vardık, bir oradan geçmek zorunda kalmış araçlar, bir de evsizler:



bu arkadaşı önce anlamadım. şimdi ne demek istiyor homofobi ile mücadeleye destek verin derken? diye düşündüm uzun süre. kanada'nın bu konuda görece özgür sayılabilecek bir ülke olduğunu daha gelmeden kalacak otel ayarlarken öğrenmiştim. burada gay & lezbiyen (ve bittabi trans- ) hakları aşmış başını gitmiş. kanada'nın o açıdan da karnesi sağlam yani. iyi de bu adam homofobi diyor? kimsenin olmadığı sokaklarda tek başına durup bu yazıyla ne yapıyor? burada öğrendim! : benim inatla homophobia diye okuduğum şey aslında hobophobia imiş; o da evsizlere karşı duyulan anlamsız korku demekmiş. ama yine de neye nasıl yardım istediğini anlamadım. sanırım "ben evsizlerden korkmuyorum al sana para" falan deniliyor herhalde...


çok soğuk, mesaneler fındık gibi olmuş. saatlerdir mideden ne yiyeek ne de içecek geçmiş. bir mcdonalds bulsak da hamburger yesek veya bir starbucks bulsak da kahve içsek diye dört dönüyoruz. dönüyoruz da açık yer bulamıyoruz ki birader. mcdonalds arıyoruz da keyfimizden değil; iaşelerden dolayı. starbucks'ı da bilmem aslında hiç gitmedim ama en azından nasıl kahve isteneceğinin usulünü biliyoruz. en elzem şeyler yani! yoksa kanada'da amerikan mamülü peşinde fır dönmüyoruz. çok antiemperyalistiz, çok antiamerikanız, ama çişimiz var ve mcdonalds arıyoruz, bulamıyoruz.


en sonunda açık bir market görünce herhalde aynıdır deyip daldım içeri. amacım bi hotdog bulmak, üzerine hardal, turşu koymak kolayla birlikte mideye indirmek, hem de marketin arkasındaki wcyi kullanmak. da o dediklerim amerika'da öyleymiş. girdik. baktım bathroom yazan bir levha falan yok meydanda. hadi o amerikan olsun, kanadalılar restroom'u seviyorlar, ulen o da yok! bir su alayım bari dedim. maden suyundan başka her boka benzeyen yarım litrelik suya 3 cad verip çıktık ordan da... 

dedim drlevent olmayacak böyle. biz acilen daha alçak binaların olduğu yöne doğru gidelim yoksa ben çömeceğim şimdi bir köşeye. neyse ki bu gökdelen bölgesi üç bloktan fazla değilmiş de insanların olduğu bir bölgeye geldik.



second cup'a (kanada starbucks'ı) oturduk. mutlu olduk. sonra yürümeye devam ettik.






ara not: gökdelen olan yerde ben adam gibi fotoğraf çekemedim. geniş açıya ihtiyaç duyuyorsunuz şiddetle. ama o da öyle bi eğip büküyor ki neyi düz çizgi için referans alacağınız baya bir sorun haline geliyor. tamam oldu dediğiniz şeye bir bakıyorsunuz binalar alttakinin üzerine yıkılacak gibi. ben çözemedim. gerçi çıkanlardan çok da hoşnutsuz değilim ama hep aklımda acaba şöyle mi olsaydı da dedim.




biraz fazla yürüyüp yerleşim yerlerine girmişiz. fark edince hemen geri döndük :)





havanın aniden kararması ve soğuğun artık başka bir tanım gerektirecek hale gelmesi ile dönüşümüz başlayacaktı. ta ki makineyi sabitleyip deklanşöre bassak acaba nolur diye soruncaya kadar...



sonra konfederasyon parkındaki yanından geçtiğimiz ama bana gayriciddi geldiği için pek umursamadığım anıtın yanına geldim. adamların "ulusal" tarihini küçümsüyor falan değilim de çok tarihsizsiniz be abi. ingiltere hangi savaşa gittiyse siz de gitmişsiniz, sonra lagaluga yapıyorsunuz bağımsız demokratik bağımsız kanada bla bla bla. her yerde ingiliz kraliyet ailesi üyelerinin heykelleri, tüm sokaklarınız bizdeki atatürk caddesi örneğini aratmaz halde quenn elizabeth.. tarihe sahip olanlara first nations diyorsunuz ama adamları iplediğiniz yok. neredeyse bela gözüyle bakıyorsunuz. aman ne diyeyim ben size.. tarihimiz dediğiniz şeyin ingilizlerin kanada coğrafyasındaki tarihinden ne farkı var onu diyeverin hele, ben de tüm laflarımı geri alayım. bak elin amerikalısına anayasası, bağımsızlığı, rüyası, depresyonu derken bir sürü olayları var. ya siz?


türkiye kanada ilişkileri açısından yukarıdaki 1914-1918 döneminde birinci dünya savaşında kanada düşmanımız...


bu dönemde, 1939-1945'de elleşmeme dönemlerindeyiz..


1950-1953'de kore savaşında da müttefikiz.

ama gerçekte kanada ile türkiye'nin (veya osmanlı da demeli mi) kanada ile nasıl bir ilişkisi var bu açıdan hiç bilmiyorum. elin avustralyalısı, yeni zelandalısı gelip geliboluda bizimkilerle savaştıysa kanadalılar da mümkündür herhalde ama ben hiç duymadım..




ilk önce bir ısınalım artık diye otelin yoluna düşüyoruz artık. ilk free günümüzü donarak ama gezerek tamamladık. mutluyuz. I'm feeling lucky...


urban trekking raporu: 

tarih: 31 ekim - 2 kasım 2010
mesafe: 17,30 km
toplam mesafe: 82,37 km
güzergah: ne desem boş :)
katılımcılar: ben ve drlevent...

Hiç yorum yok: