senelerdir hep edirne planı yapar dururduk. biraz yazışma, azıcık da araştırma sonucunda bir hafta sonu bizim tayfa'yla bu planı gerçekleştirme derdine düştük. ne mutlu bize!
asıl hedefimiz 'kurbağa bacağı' yemekti. öyle her daim yediğimizden değil elbet. radikal'de bir haber okumuştum. senelerdir buralarda kurbağa toplanıp avrupa'ya, özellikle de fransa'ya satılırmış. sonra bir girişimci ben bunu burada da satarım demiş, bir mekanda yapmaya başlamış. hem de çok ucuza. fransa'da küçücük tabağa 10 euro'dan aşağı ödenmezken edirne'de koca tabak 7,5 liraymış. hiç kaçırmayalım fiyat iyi dedik. düştük yola. oralarda su bülbülü denirmiş (teyitli bilgi değil).
yiyecek şey mi yok? mesela meşhur yaprak ciğerini yiyecektik, badem ezmesi yiyecektik. sonra o kurabiyelerden. sonra, selimiye'yi ve eskiden başka ne kaldıysa görecektik işte. gidince aslında edirne hakkında pek bir şey bilmediğimiz ortaya çıktı. orada öğrendik işte. niye geziyoruz ki yoksa -di mi ya?
istanbul ve çanakkale'de karşıya geçişleri saymazsam bu benim ilk trakya'ya geçişim. mevsimden midir bilmem yol pek keyifli geldi bana. bunda koskoca bir minibüste cümbür cemaat seyahat edişimiz ne kadar etkilidir bilmem. her türlü fedakarlığı yaparak bizleri taşıyan şen şoförümüz aytaç'a bu vesileyle teşekkür edeyim de kızmasın sonra.
neyse. edirne küçük ama güzel bir şehirmiş. selimiye camii'nin yerini iyi ezberlemek lazım çünkü şehrin her yerinden görünüyor bu cami. kaybolmak imkansız.
kente gelir gelmez bir kahve içelim dedik. sonra'da hemen ciğer peşine düştük..
ciğerci niyazi usta'nın yerini sora sora bulduk, ciğerimizi yedik. ben yine bokboğazlık yapıp ikinci porsiyonu da söyledim. bitiremedim, deniz bitirdi.. çok (ama cidden çok) sevdim. tam bana göreymiş.
edirne'ye giderken neşe de bizimleydi. bu ciğer sefasında sorun çıkarmaya başladı. kendi başına hareket etmeye başladığından beri kendisi takılmak istiyor arkadaş, bunun bize dönüşü de bazen 'eziyet' anlamına geliyor. o istediği yere gitmek istiyor haliyle. mesela bedesten onun için içinde envai çeşit çin malı bebeğin satıldığı bir yerden öte bir anlam taşımıyor. oysa biz kültür gezisi modundayız. eşşeklik bizde. çocukla gezerken belli kurallara uyacaksın:
kural 1: o ne isterse o olur.
kural 2: başka kurallar 1. kuralla çelişirse o kurallar geçersizdir.
ilk çocuklu gezinin kurbanı oluyordu edirne az kalsın. aslında neşe değil de biraz biz (!) sorun çıkardık. sonra herkes duruma öyle ya da böyle uyum gösterdi. olan aslında diğer çocuksuz tayfa'ya oldu. n'apalım, borcumuz olsun..
eski camii. edirne'ye gelinceye kadar o malum fotoğrafın ben selimiye camii'nde çekildiğini sanıyordum. feci halde yanılmışım. malum fotoğraf:
fotokritik vb. amatör fotoğrafçıların paylaşım yaptıkları sitelerde bu kare sürekli yeniden çekilmeye çalışılır (taklit edilir demedim dikkat -ama diyebilirdim de). iyi işler de çıkar. o civarda pusuya yatmış bir çok fotoğrafçı görünmesi bu nedenleymiş. neşe'yle uğraşıp durmasam belki ben bile denerdim bir şeyler. evet 'bile' dedim, n'olmuş?
ama işte o uğraşma seanslarımızda ilkay bu fotoğrafı çekerek o anları hatırlamama vesile olmuş. kendisine şükran duygularımı iletiyorum...
içeriye girmedim ben. keşke girseymişim. dışarıdan belliydi farklı bir cami olduğu. en başta 9 kubbeli! artık en küçük köyde bile berbat taklidi bulunan sinan kopyalarından farklı bir cami işte. sırf bunun hürmetine girilirdi. eskişehir'de osmanlılardan kalan en eski yapıtmış. selimiye'den 160 yıl önce tamamlanmış (1414-1574 sırasıyla)
işte içeriden fotolar. deniz bey'den hediye...
bugünlerde camilerdeki yazılar ve üsluplarına takık olduğum için dahi olsa burayı görmem gerekirmiş. bu cami o koca arapça kelimeleriyle efsane. mesela şu yukarıdaki hat. allah ile muhammed'in üst üste işlendiği yazı. kimse bundan rahatsız olmuyor mu acaba?
camilere hiç vav işlendiğini görmemiştim mesela. büyük ihtimal benim cahilliğimdendir.
tek ana kubbe etrafına inşa edilmeyen bir caminin içi de farklı olacaktı haliyle. zaten şu fotoğrafları gördükten sonra "bir daha gelicem edirne" dedim. ama okucam da gelicem!
herkes içerideyken biz aynı yerdeydik. neşe aynı boncukları defalarca kez mıncıkladı durdu. oradan ayırmak çok güç oldu kendisini...
sonra selimiye camii tarafına yollandık..
hemen yanındaki arasta:
nasılsa yeterince güçlü işler çıkartamayacağımı bildiğim için her seferinde abartmayacağım, tonla fotoğrafını çekmeyeceğim diyorum ama olmuyor. sanki bir şeyin fotoğrafını çekmek oranın güzelliğini takdir etmek anlamını taşıyor artık benim için. aklımdan o deklanşöre basmak düşüncesi geçmiyorsa o yer 'sanki' yeterince güzel değil. işte kendimi tutmayı düşünüp de tutamadığım anlarda çektiklerim:
içerisi şaşırtıcı. dışarıdan göründüğünden çok daha büyük ve refah içerisi. ustalık işiymiş sinan'nın. hatta sinanist cami mimarisinin vardığı son noktaymış. mimariden anlamam ama dediğim gibi güzelden anlarım. takdir ederim.
(fotolar aslında netti. sanırım eğiklik sorununu düzeltirken o netlik de bozuluyor. bu sorunu çözünceye kadar böyle. ya da eğik hallerini mi koysam? o kadar uğraşıyorsun net bir fotoğraf alabilmek için. sonra kıçı kırık bir düzenleme programı kullanmaya üşendiğinden böyle fotolarla uğraşıyorsun. olacak iş değil. yazıklar olsun sana bezgin herif!)
içeride malum grubun getirdiği baya çok yerli turist grubu vardı. içlerindeki yabancılarla, özellikle afrikalı ve orta asyalı öğrencilerden belliydi hangi malum grup oldukları. efsanelerle anlatıyorlardı camiyi. ben de aynı gruptan nasibimi almıştım. o sayede gezmiştim istanbul'un ilk camilerini. asıl anlattıklarının efsaneler olduğunu ondan biliyorum. illa ki sıradışı bir şey vuku bulmuştur bu camilerde, olmadı inşaatı sırasında, veya yapana, yaptırana, tıkmaya çalışana bir şeyler mutlaka olmuştur. sıradışı (bunu fizikdışı, mantıkdışı vs. oalrak oku) olmayanın güzel ve takdir etmeye değer olmadığını düşündüğümüzden gitgide mallaştık sanırım.
çıkınca kentin sokaklarına daldık..
3 şerefeli camii. edirne'de dolaşırken bolca minare ve camii görüyorsunuz. osmanlı'nın başkentlerinden biri olduğunu hatırlıyorsunuz. sonra da elde kalanların neredeyse sadece camiler olduğunu görünce hayrete düşüyorsunuz. hani o tarih?
sokullu hamamı
edirne valiliği. aslında ileride develi hanı diye güzel bir han varmış ama biz bilmediğimizden gitmedik. dediğim gibi edirne'ye dair neredeyse hiç bilgimiz yoktu. sadece yürüdük.
3 şerefli camii. her minaresi ayrı desenliydi. ve güzeldi. martılar da güzeldi. içini görmedik bu caminin..
bu kule makedon kulesiymiş. bazı yerlerde makedon saat kulesi diye de geçiyor.
olay şuymuş: 2. abdülhamit döneminde buradaki kuleye bir saat monte edilmiş o da saat kulesi olmuş. oysa bu yapı roma imparatoru hadrianus'un hadrianopolis kalesinin burçlarından biriymiş. bizanslılar yeniden düzenlemişler bu kaleyi. sonra osmanlılar üzerine ahşap bir yapı yapıp saat takmışlar, yanmış. sonra tuğladan taştan yine yapmışlar (1894), depremde hasar görmüş (1953). sonra itü'den gelen bir rapor şunları demiş:
1. bu kule abidelere çok yakın. ilerideki kubbeler ve minareler kadar etkili bir görüntüsü var. özellikle avrupa'dan gelirken minarelerin etkisini öldürür. dolayısıyla çirkindir.
