27 Şubat 2011

cn tower


toronto'nun en sevdiğim ikinci yeri cn tower oldu. belki başka şartlar altında listebaşı bile olurdu ama bu sefer öyle. bu bloga kanada'ya gidiyom ben diye koyduğum fotoğrafta da görülebileceği gibi neredeyse tüm toronto fotoğraflarında bu kule haliyle mevcut. gidenin görmeme şansı yok tabi. ben fırsat olsa da çıksam diye düşünürken, tam kanada'ya gideeğimiz günün öncesinde kanadalıların cn tower'da bir öğle yemeği ayarladığını öğrenip göklere uçuyorum. hem bir dileğim gerçekleşiyor hem de kanadalılar nihayet bir yemek ısmarlayacaklar bize :)



belki de çok gereksiz bir not: o dediğim fotoğrafın olduğu konunun başlığı "çınar" idi. efendim ben gitmeden evvel kanada bayrağının üzerindeki o ağaç yaprağını bizim çınarın yaprağına benzetmiştim de onu da çınar sanmıştım. değilmiş. o akça ağaçmış. türkiye'de de çokmuş vs. dedim ya gereksiz bilgi diye. ama gerekli bir bilgi de var: şurubu çok güzel ve tüm çocuklar akça ağaç şurubunu biliyorlar! bir sürü para verip hediye diye getirdiğim akça ağaç şurubunu benim yeğenler hüpletti hemen. popüler bir çizgi film karakteri gücünü korumak için akçaağaç şurubu içip duruyormuş. gel de temel reis'in ıspanağına laf et şimdi :)   


görüşmeler sürdükçe sürdü. zor ettik öğleni de yemeğe gittik. otelden buluşma yerimize doğru yürürken toronto'nun nyc çakması gökdelenlerinde gayet tehlikeli bir iş icra eden işçiyi görünce fotoğraflamışım. ama biz daha yukarıya çıktık. hatta bilmem kaç km2 çapında bir alanda bundan daha yüksek bir şey yok...

dünyanın en yüksek binası/yapısı olmasa da dünyanın yemek yenebilen en yüksek restaurantı burasıymış. 






çıktık. bize ayrılan yeri gösterdiler ve yerimizi ezberlememizi söylediler. numarası varmış masanın. iyi de niye ezberliyoruz. nasıl karışabilir ki? şöyle: bizdeki atakule bilindiği üzere özal'ın fantezisiydi. ankara'da turistic attraction yok, seattle, toronto, kuala lumpur falan bu işi kulelerle çözdüyese biz de yaparız. hem altında alışveriş yapılır hem de millet acıkınca çıkar, kulede döner lokantada yemek yerken eşsiz ankara manzarasına doyar, şeklinde özetlenebilir bir fantezi bu. laf arasında turgut özal'ın dobralığına ve akıl yürütmesine hasta olduğumu da belirteyim. amma velakin ankara atakuledeki yemek katı bir türlü dönememişti o zaman. bozulmuştu. (hastayım özalın türkiyesine!). torontoya dönersek, yemek katı çok büyük ve o büyüklükteki restaurant 1 saatte 360 derecelik tam dönüş yapıyor. kalabalık günlerde 10 dakikalığına tuvalete giden geri döndüğünde yerini bulamıyormuş :) çünkü dönen sadece ana merkezin etrafındaki halkaymış...



hemen cam kenarına oturup seyre daldım. bir yandan da fotoğraf çekiyorum deli gibi. anlatmayı denemiyorum bile ne hissettiğimi. tek hatırladığım kulenin tepesinde oturmuş somon yerken döndüğünüzü hissediyorsunuz -ki bu midesini iyi olmayanın pek kaldırabileceği bir şey değil. tamam çok hızlı değil, ama döndüğünüzü hissediyorsunuz işte..



allahtan bir ara bir bulut geldi de görüşü kapattı. yoksa yemek kalacaktı :)

hemen bir not daha gireyim kanadalılar hakkında. şimdi bizde (işte yurtdışı görmüş adam ister istemez böyle konuşuyor) yurtdışından bir heyet gelse ankara'ya, bu adamlara yemek parası ödetmeyiz, yesinler, içsinler deriz. kalacak yer sağlarız. sonra gezdiririz. hatta ankara'da bir şey yok deyip istanbul'a götürür yatla istanbul'u dolaştırırız. kanada'da bir allahın kurumu yemek ısmarlamadı birader. cn tower'daki yemeği ayarlamışlar ama parasıyla! biz ödedik paşa paşa. 48$ kişibaşı. içki yok! hatta iş bilmiyoruz ya, tuttuk bizi getiren kanadalı'ya da yemeğini biz ısmarladık, yetmedi bahşiş dahil hesaba %15 de bahşiş bıraktık. buraya gelinceye dek bilmiyorduk yemeği bizim ödeyeceğimizi. yazmışlar maile de biz maile mi bakıyoruz kardeşim her daim? aslında iyi oldu. yoksa bilseydik de çıkmazdık biz buraya... ama mesele o değil. işte güzelim ortadoğu dedim harbiden. o misafirperverlik denen şey gerçek birader, istersen burayı bir dene!







toronto downtown...

şimdi benim simcity kenti diye bir sürü geyik yapasım var ama sokaklarına inince yapacam o geyiği.... (bu arada fotoğrafların çoğu orijinal boyutunda, kesmeye kırpmaya küçültmeye kıyamadım. küçücük  küçücük arabalar trenler falan pek şirin buradan bakınca)  ya baksana kente:





ama ottawa'da dediğim şeyi hayli hayli toronto için de derim. burada görüp durduğunuz göl meşhur ontario gölü. ama gölün kenarında oturacak yer yok doğru düzgün. her yer bina. yetmemiş adamlar limanı şehrin dibine, sanayiyi limanın içine kurmuşlar. yok, valla anlamadım ben bu işi...

**

bakın mesela, toronto islands denen bir hat var göl üzerinde (aşağıda daha iyi görünüyor). bu kapalı bir gölcük oluşturuyor göl içerisinde. ama o adalardan birinin üzerinde havaalanı var! yani koskoca dümdüz kanada'da yer bitmiş, gölün üzerindeki adanın üzerine havaalanı yapmışlar. ve aktif çalışıyor (sonra göstereceğim fotolarını). ya çok olunca suyun değerini bilmiyorlar, ya da bildiğin mallar bunlar...


işte o adalar... o adalar bir ye şekilde birbirlerine bağlılar ve hepsini bisiklet yolları sayesinde gezebiliyorsunuz. ama bu mesire yeri şekilnde düzenlenmiş adaların bir tarafında liman, diğer tarafında havaalanı var. tamam burası göl liman da o yüzden çok aktif değil ama sanayi orada yahu...


bundan sonra normal renkler....

**

yemek boyunca işte bu moddan hiç çıkamadım muhtemelen . ** li fotolar esradan...

bize eşlik eden kadın inatla acele etmeyin izleme katına gideceğiz, yemeğinizi yiyin dese de dinlemedik tabi. sonra o cam kata gittik. en sonunda da açık kata... ama bu kadar yüksek bir yerin açık katına çıkmak hiç mantıklı değil. hele ki termometreler eksiyi gösterirlerken...




ve bitti derken en çok merak ettiğim şeyle karşılaştık:



kulenin bir katında cam zemin var. götünüz yiyiyorsa üzerine çıkıyorsunuz, zıplıyorsunuz.

vücudum herhalde hiç bu kadar adrenalin salgılamamıştır heralde. uzun süre çıkamadım üzerine. ama baktım :)


herhangi bir şeyin tam üstünden bakabilmek (bu yükseklikte tabi) korkutucu ama çok heyecanlı ama çok güzel... bir kaç denemeden sonra çıktık üzerine :)


 ispatıdır....





çok para verdik ama değdi beeee...

hala toronto'yu yukarıdan görmenin şaşkınlığını atamamışken işe dönmek zorundaydık. taksiye bindik ve uzaklaştık bu bölgeden...



 04 kasım 2010




Hiç yorum yok: