öncelikle gidilecek yerler diye bi listem var ve bunların arasında litvanya hiç yoktu. iş iştir, bir proje peşinden litvanya'ya gitmem gerekti. ilkay'ı da ikna ettim bana katılmaya, hep beraber düştük yola.. gerçi, seçim telaşıyla bi yerleri tutuşmuş bürokrasimiz ve lanet olası vfs denen şirket bozuğu sağolsun, pek de kolay olmadı gidişimiz. her şeyi sn.demirci ve ışıl sayesinde anca son anda halledebildik..
uçaktan gördüğümüz şey şuydu: her tarafı dümdüz olan ormanlarla kaplı bir arazinin ortasında boşluklar açıp şehir kurmuşlar, tarla yapmışlar. doğru düzgün çalışamadım, ülke hakkında o kadar az şey biliyorum ki o yüzden biraz gergindim buraya gelirken. umarım çok gezen çok okuyandan çok biliyordur...
havaalanı aştinin anca beşte biri kadar büyüklüğünde. airport payesini kerhen ve sehven almış. ya ne olacaktı? vilnius dediğin yer başkent başkent olmasına da aslında kadıköy'den küçük. çıkınca baktık ki toplu taşıma yaygın ve düzenli, ve ingilizce bilen yok. hemen sscb mevzusu yapacaktım ama şimdilik geri bıraktım.
tek kelime anlaşamadığımız otobüs şoförümüze rağmen yine de ulaşabildik kalacağımız yere. kendi halinde, temel ihtiyaçları karşılayabilen, ucuz ama merkezin dibinde bir pansiyon: downtown market guesthouse. hiç reklamını yapmazdım ama birileri kaldığımız yerleri yazmamı istemiş, link istemiş. isim benden, linki bulmak sizden.
pansiyondan çıkıp akşama kadar dolaşalım istiyoruz. nasılsa kalan saatler sayılı ya, şöyle bi üstünkörü geçiverelim sokaklarından dedik. lakin hiç bu kadar kuzeye gelmemiş olmakla yüzleştik hemen. ben ki orienting ve harita okumada üstüme olmayan bi şahsım, haritayı okuyamadım. yani harita bildiğin harita, latin harfli, kuzeyi üstte şirin bi harita; ama yönü içgüdüsel olarak güneşe göre tayin etmeye o kadar alışmışım ki bir güneşin o saatte kuzeyde (evet kuzeyde!) olabileceği aklımın ucuna dahi gelmemiş. elimde harita varken birsen'le ilkay'a harita şu sokağa diyor ama şu kapı da pek güzel, tam aksi istikamet olsa da şuraya dalalım mı dedim, daldık. orası doğru yönmüş!
işte o kapı bu kapı.. şafak kapısı.. vilnius old town'un giriş kapısı..
şimdiye kadar gördüğüm kentler üzerinden söyleyecek olursam kent brno ile roma harmanı küçücük bir kent. sokakları, genel mimarisi brno veya prag, ama kiliseleri barok. avrupa haritasını açın italya'ya bi mim koyun sonra litvanya'ya da bir tane. arada neredeyse her yer neredeyse tamamen gotik ve soğan kubbeli ortodoks mimarisi kiliselerle doluyken burası barok.
üstteki fotoda görünen arkadaki kiliseye girelim dedik. kapalı. yürümeye başladık öylesine. bazilika kapısına rastlayınca girelim bi dedik (italya'daki şişen ayakların müessibi de bu olduydu: 'girelim bakalım ne var')
kapı içerideki eski bir manastıra ve holy trinity church'e (bazilijonų bažnyčia - kutsal üçlü kilisesi) açılıyormuş.
metruk mu metruk bir kilise. önünde kendi halinde bir adam bahçeyi süpürüyor. el kol işaretiyle içeri girebilir miyiz, dedik, girdik. girmeden önce dedim ki burası bir ortodoks kilisesi çünkü dışarıda zor zahmet görünen fresklerde görünenler istanbul'daki aya irini'de görebileceklerinizle neredeyse aynı.
ve tata tatammm.. haklıyım işte. ortodoks apsis, çarmıhta isa yok, freskler bildiğin papaz. bir yerlerde gözüme greek kelimesi çarpıyor, o zaman da diyorum ki "sanırım bu yunan ortodoks kilisesi, şehre uymuş, kubbeli klasik form yerine böyle bir kilise olmuş".
ama o kadar kötü durumda ki kilise, insanın içi acıyor. her taraf dökülüyor. eski, kimse yok.. ilk girdiğimiz kilise ya, bunu da hemen sovyetik resmi ateizm politikasına bağlıyoruz. iyi de ya rehberde gördüğüm o harika kiliseler?
biz böyle mallaşmış halde sağa sola bakınırken kilise sorumlusu bu adam geliyor yanımıza. nereden olduğumuzu merak etmiş. ben de buranın ne olduğunu soruyorum 2-3 kelimeyle. adam çok net 'greek orthodoks, no! orthodoks no! [burası] greek-ukranian katolik'. ne? nasıl yani? o kadar emindim ki buranın katolik olmadığından..
o zaman bu gizemi çözememiştim. hani biraz da utanmıştım bu kadar büyük iddianın yanlışlanmasına. dönünce inat ettim, buldum işin aslı neymiş:
bu bizim bildiğimiz küçücük litvanya'nın eskinden polonya ile birlikte birlik olup zamanının avrupasının en büyük devleti olduğunu biliyoruz. hatta osmanlının lehistan savaşları falan işte bu litvanya büyük dükalığı zamanından. polonya da katolik litvanya da, ama büyüyüp ukrayna'yı, belarus'u da içine alınca bir sorun baş gösteriyor: yöneticiler katolik, tebaa doğu ortodoks slav. yasaklasan olmaz, serbest bıraksan öbür tarafta papa bıkbıklanıp duruyor. litvanya aristokrasisi bir çare buluyor: uniates, yani birleşik bir kilise kuruluyor 1600 yılında. bütün dini ritüeller, seromoniler, ikonalar, papazlar vs. korunacak ama bunlar papaya bağlılık ilan edip katolik olduklarını açıklayacaklar. işe yarıyor görünüyor en başta. ama 1700lerin sonunda ruslar burayı ele geçirince bir gecede tüm manastırları kapatılıyor veya rus ortodoksa dönüştürülüyor. bir de üstünden sscb geçiyor. şu an sadece 350 ukraynalı cemaati varmış kilisenin. katıl laik uygulamalarla dini kurumlara destek vermiyor litvanya hükümeti. cemaati varsa var, yoksa yok.
ilkaycım o kadar acıdı ki ikişer ikişer dört euro bağışladı kiliseye! vilnius için çok sağlam para.. sana ne ki? desem de insanlığın ortak mirası falan dedi, uzatmadım :)
artık didžioji caddesinde girip ünlü pilies gatve'ye gidiyorduk ama artık içimize ne kaçtıysa arka sokaklara daldık.
old town yenilenmiş bir bölge. ab'ye girdikten sonra akan paralarla ve düşük faizli uzun vadeli kredilerle kentin eski mahallesini baştan yaratmışlar. bu özellikle mekanların olduğu bölgelerde çok belirgin. tam bir avrupa geleneği olarak eski planlar ve fotoğrafları ellerine alıp aynısını baştan yapmışlar. ama arka sokaklara daha güçleri yetmemiş. ülke olarak borçlanmama gibi bir politika takip ettikleri için (dünyadaki en az borcu olan 3. ülke) yavaşlamış bu süreç.
vilnüs'da (türkler vilnüs dermiş güya) alttan alta yürüyen bi underground hava var. ki bunu old town dışını sadece gelip geçerken görmüş olduğum halde söylüyorum. sscb'nin çözülüşü sırasında başlayan bu undergroundlık hali hala devam ediyormuş; kah kendisini uyuşturucu ve alkol bağımlılığı şekline sokarak kah saf bi ırkçılığa meylederek.
günün kötü sürprizi.. "la siz hayırdır? angara!!!" yazan bir duvarla karşılaştık. yemin ediyorum kafamın üstünde bi ankara laneti dolanıyor. bangkok'ta bile denk geldiydim ben bu lanete:
bir pasaja daldık. ahşap işleri atölyesi vardı. bahçede de çeşit çeşit heykeller. hava harika. akşam oldu. sürekli bir alacakaranlık, akşam serinliği....
hafiften acıktığımızı hissediyoruz ama yine bir terslik var. şu üstteki fotoğraf çekildiğinde hava saat 22.00'ye vurmuştu. anladık ki vücut akşam acıkmaya öyle bi şartlanmış ki, güneş batmadan acıktığına ikna olmuyor. en uzun günlerin yaşandığı zaman vilnius'dayız. güneş 10.30'da batıyor, 12'ye kadar alacakaranlık sürüyor, hiç zifiri karanlık olmuyor ve sabah 3.30'da güneş yine ceee diyor.
hazır güneş de batmıyor madem yürümeye devam ediyoruz..
yeniden inşa edilen vilnüs kalesi..
uzipis tarafı... ama artık çok açız.. mekan aramaya başlıyoruz. ama yok. açık bir yer yok. italya, ispanya mı ki burası aksamın/gecenin 10 buçuğunda açık mekan bulabilelim. baltık ülkelerindeki insanlar kendilerini güneşe göre değil saate göre yaşamaya adapte etmişler. çok makul çünkü kışın güneş 9 gibi doğup öğleden sonra 16.30 gibi batıyormuş. iyi de gel bunu bizim midelere anlat!!
açık bi yer bulduk. "vilnüs'e gelip gürcü mutfağından kaçapuri mi yiyicez, hem de bu fiyata?" diye atarlandık kalktık hemen. hızlı hızlı piliesten geçtik, katedrale ulaştık vesaire.. yok allah yok.. açızz. ben neysem de kızlar aç :)
gedimino caddesinde açık yerler var. devlet tiyatrosunun kapısının üstündeki bu heykeller de biraz duraklasak da koşa koşa yiyecek bulma derdimiz var.
en sonunda! bir pizzacı ama olsun.. pizzalar gelinceye kadar hemen şu ünlü çorbadan istiyorum. ismi saltibarsciai. diliniz dönmezse pink soup deyin hemen anlıyorlar. günde iki kez içtikleri soğuk bi pancar çorbası. içinde haşlanmış yumurta, kefir, dereotu ve salatalık var. çok ama çokk güzel bir çorba. bulduğum her fırsatta içtim. ilkay'a içindeki haşlanmış yumurta garip gelse de birsen'le biz sevdik. bir de patates tabi.. beni tanıyanlar bilir, hiç hazzetmem patatesten. kırk yıl koymasalar önüme aramam ama napalım buranın milli yemeği patates. her şeyin içinde veya yanında getiriyorlar işte. ve harika svyturys balta!.. buraların artık ticarileşmiş yerel birası. çeşit çeşit. balta weisbeer tadında ama aslında yine buğdaydan yapılan filtrelenmemiş bir bira. aroması için içine bi şeyler ekliyorlarmış ama neymiş o ben öğrenemedim. (not: lagerinin bizim efesten farkı yok, darkı da güzel değil)
pizzaları tıkındıktan sonra tek derdim şampiyonlar ligi finalini izleyecek yer bulabilmek. ama sürekli kösteklendim!! yıllar sonra juve finalde ve ben çok izlemek istiyorum.. koşalımmm
bloglarda üniversite civarının hareketli olduğunu okumuştum. o yöne doğru gidiyoruz..
nihayet bir yer bulduk. ama aptallığıma bahane bulamadık. yemekten kalkıp gidersen şampiyonlar ligi maçına yetişirsin ya, e salak yemek yiyecek yer bulduğunda saat zaten 23'dü, neye nasıl yetişiyon sen? juve iyi oynamış ama herkesin tahmin ettiği gibi barça almış maçı.. ahh kaçırdım işte!
ilk günden dersler: vilnius, daha doğrusu old town'u, çok güvenli bir yere benziyor. daracık ıssız sokaklarda sürekli kadınlar var. aslında kadınlar her yerde varlar, erkekler yok ortada! kafaya taktık biz bunu ve litvanyalılara sorduk erkekleriniz nerede diye. litvanyalılar güzel insanlar, ince bi espri anlayışları var. ordudalar dedi vaida en başta. rusya'yla inanılmaz gerginler, ab üyesi olsalar da nato üyesi olsalar da rusya işgali paranoyasındalar sürekli. o ay paranoya gerçek olmuş putin faşisti alenen işgalle tehdit etmişti litvanya'yı. o hafta litvanya meclisinden bir yasa geçti ve ab'ye girişte kaldırdıkları zorunlu askerlik yeniden yürürlüğe kondu ve belli yaştaki erkekler silah başına çağrıldı. ben gitmeden önce bi kampanya çerçevesinde askeri üniforma içinde ağlayan erkeklerin olduğu çeşitli posterler görmüştüm. havaalanında da abd jetleri, askeri kargo uçakları. peki diğer erkekleriniz nerede? içiyorlarmış. bu soruyu farklı kişilere sorduğumda da cevap hep aynıydı: içiyorlar! markette iyi biralar 70 sent olursa tabi içerler! bizim efes bile orada türkiye'dekinin yarısı fiyatınaydı! gözledim markette insanların aldığı biralar 40-45 sent arasındaydı. türkiye'ye mi acıyayım litvanya'ya mı bilemedim...
artık dönüş zamanı. saat 1. hoş hava ama üşüdük artık. yoksa şu kent meclisinin önünde de takılırdık biraz. yeri geldi söyleyeyim. neden roma'ya benzettim'e bir cevap daha neoklasik mimari de var burada çünkü. işte kent meclisi, işte şehir katedrali. ama tabi bu dediğim benim gezip gördüğüm yerlerle sınırlı.
ha bir de ne anladık? çok küçük len burası!
strava diyor ki akşam akşam 9.9 km yürümüşüz!
6 haziran 2015
gezinin diğer yazıları için:
pazar ayinleriyle vilnius
10'dan sonra uzupis
vilnius III
trakai
ucundan kıyısından kaunas
5 yorum:
Merhaba;
Güzel bir gezi olmuş. Ağustos ayı içinde baltık turu planımız var.O yüzden size 1-2 sorum olacak:)Fırsatınız olup da cevaplarsanız çok sevinirim.
1)Gittiğiniz dönem ne zamandı?Hava nasıldı?Ne tür şeyler götürelim?
2)Uzupis cumhuriyeti diye bir yer varmış içinde.Oraya gittiniz mi?Old town dan yürüme mesafesi gidilir mi biliyor musunuz?
merhaba,
ben de sırayla yanıt vereyim:
1. biz haziranın ortasında gittik. hava alışılmadık derecede sıcaktı. bizim şansımızmış. normalde hava bizdeki bahar havası gibi olurmuş. akşam güneş çok geç batıyordu ama etkisi pek kalmıyordu; hava serinliyordu ama öyle çok soğuk da görmedik biz. bence ince kat kat giyinmeye izin veren şeyler götürmek gerekli.
2. uzipis cumhuriyeti çok şenlikli bir yer. biraz bohem :) bir kaç gün içinde vilnius'a dair notların tümünü eklemiş olacağım buraya. vilnius'ta görülmeye değer her yer yürüme mesafesi içinde. küçücük bir kent. size önerim old town'a yakın bir yerde konaklayın, gece yarılarına kadar yürüyün.
3. mutlaka ama mutlaka trakai'ye gidin! vilnius'tan 40 dk. uzakta ve gerçekten insan oradan dönmek istemiyor geriye. onu da bu blogda göreceksiniz.
4. zamanımız var ve illa litvanya'yı daha da dolaşacağız derseniz rehberlere uyup kaunas'a bence gitmeyin. gerçi bizim zamanımız çok kısıtlıydı, çok gezemedik ama vilnius'a çok benziyor. litvanyalı arkadaşlar baltık kıyısındaki nida'yı çok öneriyorlar. istendiği takdirde oradan hemen rus sonorono geçip kaliningrad da gezilebiliyormuş ama maalesef ben gidemedim. bir daha ki sefere artık :)
Bilgi için çok teşekkür ederim. Trakai'yi araştırmalarımda gördüm hakkaten çok güzel bir yere benziyor.Merakla takip edicem diğer yazılarınızı :)
Mustafa merhaba, bi aksilik olmazsa ben de Ekim ayında 5 günlüğüne Vilnius'ta olacağım bilim için :) Bu yazı çok iyi denk geldi... Devamını merakla bekliyorum...ps: kocaman kedinizi sevdirme sözünüz hâlâ geçerli mi? Sevgiler...
a a ? gerçekten mi?
hala geçerli. ne zaman isterseniz :) kap yavrucağı gel hatta...
Yorum Gönder