2. kulenin alt kısmı bizans'tan kalmadır. ama üstü uyduruktur. sanat değeri taşımamaktadır.
3. kulenin tamiri masraflıdır. yıkılması uygundur.
o zamanki edirne belediyesi de kuleyi dinamitlemiş. yok edilen kule şöyle bir şey imiş:
kaynak: http://www.vatandasgazetesi.com.tr/images/haberler/saat_kulesi_gun_sayiyor_h4056.jpg |
kaynak: http://ryshotel.com/blog/wp-content/uploads/2013/05/edirne8.jpg |
bir su terazisi
saraçlar caddesi güzel ve ilginç bir cadde. öncelikle gördüğünüz seviyeden yukarı başınıza kaldırdığınızda şu yukarıdaki gibi bir sürü hoş yapıyla karşılaşıyorsunuz. ama yüz seviyesini bozmadan bir büfeye bakınca şuna da rastlıyorsunuz:
efes güneşi! öğrenci evimizin baş tacı. güzel günlerimizin olmazsa olmaz misafiri. biz piyasada artık yok sanıyorduk. hatta anar dururduk o plastik tıpalı köpek öldüreni. meğerse edirne'de hala varmış. ha bu arada not: edirne'nin eşsiz alkol kültürü şarabı da pas geçmemiş hem de gayet makul fiyatlara. tamam aslında bu sizin papaz karası ile kurduğunuz ilişkiye de bakar. ayrıca isimleri de güzel şarapların: şempanze (içeni şempanzeye döndürür manasında) ve edrine'ye dikkat!
sonra yürüdük de yürüdük. özlem'in tüm itirazlarına rağmen :)
tunca köprüsü..
haaa? kurbağa bacağı. yiyemedik efendim. tunca köprüsü ile meriç köprüsü arasındaki köprülerarası mevkiinde bir restaurantmış radikalde bahsi geçen. sadece tek bir yer yapıyormuş. o da batmış!! onca yolu boşuna gelmişiz. tüh!!
meriç köprüsü..
akşam saatlerinde yürüdük bu yolu. bana çok iyi geldi ve edirne ismini de ankara'dan kaçarsam gelmek istediğim yerler listesinin arasına yazdım. hem de baş sıralara. bu liste gitgide kabarıyor. yeter ki ankara'dan çıkayım..
önemli kriterlerimden birisi şehirde kaçacak yerlerin bol olması ve ucuz olması. ha varsa böyle büyük bir yer ona da varım (izmir'e hafiften bir göz kırpış). edirne'yi bu açıdan çok sevdim. ev arkadaşım duygu vardı edirne'den. ondan az çok biliyordum edirne'deki yaşamı. gözlemlediğimiz kadarıyla az bile anlatmış. malum deniz içre olan balık bilmezmiş deniz'in kıymetini...
eski elektrik fabrikası ?! valla. nette böyle bi bilgi buldum..
döndük ve yemek yiyip gidelim artık dedik. bize güzel geldi gazi baba meyhanesine oturduk. zaten bir biz vardık o saatte bir de bizim gibi başka bir aile. tekirdağ köfte söyledik. biraz da rakı. buraya gelip rakı içmemek olur mu hiç? ayıplarlar, taşla sopayla kovar edirneliler bizi sonra..
süt. sadece süt!
artık bize müsaade, yolumuz var dedik. meyhane sahipleri iyi de daha hiç bir şey görmediniz ki, kalın geceye dediler. yok gidelim dedik..
giderken edirne'ye has peynir, badem ezmesi, helva, kurabiye vs. aldık . önümüze baka baka dönüyoruz..
minibüsümüze varıncaya kadar yoğun kulis faaliyetleri yürütüldü. çok demokratik bir toplam olarak fikirlerimizi beyan ettik, oyladık ve "bir daha ne zaman geliriz kim bilir?" diyerek edirne sokaklarına geri döndük. meyhaneye içmeye pek tabi..
güzel bir fasıl ekibi vardı. ve haklılardı. saatler ilerledikçe masalar doldu da taştı. garip olan şu: ailece gelinen meyhane hiç görmedik değil ama çocuk sandalyesi olan meyhane hiç görmemiştik! o kadar ailece geliniyor meyhanelere. bayıldık!! (deniz gerçekten bayıldı; her zamanki gibi uyudu, hatta neşe'den önce uyuyakaldı)
edirne'yi biz çok sevdik. insanlarını da sevdik, camilerini de, meyhanelerini de. yemeklerini bi ayrı sevdik. hepsini aynı anda sevdiğimize de çok sevindik. edirne: camisi bol, meyhanesi bol, camisine de meyhanesine de gidenin çok olduğu küçük bir şehirmiş. nokta.
20 nisan 2013
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder