18 Mart 2011

mavi


buraya kadar koşa koşa geldiğime değdi. sigaradan kurtulalı 3 ay olmuştu ben oradayken. onca sıkıntılı zamanda sigara aklıma gelmişti de içmeyeceğim deyince gitmişti aklımdan, ama burada bir türlü kurtulmadım o duygudan. iyi ki diyorum, allahtan, yanımda yöremde sigara yokmuş, iyi ki kanadalılar çok temiz medeni insanlarmış da izmarit bile bulunmuyormuş yerde. bulsam içer miydim bilmiyorum ama bulamadım ya, bulsaydım içerdim gibi geliyor şimdi. neyse, daha önce cn tower'ı anlatırken toronto'da en sevdiğim ikinci yer demiştim galiba. işte burası, ontario gölü, toronto'da en sevdiğim yer oldu. içinde olduğum park dikmen'deki sıradan bir semt parkından büyük olmasa da göl onu eşsiz kılıyor. hatta şunu da söyleyeyim: bu kadar sonbahar bile yetmiş...





burada renklerle ilgili bir sorun yok. bunu gönül rahatlığıyla söyleyeyim. çok fazla fotoğraf olduğu için picasa'nın bir tuşuna basmaktan kelli başka bir şey yapmıyorum demiştim. ve picasa da çoğu zaman abarttı. mesela yukarıdaki foto. tamam sonbahar kırmızısı ama bu kadar mı? aslında picasanın pek suçu da yok, benim makinemin renk ayarlarından dolayı bu abartı var. napalım? eldeki lens ancak bu yolla bu kadar keskin olabiliyor. aslında şunu söylemek için söylüyorum bunca zırvalığı: tamam makine sıcak renk vermeye can atıyor ama buradaki mavi ne makine ayarlarından ne de picasanın gereksiz efektlerinden; buradaki mavi o an gerçekten de yaşanılan şeydi. yaşadığım. bana sigarayı içirtecek olan...


bu fotoğraf aliço'ya gelsin. millet buralarda bisiklet kullanıyor aliço. hem de buraya gelirken senin benim gibi trafikle de boğuşmuyor!


günün bütün yorgunluğunu üzerimden attım burada. ne hissedeceğimi bile bilmiyorum ki burada?! bir sonsuzluk hissi, hani nefessiz bırakanından. amannn bilmiyorum işte. ben burada çok güzel zaman geçirdim.. buraya sırf bunun için git deseler 20 saat uçak yolculuğunu yeniden göze alıp yine giderim. ama yanımda ilkay olsun, sevdiklerim olsun...




cn towerdayken demiştim ya su kıyılarının değerlerini bilmiyorlar diye. hala aynı kanıdayım...


benim ağzım açık kaldığım, nefessiz kaldığım bu park tüm kıyı boyunca uzanabilirdi. ama yok. küçücük. ve gariptir insan yok. tamam bana soğuk. bir yerde egeliyim ama ya toronto ahalisine de mi soğuk hava?



benzer onca foto. ama her seferinde çok keyif aldım bu kareleri çekerken.. çünkü aklımda sürekli olarak burayı hatırlamam lazım, burayı anlatabilmem lazım, dahası burayı, bu havayı, bu gölü, bu anı unutmamam lazım düşüncesi vardı... işte keyfini de bu yüzden doya doya çıkartamadım belki de buranın. bu ikinci kez yurtdışına çıkışım. ve yine yalnız dolaşıyorum. şuna baksana diyeceğin birisi olmalı, yoksa gezdiğin yerlerin kartpostaldan farkı kalmıyor. yaşanmışlığına dahil edemiyorsun orayı...


martılar sürekli etrafınızda. nedeni de şu: bu uyanıkları insanlar besliyormuş asıl olarak. bizim güven park güvercinleri gibi. o yüzden sürekli çevrenizdeler. nasıl ve neyle besleniyorlar bir fikrim yok. istanbul olsa "martılara simit" olurdu ama burada...  şurası kesin ki az sonra burada göreceğiniz kadın uyardı beni, dadanıp hırsızlık yapabiliyorlarmış.



suda bana doğru gelen kuşları görünce allah var aklıma ilk martılar ve karabataklar geldi. yaklaşınca gördüm ki bildiğimiz yeşil başlı düvel ördek! sonra dank etti: bana deniz gibi gelen bu yer aslında kocaman bir göl. tatlı su!!




işte artık beni kopartan iki şey. kano ile akşam sefasına çıkmış amca ile elinde gazetesiyle keyif çatan teyze.. yeter artık, bu kadarı da fazla!


o sinirle ayrıldım artık buradan :)
limana azıcık dalıp, kent merkezine ilerledim...




kente girdim artık. saat geç oldu. tamam kanada güvenli ama her yer kanada olmayabilir. liman bölgesinde ve tren istasyonu civarında tedirgin oldum. turist tedirginliği yaşadım hemen downtown'a yollandım. işte fark: abd kentlerinde güvenli yer istiyorsan merkezden uzaklaşırsın, kanada'da merkeze girersin. deneyimle sabittir.


ve denemeler...









ben tüm bunları yaparken millet üstte gördüğünüz binanın içinde bestbuyı belki de yirminci kez turluyordu. kendileri bilir. aslında bilemezler de neler kaçırdıklarını.

soğuk termal mermal dinlememeye başlamıştı artık. metroya girip ısındım. sonra da otele yollandım..


 5 kasım 2010


Hiç yorum yok: