14 Mart 2010

st. pierre kilisesi

.
ve nihayet st. pierre kilisesi. milleti gündüz vakti zorla rakı masasından kaldırışımız, son anda gitmeye karar verişimiz, bizim gibi koskoca 5 kişiyi alacak bir taksi buluşumuz, benim cüzdanımı evde unutuşum ama ören yerinin girişindeki görevlinin yanımmda 3 tane barış da olması sayesinde benim kültür bakanlığı çalışanı olduğuma ikna oluşu -ne alakaysa-, ziyaret için son 20 dakika oluşu ve deli gibi sürekli çiseleyen bir yağmur. buraya dair ne varsa döktüm işte eteklerimden...




antakya için en önemli yer heralde burası. 1960'larda papalık tarafından hac yeri olarak ilan edilmiş olması zaten buranın en azından katolik dünyası için önemini anlatmaya yeter de artar bile. hristiyanların ilk kilisesi! çok saçma gelse de bu bir gerçek. her ne kadar kudüs'te isa'nın takipçilerinin mekan olarak kullandığı kiliseler olsa da onlara o zaman hristiyan denmiyordu. mesih'in takipçilerine ilk kez antakya'da hristiyan adı verildi. kaynak sağlam, incil. yani ilk hristiyanlar antakya'da demek tarihi bir gerçeklik olarak yanıltıcı olsa da tarihsel olarak yanlış değil.


tabi ki üç havari toplanıp antakya'da tanrının yolunu yayma girişimlerini tartıştıklarında bu mağara bir kilise değildi. sadece bir mağaraydı. burası 1115-1135 yılları arasında mağara önüne duvar çekilerek kiliseye dönüştürülmüş. haçlılar kudüs yolundayken hem bir güvenlik önlemi olarak hem de antakya'nın bereketini pek beğenip uğruna kudüs'e gitmekten vazgeçerek antakya prensliğii kuruyorlar. 1098 ile 1268 yılları arasında da hüküm sürüyorlar. mağara girişindeki taş duvar onlardan kalma.



kilisenin içerisinde pek bir şey kaldığı söylenemez. kapısından girer girmez karşılaştığınız görüntü yukarıdaki gibi bir şey. bir lahit, hemen arkasında mermerden taht'a benzer bir oturak, üst tarafta bir heykel, mağaranın sağında bir kurna (!) ve sol tarafta kaçmak için tünel girişi. bu kurna adını verdiğim şeyde dağdan gelen su toplanıyormuş. bu suyun şifalı olduğu düşünülüyormuş ve hristiyanlar bu suyu içiyorlarmış. vaftiz için de kullanılıyormuş. amma velakin son depremlerle birlikte su azalmaya başlamış.üstteki heykel tarsuslu st. pierre'in heykeli. 1932 yılında yerleştirilmiş buraya. her 21 şubat'ta kutlanan st pierre kürsüsü bayramı için.

bir de ilginç not: bu kilise 1863 yılında papnın talimatı ve III. napolyon'un talimatıyla restore edilmiş.


sol taraftaki tüneller ise kaçış için. çok dar. kilise-mağaranın içinde olduğu habibi neccar dağı delik deşik görünümde. her yerde bu kaçış tünellerinin çıkışları var. ve bunlar dağı çepeçevre sarıyorlar. hristiyanar romalılardan kaçmak için kullanıyorlarmış bu tünelleri. abartmıyorum diğre fotoğraflarda görünen antakya'Nın arkasındaki dağ tamamen tünellerle örülü. çıplak gözle görüenlerin yanısıra, bir de çoktan yokolmuşlar, göçmüşler de var. mesela şu yukarıda görünen tünel artık kapanmış çünkü dağın hemen arkasında mermer çıkarmak için habire dağı dinamitleyen bir taş ocağı varmış. çok akıllıca! belediye valilik senelerce daha çok turist gelsin diye papa'yı antakya'ya davet et dur, sonra da dağı dinamitlemek suretiyle adamların kutsal mekanlarını günden güne yok et. gerçekten çok akıllıca!




bu kez şanstan bahsedebilirim, en azından fotoğraf çekme açısından. biz içeri girdiğimizde güneş bir an için yüzünü gösterdi. ışık eğik geliyordu (malum akşama doğruydu zaman). içerinin spotları ile birlikte fotoğraf için güzel ışık sağladı.


biz içeriden çıkınca iki çocuk yanımıza geldi; mahmut ve mazlum. kilisenin aşağısındaki mahallede oturuyorlarmış. batmandan göç etmişler. bize rehberlik etmeyi önerdiler (her yerdeki gibi). ama biz zaten gezeceğimizi gezdik diye düşünüyorduk ki hiç bilmediğimiz, duymadığımız bir şey söylediler. yukarıda dağın eteklerinde kayalara kazınmış antakya'yı gözleyen heykel(ler) varmış. isterseniz götürelim dediler. başladık keçi gibi dağa tırmanmaya...


yukarıda mülakattan çıktığı haliyle, garip kıyafeti ve fönlü saçlarıyla habibi neccar dağına patikadan doğru tırmanmaya başlayan ilkay görünüyor :)




yol boyunca çocuklar anlattılar da anlattılar. ama ben hep geride kaldığım için çoğunu dinleyemedim. çıkıyoruz ama göreceğimiz kayadaki iki üç kabartmadır heralde diye düşnüyordum. ta ki şu yukarıda görüneni görünceye kadar... akıllı olup yanında bir insanla çekmemişim. efendim şu yukarıda görünen yüz bir insanın heralde 3-4 katı yüksekliğinde. iyi ki gelmişiz, tırmanmışız dedik..



burada belli olmuyor ama yüzün iki yanında da heykeller (daha doğrusu kabartmalar) var. ilk bakışta isa'nın annesi meryem sanmıştım ama değilmiş. bu daha eskilere dayanıyormuş. heykelde görünen kharon, harun. veya cehennem kayıkçısı. yunan mitolojisine göre yaşayanların dünyası ile ölülerin dünyası arasında stynx diye bir nehir vardır. bir kişi öldüğünde haron öleni ölülerin dünyasına yani hades'in yeraltı dünyasına götürür. bunu kayığı ile yapar. ölünün gözlerine bozuk para konulması ve öyle yakılması bu kayıkçının bu işi parasız yapmadığına inanıldığı içindir (bkz. troy/truva filmi). şu an bile yunanistan'da ölen kişinin ağzının altına bozuk para konurmuş gömülmeden önce.

peki iyi de bunu niye yapmışlar. mö 174-165 yılları arasında antakya kralı IV: epiphanes zamanında kentte bir vaba salgını olur. büyük kıyım gerçekleşir. salgının durması için yüzü antakya'ya bakan haron heykeli yapılmasına karar verilir. yani yapılan yine haron'a rüşvet vermektir. ancak heykel tamamlanamadan veba salgını biter ve iş yarım kalır.




sağolsun rehberlerimiz bizi burası hakkında epeyce bilgilendirdiler. tabi dillerinin ve hayal güçlerinin ölçüsünde. mahmut (bereli olan) çok iddialı bir rehber. bizi 3-4 yerde kopardı :) birinci iddiası: burası dünyanın ilk kilisesidir. dedik ki olur mu ya, kudüs'te daha önce vardır. cevabı "abi öyledir bence de. ben size kitaptan okuduklarımızı söylüyorum. bence burası dünyanın ikinci kilisesidir" oldu. peki dedik birincisi nerededir? cevabı "japonya'da abi" :). ikinci iddiası samandağ'ı, daha doğrusu samandağ'daki hz. hızır makamını anlatırkendi. ona göre "oradaki hızır'ın mezarının etrafında arabayla üç tur atarsan dileklerin, duaların kabul olunurmuş". dedik ki "yahu o şu an mezarın kavşak içerisinde kalmasından dolayı olmasın sakın?" cevabı: "yok abi kuranda öyle yazıyor". üçüncü iddiası habibi neccar ile ilgili rivayet hakkındaydı. hani şu kellesini koltuğa alıp kurandan sureler okuyarak kente inen ilk antakyalı ilk hristiyan hakkındaki. dördüncü iddiası ise heykel hakkındaydı. haron heykelinin solundaki meryem heykelidir. kilisenin üzerine habibi neccar dağına haron heykelini yaparlarken yanına da meryem'i yontmuşlar. diğer tarafta da üç başlı köpek varmış. köpeklerin baktıkları yerler civardaki antik yerleşimleri gösterirmiş. demedik ama haron heykeli yapılırken, isa, meryem, hristiyanlık, kilise falan yoktu. belki köpek efsanesi doğrudur da bu biraz şüphel be mahmut! ama kesin iddiasını kuranda bulurdu..

sağolsunlar ama iyi rehberlik ettiler. tünelleri tek tek anlattılar. hatta küçük bir şov da yaptılar. birisi abi ben şimdi buradan gireceğim aşağıda sizle buluşrum dedi, girdi tünele. aşağıdan çıktı. bizimkiler biz de yapacağız diye tutturdular. girdiler de, çıktılar da :)

 

işte ordulu barış'ın zafer gülümseyişi. içerisi karanlık, bir ara korktum diyor. neyse ki çocuklar abi bu tarafa deyince ışığı görmüş de rahatlamış :)

dağdan antakya feci bir halde görünüyor. panaroma yapmak için bir çok kare çekmişim ama şimdi işlemeye, birleştirmeye mecalim yok. işte çektiğim karelerden biri:



bu habibi neccar dağı üzerinde şimdilerde neredeyse esamesi okunmayan surlar varmış. şöyle:


bu sadece tasvir değilmiş. yakın zamanlara kadar surlar ayaktaymış. bakımsızlıktan, kentleşmeden ve bolca bulunan taş ocaklarından dolayı yok olmuşlar. elde kala kala dağın tepesinceki iç kaleden bir kaç duvar, bir kaç tane de kemer kalmış:

 
(fotoğraf anta haber ajansından)

surlar mö 300lü yıllarda antakya'yı kurduğu varsayılan büyük iskender'in komutanlarından selevkos tarafından yaptırılmış. 23 km uzunluğunda. buna asıl antakya kalesinin surlarını da eklerseniz 30 km!. zaten dış surlar asıl olarak antakya kalesini korumak için yapılmış. helenistik, roma ve bizans zamanlarında inşa edilmiş. kimlerin önünde birbirini boğazladığını siz düşünün artık.biz dağlara bakarken hayal meyal o surların silüetini gördük. yukarıya çıkılırsa oradan daha anlaşılır oluyormş (hatta yukarıda o noktada çay içilecek mekanlar da varmış. buraya yazalım ki bir daha giderken aklımızda olsun)

bana ilginç (ve garip) gelen ise şu: diyarbakır surları hakkında bilgi toplarken o surların çin seddinden sonra dünyadaki ikinci en uzun surlar olduğu yazıyordu internetteki bir çok kaynakta. şunu öğreniyoruz ki internet denilen şey yalandır! nedeni basit; diyarbakır surları 5,5 km ve 76 burç var. antakya surları ise 30 km ve 360 burç var. şu bilgi de mevcut; istanbul surlarından sonra türkiye'nin ikinci uzun surları antakya'dadır. buyrun bakalım. diyarbakır 5,5 km ile dünya ikincisi iken antakya 30 km ile istanbul'un ardından türkiye ikincisi. eğer bu ayakta kalma üzerinden yapılsa bile yanlışmış çünkü istanbul surlarının ayakta kalan bölümü bile diyarbakır surlarından uzun. istanbul surları şu an tamamen elden geçiriliyor ve tarihi yarımadanın etrafı yine surlarla çevrili olacak. aynı şey antakya için yapılamaz mı artı elden ne geliyorsa? artık elde ne kaldıysa! gerçi o dağdan aşağıya bakınca antakya'nın daha ciddi sorunlarının olduğu da görünüyor ya, neyse...

2 yorum:

Unknown dedi ki...

Yazılarınızı ve fotoğraflarınızı büyük bir ilgiyle takip ediyorum.Her şey çok hoş

İyi çalışmalar.

gezenbezgin dedi ki...

çok teşekkürler :)