30 Temmuz 2015

pazar ayinleriyle vilnius

google'dan buldum, kaynak neresiydi?

"şehir küçükse küçük ama turlamak için çok da zamanımız yok. erken kalkalım" dedik ama bir önceki günün şaşkınlığı hala üzerimizde. sabahın 3 buçuğunda doğan güneşle birlikte bedenim hemen uyanma moduna geçti. iyi şartlamışım demek, güneş tepede, servis e5'te bostancı köprüsünde koş koş koşşş.. sonrasında tekrar uyumak hiç kolay olmadı. tamam artık kalktık kalkmasına da ne yiyeceğiz? mütevazi pansiyonumuz bize uyduruğundan continental breakfast bile vermediği için bir yer bulup meşhur mu meşhur patates kreplerinden yememiz gerekiyor.



derdimizi güç bela anlatabildik. yurtdışında kahvaltı sipariş etmek özel bi marifet. her seferinde inatla her yerin bizdeki gibi bir kahvaltı kültürü olmadığını unutuyorum. kahvaltı var mı? var. çay/kahve? var. tamam, donatıver abi masayı... 



uzun beklemeler sonucu gelen işte bu. kahvaltı... tamam çeşit çeşit peynir zeytin istemiyoruz ama en azından amerikan usulü bi yumurta, bahçeden iki domates, salatalık da mı yok bunun yanında verecek. ayrıca, biz ne dersek diyelim, garson kafasındaki krepi getirdi bize. bu krep bizdeki pidegillerin patatesli muadili. içine ne isterseniz koyuyorlar: et, peynir, balık vs. ve inanılmaz yağlı. bitkisel olduğu kesin ama bi garip, alışkın olmadığımız bir yağ. ben bile pek mutlu kalmadım. bir daha da yemedik zaten..



oturduğumuz yerin tam karşısında buranın pazarı kuruluyor. içerisi mis gibi meyve kokuyormuş.. 


pazarın kapalı bölümüne giremeyen köylü kadınlar kaldırıma diziliyorlar. artık ellerinde ne varsa, bi demet yeşil soğan, 5-6 tane elma, 1 kilo patlıcan, 3 demet kır çiçeği, satıncaya kadar orada dikiliyorlar.  bizdeki köylülerin bi sepet yumurta, bi çuval soğan, bi çanta ayşe kadın fasulyesi satması gibi değil. satacak başka şeyleri yok. o azıcık satış bile çok önemli, belki de hayati, anlıyorsunuz. o zaman gerçek litvanya'nın aslında bizim dolandığımız vilnius'a ne kadar benzediğine dair ilk soru işareti oluşuyor. 


gezgin moddan çıkıp turist moduna dönmemiz gerekiyor acilen. zaman kısıtı olanın gezginliği sadece iddiadır arkadaş!


doğru düzgün bir planımız yok aslında. sadece mimari eserleri takiben yola çıkıp, sokakları yürümek gibi az ama öz bi taslağımız var o kadar. şafak kapısından (Aušros Vartų - gate of dawn) içeri girer girmez halelujah ile karşılandık. meğerse o kapının üstünde bir şapel varmış ve pazar ayinine denk gelmişiz. bu kapı 16. yy'da vilnius'u dışarıdaki düşmanlardan koruyan 9 kapıdan biriymiş. her birinin üzerine şapeller yapılmış, kutsal emanetler dizilmiş. buradaki, üstteki fotoda görünen "şafak kapısındaki sevgilimiz" adlı ikonanın mucizevi güçleri olduğuna ve iyileştirici yeteneklerine şahit olunmuş. böylelikle litvanya ve polonya katolikleri için önemli bir hac merkezi haline gelmiş. adaklar adanır, hediyeler bırakılırmış buraya. hatta dünyanın dört bir yanına dağılmışlar ve buraya adanmış kiliseler bile inşa etmişler. uzun lafın kısası, hristiyan dünyasındaki hac mekanlarından birini daha ziyaret etmiş bulunuyoruz. 

http://worrallwind.blogspot.com.tr/2014_07_01_archive.html

hemen yanındaki st. theresa kilisesine girerek rehberlerdeki 'barok vilnius' turumuza başladık. geçen seneki roma turumuz bizim için çıtayı gereğinden fazla yükseltmiş. mesela birsen için çok ihtişamlı ve rükuş gelen bu mimari bize 'tamam ama dahası var' dedirtti. bu kiliseyi de zaten çıplak ayaklı karmelitler roma'daki bir kiliseyi modelleyip 1600'lü yıllarda yapmışlar. roma için çok geç olan bu tarih vilnius için bunun erken dönem barok dönemi olması demek. o kadar özenmişler ki bu kiliseye zamanının pahalı malzemelerini, yani isveç kum taşını, mermerini kullanmışlar. yalan yok, altarı vilnius'ta gördüğümüz en ihtişamlı altardı. dahasını isteyenler şuraya bi tıklasın.



hemen yanındaki ortodoks kutsal ruh kilisesi (orthodox church of holy spirit). rus ortodoks olup da barok formda olan tek kilise. 1500lü yıllardan beri burada bir kilise varmış. önce ahşap klasik haç olan ortodoks kilisesi yanmış, yerine 1700'lerde bu barok ve latin haçı formunda (!)  kilise yapılmış. ortodoks kiliselerde hiç alışıldık olmayan altar, stükko, heykeller mevcut burada.. vilnius barok diye bir mimari terminolojiyi hediye etmiş bu kilise.   


1800'lerde ruslar ele geçirince vilnius'taki en büyük ortodoks  mekanın bu kadar latin olmasına bozuluyorlar ve kilisenin içini yeni bizans fresklerle süsleyip mavi/yeşil rengi veriyorlar. harika bir bileşim.. 

wikipedia
burada da ayin vardı. kilisede ilk toplu ayine rastlamamız nedeniyle rahatsız etmeyelim diye çaktırmadan çektik bir kaç kare. cemaati özellikle başları eşarplı kadınlardan, köylülerden ve kesinlikle ruslardan oluşuyordu. her taraf tütsü dumanıyla kaplıydı. şu hemen üstte görünen baldakenvari şey röliker, yani kutsal emanetlerin saklandığı kasa. orada mumlar yakıyordu herkes. yakından gidip baktım, içinde iskeletlerin sarılı olduğu kefenler var. aziz anthony, john ve estatius'un kemikleri. pagan litvanya kralı 1300'lü yıllarda diplomasi gereği ortodoks bi prensesle evleniyor. bu üç rahip de sadece prensesin ibadetlerine yardımcı olmaları için getiriliyorlar. ama kutsal dava uğruna halka vaaz vermeye başlayınca bunları derdest ediyorlar. et yedirip oruçlarını bozmaya zorluyorlar. en sonunda envai çeşit işkenceyle öldürüyorlar azizleri.     


ilginç bir din tarihi var baltıkların. baltık devletleri üç tane olsa da aslında baltık halkı olanlar prusyalılar, litvanyalılar ve letonyalılar. estonyalılar aslında fin. ---ve hiçbiri rus değil. sakın rusa benziyorsunuz demeyin, şakam yok, dayağı yersiniz---.  baltıklar dil olarak aryan diline yani sanskritçeye yani hintçeye çok yakın bir dil konuşuyorlar, prusyalıar zaman içinde germenleşiyorlar. litvanyalılarla letonyalıları birbirinde ayıran şey de litvanyalıların katolik, letonyalıların ie estonyalılar gibi protestan olması. öyle böyle değil eskiden baya birbirine girmişler mezhepleri yüzünden. taaa en başta ise, baltık halkları kendi halinde pagan pagan yaşarlarken katolik dünyası buraya bir kaç defa haçlı seferi düzenliyor. yani sadece müslümanlara değil buraya töton şövalyeleriyle, livonlarla birlikte gelen haçlılar var! 


bu üstte görünen st. casimir kilisesi (Šv Kazimiero bažnyčia). litvanya'nın tarihini bu kiliseye sor anlatsın: 
1. ilk kiliseyi 1600'lerin başında cizvitler yapmışlar. 3 kez yanmış.
2. napolyon'un ordusu 1812'de burayı cephane olarak kullanmış. harap olmuş.
3. hemen ardından ruslar gelmiş. soğan kubbeyi eklemişler. rus ortodoks kilisesi olmuş. 
4. birinci dünya savaşında alman ordusu gelmiş ve lutheran protestan kilise olmuş.
5. 1920'deki restorasyon döneminde tekrar cizvitlere verilmiş, katolik kilise olmuş.
6. sscb gelmiş. içeride ne var ne yok talan etmiş. yetmemiş burayı ateizm müzesi yapmış..
7. 1990'ların sonunda yeniden kutsanmış ve özüne dönmüş..

ha bu sırada kiliseden bi şey kalmamış.. oldukça sade ama cemaati inançlı..

truelithuania.com
sıradaki ortodoks st. nicholas kilisesi. bu küçücük kilisede de aynı tarihin izini sürmek mümkün. en başta üstteki resimdeki sol taraftaki gibi barok uniate kilisesiyken 1800'lerdeki rus işgalinde diğer gruplara da ibret olsun diye rus ortodoks kilisesine dönüştürülüyor ve mimarisi bile yeni bizans biçimine çevriliyor. küçük kilisenin büyük hikayesi.. 


biz geldiğimizde bir vaftiz töreni vardı (daha iyi bi foto konacak)


ikonostasis önünde ilkay :)


st. paraskeva kilisesi. eskiden tam burada bi pagan tapınağı varmış. vilnüs'daki ilk kiliseymiş.. büyük kuzey savaşlarında isveçlilerle savaşa tutuşmadan önce zamanının rus çarı gelmiş burada dua etmiş, savaşı kazanınca buraya gelip isveç bayrağını buraya bırakmış falan. küçük bi rus kilisesi gördük nasılsa deyip pas geçtik. itiraf: yorulduk şimdiden.. 


vilnius üniversitesi'nden içeri şöyle bi kafa uzattık. ziyarete o gün kapalı ama kulesi açık. gidilen yerin kulesine çıkılacak fazrını yerine getirmek üzere tırmanmaya karar verdik. hemen girişte küçücük bi bilim müzesi. 




tırmanmaya başladık başlamasına ama daha öğlen olmadan biz bitmiş durumdayız..



doğrusu pek umduğum gibi çıkmadı. çünkü bu old town pek eski değil. bildiğin yenilenmiş bir bölge. sadece çatı kiremitlerine bakarak bile söylenebilir bu. 



kentin tümünü görmek için yine de iyiydi tabi ama kalesine ya da üç haç tepesine çıkınca buraya çıkmanın çok da bir numarası varmış gibi gelmedi bana..


arkadaki 'modern' vilnius'u hiç göremedim maalesef. modern dediğime bakmayın, bunlar sovyet dönemi toplu konutlarıymış. bir dahaki sefere artık.


bugünkü nihai hedefimiz bu taraf. yürürken iki adımda bir bilmemne kilisesi bulduk. bu kuleden  kente bakınca neredeyse her kareye 2-3 kilise giriyor. tarihi yarımadadaki cami sıklığından çok desem yalan olur mu ki? bunca badireden sonra bu kiliseleri her seferinde ayağa kaldırmak en başta sadece ulusal kimliğin bir göstergesi olarak okunabilir belki. neyse ne, laik litvanyalılar göz ardı etme eğiliminde olsalar da kiliseler gayet dolu ve aktif. sscb'den kendini kurtaran uluslar dini sscb komünizminden çıkışta rehber olarak kullanmışlar. 'sscb komünizmi' tamamen benim tanımım elbet. yoksa onlar için sscb= komünizm= sosyalizm= faşizm= rusya hatta= 'sol'. 


pylimo caddesinden katedrale doğru yürüyoruz. burası kentin en havalı caddesi. kalabalık. cafeler, barlar, dondurmacılar, restoranlar, sokak sanatçıları, sokak satıcıları... yürümesi hoş bi cadde. 


buraya uyuşturucuyla ilişkili bir proje kapsamında bir eğitime katılmaya geldik. eğitim sokakta başlar. hocamız da dali :)


bakmayın bu kadar kedili objenin bulunduğuna. sokaklarda ne kedi ne köpek var. bizim için ne tuhaf. brno'da bunu merak edip 'kediler nerede?' diye sorduğumda çek halk sağlıkçı ev sahibimiz 'sokakta neden kedi olsun ki?' diye bir soruyla karşılık vermişti. normallerimiz çarpıştı. şu lanet olası ülkemizin belki de tek sevdiğim yanı sokaklardaki kediye köpeğe bu 'medeni' avrupalılara nazaran daha bi kıymet verilmesi galiba. 



katedralin olduğu meydanda bi hareketlilik var. ne olduğuna dair hiç fikrimiz yok. e soracak kimse de yok. kortej düzeninde bekleyen sıra sıra insanlar. ellerinde kendi kiliselerini temsilen flamalarla duruyorlar. kimi yerel giysili. bayram mı, festival mi?


küçük rahipler, mini rahibeler.. 




onlar dışarıda bekleşedursun ben arada içeri girdim. pazar ayini yapılıyordu. çok kalabalık.. ayin bitince herkes kapıya yöneldi. ben de...


dışarı çıkınca cemaat kenara dizildi. kortej de ilahilerle yürüyüşe geçti. çeşit çeşit gruplar. rahipler, rahibeler, monk, keşiş.. (bilmiyom ya, sallıyom).. 


kortejin en sonuna kenarda bekleşenler de takıldı. hep beraber yürümeye başladılar. pylimo'dan kente doğru... anlayabildiğim kadarıyla olay şuymuş: ayinin bir bölümünde bir haç gezdiriliyor. normalde kilise içerisindeki her resim/ikon önüne gidilip dualar okumak şeklinde gerçekleştirilen bu ayin, pazar günü katedralden alınan haçın büyük kiliselere götürülmesi şeklinde icra ediliyormuş. flamalar ise kiliselerin flamaları. onlar gidince biz katedrale girdik..



bu neoklasik katedralin için çok sade. 1200'lerin ortasında pagan bir tapınağın yerine yapılmış. litvanya-polonya kralları burada taç giymiş. onlarca kez yıkılmış, yanmış ve yeniden yapılmış. kralların, kraliçelerin mezarları burada. sscb zamanında depo olarak kullanılmış. italyan mimarlar ve sanatçılar şu anki haline kavuşturmuşlar.


wikipedia

katedralin en şatafatlı şapeli: st. casimir şapeli. litvanya-polonya büyük dükalığının ne kadar haşmetli olduğunu göstersin diye italya'dan adam getirtip en pahalı malzemeyle yapmışlar. ha sonra ne olmuş? ruslar gelmiş.. aynı hikaye: osmanlı'nın ne kadar zengin olduğunu göstersin diye italya'dan adam getirip en pahalı malzemelerle dolmabahçe sarayını yapmışlar. ha sonra ne olmuş? ruslar gelmiş... gönderme: tc'nin ne kadar büyük bir devlet olduğunu göstersin diye en pahalı malzemelerle ak sarayı yapmışlar. ha sonra ne olmuş? sonumuz hayrola....




kiliselerin değişik bölümlerinde yukardaki fotoda görünen bu küçük şeylerden var. gelince aradım, taradım, araştırdım, buldum. bunlar adakmış. yardıma ihtiyacı olan kişi kutsal ikonaların ve fresklerin önünde azizlere ve ulu kişilere dua edip yardım/şifa istiyor (bizdeki adak gibi). eğer isteği yerine gelirse gelip buraya bu küçük kolyeleri, nesneleri azize hediye ediyor. bu adaklar genelde vücut parçaları formunda olurmuş. biz genelde bacak gördük. yürüyerek hacı olmayı temsil edermiş. bir de elim ayağım sana feda olsun ya casimir demek oluyormuş bu.  


ilkay'ın dönüp dönüp baktığı, bakıp bakıp kendini tutamadan güldüğü robin williams heykeli :)



katedral meydanı.. burada bir taş varmış. üzerine çıkıp 360 derece kendi etrafında dönünce dileğin yerine gelirmiş. ben hiç rastlamadım. olsun ben roma'daki dilek çeşmelerine güveniyorum.. 


demir kurt! ne güzel tişörtler, flamalar vardı bu figürün üzerine işlendiği. bizdeki çağrışımı olmasa al giy. öyküsü şuymuş: dibinde durduğu adam gediminas vilnia nehrinin yakınlarındaki kutsal ormanda bizon avlanır. yorulunca bir yere kıvrılıp uyumaya başlar. ama gece bir rüya görür. demirden koskoca bir kurt bir tepenin başında durup ulumaktadır ve sesi o kadar korkunçtur ki sanki 100 kurt bir arada uluyor gibidir. dük uyanır uyanmaz pagan rahibine rüyasını anlatır ve tabirini ister. o da der ki "demir kurt kale sizin kuracağınız şehri ve inşa edeceğiniz kaleyi temsil ediyor. bu şehir litvanya ülkesinin başkenti olacak ve soyunuzun namı tüm dünyada yürüyecek".  gediminas tanrıların isteiğine uyar ve buraya bi şehir kurar.    klasik bir ulu ulus destanı.



bir kahve molası verdik. kurabiye yedik. twitter'a baktık. bir kaç aksaklık olsa da, plakasız arabalar oy kullanılan yerlerin önüne park edilse de seçim devam ediyor. akşam görececeğiz.. 


7 haziran 2015

bu gezinin diğer yazıları için:
vilnius'da akşamlar olmasın
10'dan sonra uzupis 
vilnius III
trakai
ucundan kıyısından kaunas

1 yorum:

Unknown dedi ki...

hoş bir anlatım.............yazar olabilirsin hikaye dene sinan