25 Mart 2014

pattaya 2


normalde bir kentin arka sokakları genelev bölgesidir ama pattaya'da durum tam tersi. bütün kent bir fuhuş ekonomisinden besleniyor desek yalan olmaz. ama buranın da arka sokakları varmış ve kabul etmeli ki çok daha güzel. açıktaki adaya gitmeyenler koskoca otel komplekslerinde 5 yıldızlı lüks tatiller yapıyorlar. biz de o otellerden birinde, royal cliff hotel'in konferans salonunda görevimizin başındaydık..





sıradan sabah manzaramız. o kadar nem içerisinde kafa hiç kalmaya meyilli değilken, hazırlan, şort yerine pantolon, sandalet yerine ayakkabı, tişört yerine gömlek giy, yeri gelsin kravat ceket kombinasyonuna bürün ve uyduruk continental style otel kahvaltısına in. geçerken hep sahil boyunca jogginglerini yapan batılılara ya da palmiyelerin ötesinde denizin üstünde sivrisinek misali parasailing yapan japon turistlere öykün. ama yine de fiilen çalışan bir memur ol. işte işin gerçek yüzü...


sonra konferans oteline gitmek için pattaya'nın tukutuku sayılan kamyonetlerle pazarlığa tutuş. onlar iki kişi 1000 baht desin. sen bağırış çağırış pazarlık yap, iki kişiyi 200 bahta götürsünler. ve yüzlerindeki o sinsi gülümsemeye bakıp bildiğin tüm küfürleri tek tek sırala. oysa bil ki 'sen benim karımı kızımı düdüklemeye gellmişsin buralara, ben de seni azıcık düdüklesem çok mu?' diye düşünüyor o adam. 'iyi de ben onlardan değilim' diyeceksen de bunu konferansın organizasyon komitesine haykır. ah keşke phuket'te olsaydık şimdi ya diye hayıflan.


havadar havadar yol al. pattaya güneyindeki tepeye tırmanmaya başla. her gün thai boksu antremanı yapanları gör. onlara da bir celallen sonra 'bir daha bir thai ile asla o kadar sert tartışmayacağım çünkü thai boks biliyor olabilir' diye kendine hatırlatma koy. bütün çinliler kung fu ustasıdır, bütün japonlar samuraydır, bütün thai'lar tehlikelidir. ama yine kazıklanma ihtimaliyle yüzleşince her şeyi unut. ata sporu güreşin işe yaramayacağını unutma. ama gazdan kaçış antremanları pek tabi işe yarar. yaşasın şanlı gezi süreci.


konferans salonuna giderken yalıyarın üzerindeki havuzda yüzüp aşağıdaki tayland körfezini izleyenleri gör. için bi sıkılsın. sonra vazife başına...


pirinç. ilkay bir ara pirinç sorumlsuydu ve sürekli pirinçten bahsedip duruyordu. ---sonra fındıkçı oldu. en son arpa mıydı mısır mıydı neydi onlarla uğraşıyordu. ilginç bir kariyer çizgisi var karıcığımın- -. konferans kompleksindeki fuar alanında yerel toplululuklara da stand vermişlerdi. bir yerel topluluğun (köy?) bu kadar pirinç çeşidi yetiştirebileceğini düşünmemiştim..


yine bir pirinç spekülasyonunda, yani birilerinin pirinç bitti şimdi ne olacak halimiz diye feveran edip piyasayı yükseltirken, tayland'dan neyim pirinç ithal edilmişti. bunlar gibi uzun pirinçler. mutfaktaki türk kadını bununla aynı yöntemle pilav yapmaya kalkınca çuvallamıştı, çuvallamıştı da çuval çuval pirinç ıskartaya çıkmıştı. gördüğüm kadarıyla thai milleti pilav yapıyor. hem de çeşit çeşit. ama çok farklı biçimde olsa gerek. farklı ama lezzetli. acaba gdo neyim varmı ki bu pirinçlerde?


ama arkadaş geldiğimden beri hep şunu söylüyorum: ben tayland'da muz yedikten sonra buradakilere muz demem. yerli anamur muzu bir nebze de orta-güney amerika menşeili çikitavari sanayi tipi muzlar muz değilmiş. yemek arasında hevenk hevenk muz yedim. sadece o mu? çeşit çeşit bilmediğim meyve yedim. misal:

longan ya da long kong. ejder gözü de denirmiş, kedi gözü de. tat tanımlanamaz ama, üzüm gibi...

mangostan ya da mangosteen. meyvelerin kraliçesi de denirmiş. tadı harika..

pitaya. ejderha meyvesi. dragon fruit. antalya bölgesindeki kaktüs meyvesine benziyor. sulu ama genel olarak tatsız.

karambola. star fruit. yıldız meyvesi. yiyip beğenmiştim ama hiç hatırlamıyorum şimdi neye benziyordu. 


rambutan. çok lezizmiş. denemedim. elime alınca o duygu hiç hoşuma gitmedi. bir dahaki sefere... tahminin aksine dış kabuğu yumuşacık ve içteki meyve yumurta gibi sert. emilerek tüketiliyor!

                           

onca sunum arasında nefes almak için dışarı çıktığımızda sürekli şu plajı görüyorduk. özenmemek mümkün mü?



ilk günler aşağı inmedik canımız çok çekmesin diye de sonra indik ama. çok acı oldu. özellikle de gitmemiz gereken bir oturum varsa. paralel toplantıların birinde sunum yapmam gerekiyordu. üniversite yıllarım sonrasında ilk kez sunum yapacağım. okuldayken sıkıldığımız ve sıkıştığımız yerde türkçeye dönüverirdik hemen. burada öyle bir şansım yok. her şeyden öte soruları anlamam ve cevap verebilmem gerekiyor. sosyal korkusu olan bir insanım ben. ve burada sadece 3 yıldır çalışıyorum. feci gerginim. mideme ağrılar girdi. çare olsun diye o plajın dibine girdik. ama çok işe yaramadı. 15 dakikalık bir sıkıntı için neler çektim neler..



şurada bir yürüyüş bile tahmin etiğim kadar çok işe yaramadı. ama yaptım! hem de çok güzel yaptım! takır takır ingilizce konuşuyormuşum ben :) biraz zike zike elbet.. ama şimdi diyorum ki gelsin yeni konferanslar sunumlar.. vız gelir tırıs gider... 


şöyle biraz gözünüz dışarıya dönünce alışkın olmadığınız şeyler yeniden görünüyor ister istemez. deniz anası gördük. gerçekten ürkütücü boyutlardaydılar..


çiğdeci. cristina scuccia. common myna. sığırcıkgillerden buralara özgü bir kuş. ama türkiye'de gözlendiği de olmuş. ismini duymuştum ama hiç görmemiştim. acayip sıcak bir kuş. ayak parmağımı didiklemeye kalktı desem :)


sürekli kafam yukarılardaydı. filmlerden alışkınım. bu coğrafyada maymun-gillerden bir şeyler görmem gerek.

gördüğüm her seste umutlandım ama nafile. çıka çıka sincap çıktı..


hayvanları pek sosyal canım tayland'ın. çiğdecisi, faresi. sıçanı, varanı, sincabı..




işte bu ağacın hastasıyım. google'da ağaç nasıl aratılır acaba? bu nedir ki?


ya da bu?



akşam olunca shuttle'a atlayıp otele gidiyorduk. bir akşam işimiz geç bitince akşama kaldık.


sahilde ne göreyim? şezlonga uzanmış insanlar, güneş batıyor ve birileri ayak masajı yapıyor. kaçırır mıyım? o ana kadar çok defa masaj yaptırmıştım da en iyisi buydu. kıskanın valla..



pattaya'da kızların malum işe çıkmadan önce uğrayıp dua ettikleri bir sunak.

sunum yaptığım paralel toplantıyı organize edenlerle birlikte dönecektik bangkok'a. bizi yemeğe götürdüler! neler yemedik ki? misal:

bu yengeçle yapılan bir çeşit sarma..

yukarıda asıl yemekler görünüyor. ızgara balık. sea bass diye tanıttılar bize. yani levrek. onlar çok bayılarak yeseler de bana çok da özel gelmedi. bizim levrek dediğimiz şey aslında 'meditterenean sea bass' imiş. bu levrekler okyanus levreği. diğer yemeklerin yanında sıradandı. ortada altında ateş yanarken servis edilen bir çeşit sulu yemek. içinde balık eti, yengeç eti, ıstakoz ve bilimum sebze vardı. o yuvarlak görünen şeyler ise -hangi balığın olduğunu öğrenemedim- havyar. işte bu müthişti gerçekten. daha önce de dedim ya ben bayıldım bu yemeklere. o soslarla her şey güzel.

konferansta verdikleri yemekler de çok ilginçti. özellikle salatalar. bir salata yedim. içinde domates, salatalık, marul, ananas, tavuk eti ve mango vardı. üzerinde de feci baharatlı acı bir sos. parmaklarımı yedim :)

ve tabi ki çeşit çeşit pirinç pilavı. sebzeli, balıklı, bilimum etli. ama ben en çok sticky rice (yapışkan pilav) usulünü beğendim. tatlı olarak servis ediyorlar. lapa kıvamında bir pirinç. üzerine hindistan cevizi sütü döküyorlar. tatlı oluşu nereden geliyor çözemedim ama. hindistan cevizi sütü tatlı mı? yoksa bir şekilde şeker mi ilave ediyorlar?


her şey çok tazeydi. onlarca havuzda bilimum deniz canlısı kıpraşıp duruyordu: balıklar, yengeçi ıstakoz, kalamar, ahtapot, (jumbo) karides çeşitleri... ve oradan alıp pişirip servis ediyorlardı.



anladığım kadarıyla burası pahalı bir yer. bizim için bile pahalıyken thaiları bir düşünün. ama çok keyif aldım. 


işte pattaya defteri böyle kapanmıştı. artık bangkok'a geçtik. son gün. sonra ahbap türkiye yolcusu yeniden..

27 ağustos 2013

Hiç yorum yok: