2 Mayıs 2014

tematik roma I

roma'daki en uzun günümüzü yazmaya çizmeye girişecektim ama bu kadar uzun bir gün olduğunu unutmuşum. bir türlü başlayamadım. ben de ikiye böldüm! üçü bile bölünürmüş.. 

cntraveller.com
"yarın saat 6'da kalkıyoruz çünkü gezilecek bir sürü kilise var ve bazı kiliseler 6 buçukta, kimisi 7'de açılıyor. güzel bir rota planı ile gezersek rahat ederiz" dediğimde ne kadar ciddiye alınmıştım acaba? ama uyumaya değil gezmeye geldik düsturuyla hareket etmeye pek teşne gezi ekibimiz beni utandırdı sağ olsun. sokaklarda bir biz bir de .. kimse yoktu ulen! 



 evden çıkıp via del corso'dan saldık kendimizi. rehbere göre ilk önce il gesu 6.30'da açılacak, sonra 7'de santa maria sopra minerva ve 8'de de sant'ignazio di loyola. bunları makul bir sıra ile gezip sonra da panteon'a gitmek planımız. 



via del corso'nun sonu piazza venezia ve oradaki çirkin vittoria emanuele anıtı. burası asla planımızda yok. iki nedenle: (1) bugün sadece rönesans/barok kiliseler temalı bir gezi planımız var ve (2) burası faşist italya'nın anıtı! tepkiliyiz.. hiç göresimiz yok. arkasındaki capitoline tepesine çıkıp piazza del campidoglio'yu göresimiz var. o zaman bile bu anıtın arkasından geçeceğiz meydana. o kadar gıcığız bu çirkinlik abidesine!


il gesu'ya gittiğimizde kapıların duvar olduğunu görüyoruz. hiçbir emare de yok ne zaman açılacağına dair. rehberdeki bilginin ilk yanlışlanması! yavaştan sokakları turlayalım, saat 7'de de diğer kilisede olalım diyoruz. bir yerler açık olsa gidip kahvaltı yapacağız aslında da değil.

wikipedia
neyse ki santa maria sopra minerva açıktı. buraya geliş nedenimiz buranın roma'daki tek gotik kilise olması. isa'dan önce 50 yılında bu bölgede roma bilgelik tanrıçası minerva, mısırlı tanrıça isis ve greko-mısırlı tanrı serapis için  yaptırılmış 3 tane tapınak varmış. bunlar yıkıntı haline gelmiş zamanla. 750 yılında dönemin papası burayı hristiyanlaştırmış ve üzerine kilise yapılmış. kilise de 'bakire minerva'ya adanmış. yani afrodit camii veya demeter medresesi ne kadar mantıkiyse öyle işte adlandırma. hristiyanlar yayılırken hep eski tanrı/tanrıçaları mı kullanmışlar acaba? (bkz. yeni dünyanın kolonileştirilmesi)

barok/rönesans kiliseleri gezisine ayrıksılığıyla cuk diye oturuyor. 1200lerden beri bu bir dominiken kilisesi. hani şu kara cübbeli rahiplerin, vaiz papazların, yani 'her şey kilise için' anlayışının yılmaz savunucuları, katolisizmin en yobaz tarikatı, engizisyonun baş sebebi ve uygulayıcıları. dominicanis'ler. onlara yönelik nefret o kadar büyükmüş ki onlara domini canis'ler denirmiş. yani tanrının köpekleri..

gotik kilisede ne varsa burada da var. dar ama yüksek mekan, kendine has tavanı, uzun ince pencereleri (bunlar barok kilisede yok; dolayısıyla barok kiliseler daha karanlık), dışarıdan destekleri... bu destekler şu haliyle dışından görünmüyor çünkü zamanında üstüne bir kat daha inşaat yapılmış ve gotik kilise bu kabuğun içinde kalmış. kilisenin arkasından gelirseniz bu destekleri (mimari adı ne bunların?) kabuğun altında görebiliyorsunuz. sanki sırf etrafa uysun ve o tekdüzelik bozulmasın diye bu 'kabuk'. neyse.. 

buranın hemen yanındaki manastır galileo'nın sözünü geri alıp dünyanın güneşin etrafında döndüğünü reddetmesi için yargılandığı yermiş. olsun gene de dönüyor... 



yukarıda görünen heykel michelangelo'nun isa mesih heykeli. içeride bernini'nin de bir heykeli varmış ama atlamışım. dışarıdaki bernini yeter:


mina urgan bir dinazorun gezilerinde roma'dan bahsederken saçmaya da saçma demek gerek diyerek bu heykelden bahsediyordu. mim koyalım saçma olan şey güzel değil demek değildir. bence güzel..

daha fazlası için iki güzel kaynak: sacred places ve archinform


il gesu'yu bir kere daha denemeden evvel nihayet açık bir yer bulup giriyoruz. cappuccino içip çörek yiyeceğiz. servis ister misiniz diye soruyorlar. ee herhalde diyoruz. paket yaptırmayacağız ya, bizim için doğru yanıt bu. oturuyoruz. servis yapıyorlar. bir güzel tıkınıyoruz. sonra bir şey dikkatimizi çekiyor: sabah gelen italyanlar espresso içiyorlar, bir şey yiyeceklerse dahi tezgahta tıkınıp öyle gidiyorlar. aydık hemen. sorduk. aklınızda bulunsun: servis isterseniz, yani masada oturursanız, hesabı ikiyle çarpıp kilitliyorlar size. mekanda tezgah varsa, orada ayak üstü yiyin... ha bir de sabah espresso için. cıkcıklamasın sonra romalılar..


hadi yakındır diye sant'ignazio di loyola'ya gidiyoruz. açılmamış daha. rehberin ikinci yamuğu. il gesu'yu deneyelim bir kez daha. 




smarthistory
evet açık! il gesu'dayız. asıl adı chiesa del gesu ki bu da isa kilisesi demek. inanılmaz bir yer. yüksek rönesansın en gösterişli kilisesi. bina ön cephesi yani fasatı bile barok'un doğuşunu işaret edermiş. rönesans ve barokun tüm aşamaları burada mevcut. çok net şekilde hemfikiriz: burası gördüğümüz en güzel küçük kilise! papalık kiliselerine büyük kiliseler diyorum..


buraya aslında tavanındaki gölge oyunlarını görmeye gelmiştik. girer girmez bir aynaya denk geliyorsunuz ve o size zahmetsizce görmeniz gereken tavanı gösteriyor. buraya kadar gelip de, roma'dan bahsediyorum, bu kiliseyi ve tavanını görmemek eşeklik olurmuş. giovanni batista gauli amcam öyle fresklerle kaplamışki nefin tavanını, resim nerede başlıyor, heykel nerede bitiyor, orası çıkıntılı da mı onun gölgesi şuraya düşüyor, yoksa o gölge değil de resim mi, o kadının ayağı gerçekten oradan sarkıyor mu yoksa yine şapşallaştık, hiçbirini tam anlayamadık.. muazzam... erken rokoko da denirmiş bu amcamın dönemine (1650ler). rokoko'yu da fransa da görürüz artık..


işte boyun ağrıları tam bu kilisede başladı...

burası bir cizvit kilisesiymiş. hani şu gülen cemaatinin benzetildiği katolik tarikatı. eğitime müthiş emek vermeleri sayesinde tanınırlarmış. bu 1500lerde inşaatı başlasa da görece yeni bir kilise. özellikle üzerindeki resimler, dekorasyonlar 1700-1800lere ait. cizvit kiliseleri bu kiliseyi mimari taslak kabul etmişler. buna benzer bir çok kilise varmış. en bilinenleri münih'te, nesvizh beyaz rusya'da ve buenos aires'teymiş mesela. yuh artık!



ha bir de, şapelin ne olduğunu ben burada öğrendim. benim için şapel küçük kiliseydi. mescid-cami neyse şapel-kilise de oydu. sadece o değilmiş. kilisenin küçük bölümleri de şapelmiş. koridorun yanındaki tomurcuklar gibi. veya haçın yandaki iki kısa kenarı gibi. tam karşınızdaki yüksek apsisin yanındaki küçük odacıklar gibi. bilmediğim bunların hepsinin farklı zamanlarda eklenmiş olabileceği, her birinin farklı mimarisi ve dekorasyonu olabileceği, hatta farklı amaca hizmet edebileceği, içinde çeşit çeşit papanın, azizin - azizenin, rahibin - rahibenin, hatta aristokrasinin bilumum zevatının mezarının ve/veya kafataslarının, iskeletlerinin de olabileceğiymiş. yani kiliseler görkemli, ihtişamlı, azametli, kasvetli olabildiği kadar da ürkütücü ve korkutucu da. eh istenilen de az biraz oydu zaten..

tavsiyem şuradan virtual tur yapın: smarthistory . bir de şunlar okunabilir: archinform ve sacred destinations


panteon öncesi son durağa gidiyoruz:


sant'ignazio di loyola. yine bir cizvit kilisesi. il gesu'ya öykünerek yapılmış ama tamamen cizvit emeği. ben gitmeden önce buradan çok umutluydum. tavan freskleri yüzünden. cizvit cennet öğretisinin göklerdeki kutsal evimiz teması nef üzerindeki tavana perspektif uygulanarak gösterilmişti. ve bu roma'daki perspektif oyunlarından en bilinmişiydi.  


perspektifi görebilmek için odak noktayı mutlaka işaretlenmiş oluyorlar. tam o noktadan yukarıya bakarsanız, ve bir müddet yoğunlaşırsanız etkisi harika oluyor. tam o noktaya fotoğraf makinesini bırakıp uzun enstantaneyle çekerseniz de yukarıdaki kare ortaya çıkıyor..  güzeldi ama tahmin ettiğim kadar da etkilenmedim. özellikle de kubbede yapılan perspektif oyunu tam hayal kırıklığıydı. bildiğin çirkindi..

adettendir. bilgi wikipedia 'da, virtual tour da italiavirtualtour 'da


artık panteon zamanı. kiliseleri pazar günü gezerken akılda tutulması gereken bir şey var: oralar sizin için turistik gezinin bir parçasıyken oranın yerlileri, oraya gelen hacılar ve inançlı turistler için oralar kutsal ibadet mekanları. pazar ayinine denk gelmemek gerekiyor çünkü kişileri rahatsız edebilirsiniz diye sizi dışarı çıkartma ihtimalleri var. inançlarını beğenin beğenmeyin, onlar orada turistik veya kültürel bir aktivite yapmıyorlar, dolayısıyla sizi dışarı dehlemeleri gayet normal. ha denk gelince her türlü şaklabanlığı yapıp orada kalmak istiyorsunuz, ayini fotoğraflamak istiyorsunuz, hiç olmadı kilise akustiğinde iki-üç ilahi dinlemek istiyorsunuz ama saygı göstermek zorundasınız, git deyince gideceksiniz, uygun kıyafetle girilecek dendiğinde eşşek gibi uyacaksınız, uygun kıyafetin tanımını o caminin, kilisenin, tapınağın asıl sahipleri yapar. boşuna zırlamayın. kimse siz gezin, eğlenin diye ibadethane yapmıyor. uymuyorsa da girmeyin içeri... 


m.demirci'nin merakı üzerine.. şehitler anıtı. sıradan bir sokakta, sıradan bir duvar üzerinde.. 


pazar ayinin'in hemen öncesinde ulaştık pantheon'a. bir önceki gün görünceye kadar çok da önemsememiştim burayı. gördüğüm fotoğraflar nedense bana çok da bir şey vaat etmemişti. sadece aklımda buranın devasa ve mühendislik harikası kubbesinin görülmesi gerektiği vardı. görünce her şey değişti. çok büyüktü, ilginçti ve evet çok büyüktü..  

telegraph.co.uk

milattan önce 27'de yapılmış burası. tüm tanrılara adanmış bir tapınakmış. 609 yılında hristiyanlaştırılmış. ve 1623-44 yılları arasında da bir yerde kubbedeki bronz tavan ('kapak') eritilmek üzere sökülmüş. insan ilk görünce hep böyleymiş gibi hissetse de böyle değilmiş. bronz kapağın neden söküldüğüne dair rivayetler muhtelif. rivayet 1: büyük ihtimalle sant'angelo kalesi yapılırken buraya konacak bombardıman toplarının yapımı için kullanılmış ve geri kalanı da madeni para yapımında kullanılmış. akıllıca ve tarihin akışına uygun. kutsal mekandan ayrılan bir materyalin silah ve para olmasından doğal ne var ki? yaşasın memnon! rivayet 2: bernini vatikan'daki san pietro basilikası'nın baldakenini yaparken kullanmış bu materyali. eh bu da fena değil. kutsal mekandan kutsal mekana transfer. bana şimdi kutsal olan materyal değildi ki demeyin lütfen. gördük katoliklerin materyallere ne kadar kutsiyet affedip atfetmediklerini..

baldaken şu:

stilearte.it


pazar ayini başlayacak diye dua etmeyecekleri kibarca dışarı davet ettiler. rafael'in mezarına doyamayan ilkay bu işe çok bozuldu tabi. paşa paşa çıkarıldık...


bundan sonra niyetimiz tiber'in kıyısına yönelmek. yeni hedef: santa maria in cosmedin. bizans papalığı döneminde yine bir tapınak üzerine kurulmuş bu kilise, ikon-kırıcı dönemden kaçan yunan papazlar dekore etmiş burayı, ortaçağdan kalma bir çan kulesi varmış vs. yani bizim konsepte çok uygun değil. ama gidişimizin nedeni ilkay'ın sadakatini sorgulama isteğim. şöyle:


gerçeğin ağzı denen bu heykel orada. birinin elini bu ağza sokarsınız. yalan söylüyorsa heykel eli geri vermez. şehir efsanelerine bayılan ben, collesium'u pas geçerim ama burayı pas geçmem deyip duruyordum. ilkay o eli oraya sokacak! sokmadı...



roma sokakları çok keyifli. stencillar, graffitiler veya sadece bir sprey boyayla duvara yazılan bir sloganlar da çok başarılı. beni keyiflendirmede çok başarılı. başarılı olduğu için de çok keyifli. ----bu 'başarılı' ve 'keyifli' kelimelerinin kullanımına bir türlü alışamadım, garip geliyor hala...



aha fotoğraf gidiyor! gitti...


yolumuzun üstünde largo di torre argentina'ya mutlaka uğramamız gerek..


julius cesar burada suikaste uğramış, birleşik italya döneminde bu bölgede yapılan bir inşaat sırasında keşfedilmiş vs. nedeniyle değil burayı görmek istememiz. akif pirinçci yüzünden. salve roma! romanında francis sırf konserve açıcısının peşinden gidebilmek için bir yolunu bulup roma'ya geliyor. açlık içinde gezinirken bu meydana geliyor. burası kedi dolu ve tüm kediler yukarıdaki fotoda görünen --dairesel olan-- 'bugünün kısmeti' tapınağının (kısmet: fortuna, aynı zamanda bir tanrıçanın adı, yani bugünün fortuna'sı tapınağı) ortasında bir kedi cesetinin başında toplanmışlar. francis cinayetinin izini sürer, siz de roma'nın bilimum antik yerini kedi adımlarıyla dolaşırsınız.


m.demirci'nin bir türlü anlam veremediği şekilde kedilere ulaşmaya çalıştık. normalde burası roma'nın kediler için kurtatılmış bölgesi. insan girişine kapalı. içerisi kedi dolu. romalı kedici teyzeler de üzerilerine vazife edinmişler, bu kedileri besliyorlar.. her kediye roman kahramanıymış gibi baktık. sanırım m.demirci bunu da pek anlamadı :) ama her kedi bir roman kahramanıdır, bir yazar ondan bahsetse de etmese de....


güneşin anlında gittiğimiz için en başta neredeyse hiç kedi görmedik. sonra dikkatli bakınca orada burada, o sütunun arkasında, şu duvarın tepesinde bir sürü kedi gördük. bakmasını bilmek gerekmiş..



garibaldi köprüsünden tiber'i geçtik. yukarıda tiber adası. nedense hep tiber'in kıyısına ineceğimi düşünmüştüm. hiç fırsat olmadı iyi mi? oysa millet çok eğleniyor gibiydi.  


ha bir de tiber'e tiber deyip duruyorum. oysa diğer mekanlarda bolca italyanca versiyonunu kullanıyorum. italyanlar tevere diyor. mesela trastevere tiber'in ötesi / öte yakası gibi bir anlama geliyor. italyanların tevere'sine tiber deyişim bu nehrin adının bizim kaynaklarda da tiber diye geçmesi (bkz. ilber ortaylı seyahatnamesi)...




özellikle ponte cestio'nun ayaklarının dibinde keyif çatanlara ne özendim. daha öğlen bile olmadı. bacaklarımız yorgunluğu hissettirmeye başladı şimdiden. gün uzun..


adaya o an geçmedik. nasılsa o adada bir belgeselde izleyip gideceğiz dediğimiz bir pizzacı var. orada bir öğün yapacağız. bir daha dönemedik buraya. bir şey aklınızdaysa yapın. sonra geç oluyor. roma'da hep yoldan çıkartan bir şey var çünkü. mesela hadi bit pazarına gidelim teklifi geldi m.demirci'yle ilkay'dan. her pazar günü açılan porta portese'deki pazar. ilginç bir şeyler vardır belki diye. haydi gidelim...


gideceğimiz yer standart turist haritalarının baya dışındaki bir yermiş. pek öngöremedik. salak ben, gitmeden önce yeni hattımı yurtdışı aramalarına açtırmadığım için internetim yok, gps'im çalışmıyor.. tek bildiğimiz tiberin kıyısından sapmamaız gerekiyor. hataymış. keşke trastevere içinden geçebilseymişiz.. neyse. rotayı böyle değiştirince ilkay'In sadakatini sorgulama şansını kaçırdım. gerçi pek de niyetli değildi. 'önce sen' deyip durdu bana. elbet kabul etmedim. sadakat neyse de şimdi olmadık bir soru sorar, efsane tutar, kalırım orada bok gibi.. hiç gerek yok..


çok uzun bir yürüyüş sonrası ulaştık. roma surlarının dışındayız. yukarıda arkada görülen portese kapısı. liman kapısı?


pazar umduğumuz gibi çıkmadı. kadıköy veya ulus pazarının aynısı. bir sürü afrikalı, hintli-pakistanlı göçmen, bir sürü çin malı ıvır-zıvır, bir de uyduruk çakma kıyafet. güzel olan da pahalı zaten. otantik (!) bir şey yok. ve şunu öğreniyoruz: bizim buralardaki 'ucuz' kıyafetler buradakilerden çok daha kaliteliymiş. koskoca italya'da baskısı düzgün bir tişört bulamadım. hepsi plastik baskıydı.. ama taklit gözlükleri çok güzeldi. gözlüklendik 3'er euroya!


ama pazarda olmak yine de garipti. ecnebi memleketi işte. hakan taşıyan değil caz neyim çalıyor, her büfede bira satılıyor, döner/kokoreç/köfte yerine pizza satılıyor, etnik çeşitliliği çok daha fazla. hele roma'nın turistik sokaklarında 5'er euroya içtiğimiz espresso'ya buralarda 1 euro bile vermemek... bilinmese daha iyi de, feci kazıklanıyoruz millet buralarda... 


oralara gidip çamaşır asan teyze fotoğrafı çekmeyeni dövüyorlarmış diye gözüm sürekli yukarıda. sırf adet yerini bulsun diye..


tiber'in karşısına geçip testaccio'da yürüyoruz. trastevere'de göremediklerimiz buradaymış yahu..




bari buralara kadar indik bari piramidi de görelim..


carc. partito dei comitati di appoggio alla resistenza per il communismo. komünizm için direnişi destekleme komiteleri partisi. tkpml-tikko-mkp hattının italyan temsilcisi. maoist. sloganlarından az çok anlamıştım. üstte 'ulusal kurtuluş için yeni bir komite kur' yazıyor.


"bankaların ve vatikan'ın yönetemediği bir ülke inşa edeceğiz, acil halk hükümetini kuracağız." (çeviri doğrudur umarım..) solun adetidir ya, burada da sol hareket bin parça. carc (yeni) italyan komünist partisinin bir koluymuş. '(yeni)'yi ben eklemedim. resmi adı öyle.. (n)pci. negri de bahsederdi. 90ların başında italyan komünist partisi 'komünizmin sonu'nu ilan edip kendini dağıttığında bir sürü parçaya ayrılmıştı. ve ortada pci kalmamıştı. sonra birileri bunu hazmedemeyip yenisini kurmuş demek ki. livornolulara sormak gerek..


buralarda kendimizden başka hiç turist görmedik -ki piramit turist rehberlerinde 'uyumsuz ama şaşırtıcı' diye anlatılan bir yer. çok yere uzak olduğu için olsa gerek pek rağbet görmüyor galiba. bu bölge daha italyanlara ait sanki. bakkalı çakkalı.. ve her yerde stencillar, posterler, sloganlar. acaba roma'nın gazi mahallesi gibi bir yerde miyiz?



mahalle arası parklarda dinlenip, tıkınıp tekrar yürüyoruz. ilkay illa ki burada bir fotoğraf istiyor. anlamlı. bir maoistle üzerine en çok ittifak edebileceğimiz mesel: faşistler ve polis burjuvaziye hizmet ediyor.. bizim buradaki mallar da eski/yeni faşistlerden medet umuyor...



kesin bir devrimci damar var bu bölgede..


ve piramit. cestius piramidi. kahire'ye gidip hemen dibindeki piramitleri göremeyen ilkaycım ilk piramitini roma'da görüyor. işte kader bu değil de ne? isadan önce 23 yılında yaptırılmış. ilkay üzülsün, bu piramitler giza gibi mısır piramitlerinden değil sudan'daki nubye piramitlerinden örnek alınmış. romalıların mısır takıntısı ne garip? obeliskler, tanrılar/tanrıçalar, piramitler.. mısır'a ne zaman gidiyoruz? 

yol boyu gördüğümüz her şeye uzun uzun bakıyoruz. anlamasak da. buralarda dolandıktan sonra anladığımız şey şu: italyanlar cidden huzursuz  gibiler.  her taraf slogan dolu. mesela şu aşağıdaki fotoda görünen antifa-vari posterde avrupa'dan çıkış stratejilerinden bahsediliyor. işte hayat! birileri girmek ister, birileri çıkmak. gerçi bizde de girmek isteyen pek kalmadı ya...


ikiye böldüm bugünü. düşünün bir de bölmeseydim ne olurdu? hiç yapmadığım bir şey i yaptım ilk yazımı facebook üzerinden arkadaşlarla paylaştım. kuzenlerimden yazıların çok uzun (ve sıkıcı?) olduğuna dair ciddi geribildirimler geldi. yapacak bir şey yok. bilgi isteyen bir yerlerden buluyor zaten, ee fotoğraf konusunda da hiç iddialı değilim. bu blog benim için sadece gezilerimi vs. not düştüğüm bir yer. aklımda kalanları yazıyorum işte. n'apak? yazmayak mı?

16 mart 2014 gününün ilk yarısı... 

bu gezinin diğer yazıları için:
siena - gündüz firenze!
floransa!
fiorentina!



Hiç yorum yok: