3 Ağustos 2015

10'dan sonra uzupis..



artık değişik bir şey görmenin vakti geldi deyip şu ünlü st. anne kilisesine gidelim dedik. hani şu napolyon'un görünce "keşke elimde olsaydı da şu kiliseyi avucuma alıp paris'e götürebilseydim" dediği rivayet olunan vilnüs'deki brick gotik kiliseye. 





yeniden inşa edilen vilnius surları.. 


bu çağrıya uymamak olmazdı aslında. madem bu kadar boş alan var neden burada kalmasın ki birsen? burada geçen bir hafta sonunda daha iyi teklifler aldı da o an vilnius'ta yaşama düşüncesini diğer olasılıkları görebilmek için erteledi.


st. anne kilisesinin karşısında bir yeşil alan var (tamam vilnüs için aptal bi ifade oldu). onun tam ortasında bir ağaç var. vilnüs sakinleri kış için olsa gerek ağacı giydirmişler. her turist gibi biz de bu bölgede bir sürü fotoğraf çektik, ruj aradık, poz verdik, güldük, poz verdik, kırmızı ruj aradık, zıpladık, şebeklik yaptık :) çok eğlendik bu ağaç sayesinde :))




kilise gerçekten çok güzel. gotiklerde kasvet basar ama biz burayı çok arkadaş canlısı bulduk. çünkü bu gotik değil flamboyant gotik. merak eden baksın. keşke allah o gücü verseydi de seni avuçlarımın arasında küçükyalı'ya götürebilseydim ya st. anne!!


bu barok apsis bile bozamamış buranın orjinalliğini. en iyisi siz giriş kapısına doğru bakın:

wikipedia
buradan çıkıp hemen arkasındaki bernardine kilisesine. 


asıl ismi st. francis ve st. bernard kilisesi. gediminas bir yandan töonlarla bir yandan livonlarla boğuşup dururken artık dayanamamış papa'ya mektup yazmış. hristiyanlık artık yasak değil, bize roma'dan fransisken ve dominiken rahipler yollayın, halka vaazlar versinler, bu savaş da bitsin demiş. bu çağrıya karşılık roma'dan gelen fransiskenler buraya vilnius'un ilk katolik kilisesini kurmuşlar. gerisi klasik hikaye: önceden ahşap olan bu kilise yanmış, yerine....


üzerinden sarkanlar origami turnalar. 1000 tane var mıdır bilmem ama belli ki birilerinin duası yine kabul olmuş/olacak. 'kalp' adak simgelerinin en bilinenlerinden..


burası gereğinden fazla kasvetli. koyu ahşap heykeller. sanırım hiç böyle bir şey görmemiştim daha önceleri. 


kilise aslında gotik. ama bu da vilnius kiliselerinin döngüsünden kaçamıyor. yan, yeniden yapsınlar, yan, başka türlü yapsınlar, yıkıl, bambaşka bi şey yapsınlar..  hayır bizimki gibi deprem ülkesi olsa ne olacaktı ki burası? en baştaki gotik form büyük oranda korunsa da fasatı bildiğin barok mimari, içindeki ahşap heykeller de öyle. kimi pencereler kısaltılmış. kötü bi asimetri var içeride. duvarlarda freskler, bazı pencerelerde vitraylar. çok keşmekeş..


assisili fransis.


bugün görmediğimiz ayin kaldı mı ki? pazar ayini gördük, vaftiz gördük, haç gezdirmesi gördük, bi düğün kalmıştı onu da burada yakaladık.


furby. you made my day :) anısı bizde kalsın..



çok sevdik burayı hiç şüphe yok. bir sürü selfie bile çektik. biz öyle eğlenirken, birsen de bizle eğlenmiş. bizi fotoğraflarken avlamak gibi garip bir zevk edindi kendisine. sayesinde bir sürü fotoğrafım oldu. hiç alışkın değilim bu kadar fotoğrafımın olmasına.. 


işte o selfimiz.  blogdaki fotoğraf kalitesinin çeşitliliğinden anlamışsınızdır, buradaki fotoğraflar 3 cep telefonu ve benim makinemle çekildi. ve imrenerek söylüyorum ki bazı cep telefonlarının becerisi gerçekten çok iyiymiş. yine de sırf alan derinliği meselesi yüzünden dslr makinenin yerini asla tutamayacaklar!

çok zor ayrıldık o bahçeden..


adam mickiewicz. zamanının komple adamlarından: şair, yazar, çevirmen, düşünür, siyasi eylemci... litvanya-polonya dükalığında doğuyor. bu nedenle hem litvanya'da hem de polonya ve belarus'ta ulusal şair olarak kabul edilirmiş. rusya'nın genişlemesine karşı mücadeleye giriyor. çarlıkta geçen sürgünden sonra avrupa'ya geçiyor. hegel'in öğrencisi, weimar'ın arkadaşı oluyor. istanbul'a geliyor. asıl adı mişel çaykowski olan sadık paşa namlı osmanlı paşasının himayesinde yaşıyor. kırım savaşı çıkınca polonyalıları osmanlı ordusu altında ruslara karşı savaşmaya ikna etmek için kırım'a gidiyor, hatta orada yahudilerden oluşan bir lejyon bile kuruyor. hastalanıp istanbul'a dönüyor. beyoğlu'ndaki evinde koleradan ölüyor. hatta o ev istanbul'da müzeymiş şimdi (!)  


vilnia nehri üzerindeki (pöfff) aşk köprüsü! uzupis sakinlerinin bu isimden haberi yok. isim sadece turistlere.. 


akşama geri döneceğizz!


unutmadan.. her fırsatta kayak/kano kullanan avrupalı milletine gıcığım!


theodokos ortodoks katedrali. kente hakim nereye çıkılırsa çıkılsın görünen koca beyaz kilise.

wiki
vilnius'un en eski kilisesi bu, deseler de inanmayın. evet daha litvanya resmi pagan devletiyken kurulan bir kilise burası. kiev'den gelen mimarlar tasarlamış. sonrası klasik.. her gelen bir şey eklemiş çıkarmış. en son 1800'lerde gürcü biçimiyle yeniden yapılmış. üstünden yine sscb geçmiş elbet. bu görünen 1990'larda elden geçirilmiş kilise. üstteki resimde mesela, üstte kilisenin 1600'lü yılları, altta 1800'lü yılları.. yani alakasız bir tarih silsilesi..


iyi de o kocaman kilise nerede? ikonastasis'in ardında. bu kilisede görülesi tek şey. 


artık son. tepelerden görünen heybetli bir kiliseye doğru yoldayız ama biraz garip bir yoldan.


normal yoldan değil de gördüğümüz patikamsı bir yoldan gitmeye karar veriyoruz. vilnüs cangıllarından, metruk binaların arka bahçelerinden geçerek (artık ne cesaretse!) gitmeye karar verdik. 


kilisenin bahçesinin arkasına çıktık. kilitli bahçe kapısını aşmanın yolunu da bulduk ama sürpriz, kilise kapalı...


misyoner bazilikası adındaki bu kilise alasından bir şaheser olsa da terk edilmiş.. biz de yeterince gördük zaten..


otele dönüp biraz dinlenip çıkmaya karar verdik. 



o kadar yorgunmuşuz demek. dediğimiz saatte kimse hadi kalkın gidelim diyemedi. ne zaman karnımız acıktı anca o zaman çıkabildik dışarı. akşam uzun nasılsa...


vilnius old town çok büyük bi kentsel dönüşümden geçmiş. öyle ki buraya toplu taşıma yok. gördüğümüz arabalar, evler, insanların kıyafetleri yeterince net zaten bu kentsel dönüşümden kimin karlı çıktığı hususunda. litvanyalı arkadaşlara sorduğumuzda bize acı acı bakıp buralarda oturmaya kendi halinde stk ve kamu görevlilerinin maaşlarının yetmeyeceğini söylediler. bizim ki de eşeklik..


nihayet užupis'teyiz. burası kentin virane bölgesi. vilnüs yahudilerinin bölgesi. başka bi yerde bahsedeceğim litvanya yahudilerinin fakirlerinin yaşadığı metruk bi bölge burası. her fırsatta katliama kurban gittikleri için bölge sürekli metrukluğa mahkum edilmiş. toplumun dışlanan kesimleri de boş evleri işgal ederek squat hareketini buraya taşımışlar. önceleri fahişeler, eşcinseller ve çingeneler için olan bu bölge daha sonra sanatçılar ve altkültür gruplarının sahiplendiği bir özgür bölge haline gelmiş. 


bölge sakinleri 1 nisan 1997'de užupis cumhuriyeti'nin bağımsızlığını ilan etmişler. adamlar oturmuş anayasa yazmış. hatta iki üstteki fotoda ilkay'la birsen'in okudukları anayasa koreceden rusçaya, ibraniceye bilmem kaç dilde yazılmış. 1 nisan şakası gibi görünse de sakinleri bu meselede çok ciddiymiş. şu üstteki uzupis'in meleği cebrail heykeli. daha önce burada bi yumurta heykeli varmış. onu vilnüs kentine satıp onun yerine bunu koymuşlar.  



sokakları graffitilerle dolu buranın. gezmesi çok keyifli. 




dolaşa dolaşa yine vilnia kıyısına iniyoruz. 'asi gençler' içiyorlar burada. ama ilkesel olarak bölgede internet-cafe, büfe ve hiçbir hükümet kurumu olmadığı için gençler içme konusunda eşlik edemedik!


bir başkentin içinde bu wilderness. ne demeli? bravo!



meyveli biralar... litvanya'nın garip bi tarihi var alkol konusunda. sağlıkçıların her hamlesine içki sektörü başka bir şeyle karşılık vermiş. mesela ab'ye giriş sonrası artan alkol vergisi sonrasında tüketim düşüyormuş ama daha önce birayı adam yerine koymayan alkol firmaları birayı gençliğin yaşamının tam ortasına yerleştirebilmişler; sağlık kurumları etkili kampanyalarla alkol tüketimini düşürmeye başlayınca firmalar hiç beklenmedik bir hamle yapıp birayı -18 kadınlara da pazarlamaya karar vermişler bunun ilk aşaması da meyveli biraların piyasaya sürülmesi olmuş. 


herkese özgürlük, sokakta sanat






anarchistų bendražygiai !! tegyvuoja anarchija! 


yemek yemek konusunda yine geç kaldık. evet uzupis'te çok hoş mekanlar var ama hepsi kapalı yine. allahın anarşistleri, tembeller...!


dönüp dolaşıp ilk gördüğümüz mekana oturmaya karar verdik. gereğinden fazla güzel bir yere benziyor. bu pahalı olduğu anlamına geliyor ama çok açız ve bir an önce internet bulmamız gerek. seçim sonuçları ne oldu?


daha açıklanmaya başlamamış. twitter'dan plakasız arabaları, onların lastiğini patlatanların haberlerini okuyoruz. kahretsin, yine çalacaklar oyları...!


ana yemek gelmeden tıkınmaya başladık çünkü sonuçlara göre tadımız da kaçabilir. işte burada ilk kez kara ekmeklerinin tadına baktık. siz de bakın. accayip yoğun leziz bir ekmek!


restoran güzel ama fiyatları daha da güzel. gerçekten. litvanya'nın en güzel yanı bu. ördek ısmarladık. böyle geldi. altta böğürtlen reçeli, üstünde haşlanmış patates ve elma dilimleri ve en üstte müthiş bi yemek.


sonra seçim sonuçları gelmeye başladı bizim tayfadan, m.demirci'den. en başta dalga geçiyorlar sandık. oradan buradan defalarca teyit ettik. kendimizi her türlü kötü sonuca hazırlamıştık amaaaa, yemek harikaydı, bira soğuktu bir de üstüne ülkenin artık değişip dönüşerek bi şeye benzeme ihtimali... o gün için daha ne isteyebilirdik ki?

---şimdiden haber: ülkeye döndük. iki ay geçti. hepimiz kana boğulduk.  


birsen'den ayrılınca içmeye devam edelim dedik. vilnüs'ün ortasında bi english pub bulduk. barmenle iki muhabbet ettik, bana sonradan gözdem olacak raudonų plytų'su o önerdi. güzel seçim!

7 haziran 2015

not: uzupis vatandaşlık başvurusu kabul etmiyor; zira sokaklarında yaşamaya karar verirseniz, yaşıyorsunuz...



bu gezinin diğer yazıları için:


Hiç yorum yok: