16 Mart 2011

graffiti


tamam çok büyük bir beklentim yoktu çin mahallesine giderken, ama yine de çin mahallesinde ucuz çin malı ıvır zıvır satan dükkanlar yerine biraz çin işi bir yaşam görmek isterdim yine de. ottawa'nın çin mahallesini yetersiz bulmuştum ama sokaklarında 127 dilin konuşulduğu toronto kentinin çin mahallesinin daha gösterişli ve daha çinli (hadi uzakdoğulu olsun) olması gerekmez miydi? değil. zaten tanıtım broşürlerinde burası "china town" isminde olsa da korelisinden tayvanlısına, japonundan çinlisine uzakdoğulu herkesin ikamet ettiği mahalle deniyor. bu anlamda torontonun "asyalı"ları çin asimilasyonuna uğramış bile sayılabilirler...

mahalleye girer girmez ilk dikkatimi çeken şey duvarlar oldu. her yer graffiti desem abartı olmaz. neticede güzel olsun olmasın duvarlar işgal edilmiş. bir de çin mahallesini yeterince çinli bulmadığımdan (haspam!) duvarlara baka baka dolandım işte..


dikkatimi çeken şeylerden biri şu oldu bu graffiti konusunda: fotoğraflarda sizin de göreceğiniz gibi duvardaki levhalar graffiti üzerine sonradan iliştirilmişler. ya bu graffitiler o levhalardan eski (bu mümkün değil graffitilerin renklerinin canlılığı itibarıyla) ya da graffiti sanatçıları işlerini tamamlayıncaya kadar levhaları vs. söküp öyle boyuyorlar, belediye veya bina sahipleri de bu durumdan şikayetçi değiller ki graffitiler kapatılmıyor.






iş o kadar büyük boyutlarda ki tüm binalarda mutlaka bir şeyler karalanmış. binanın ikinci katıymış, üçüncü katıymış, damıymış, çatısıymış pek engel olamamış bu azimli gençlere!


yazılama şeklinde olanlarda ne yazdığını okuyamadım tabi ki. ankara'da kızılay'da olanları da okuyamıyorum ki zaten. o garip kıvrımlı karakterli yazılar gözüme sadece güzel geliyor, ne yazdığı hakkında bi fikrim olmasa da. durum burada da öyle. ama yukarıdaki gibi örnekler de yok değil. 


bu duvarlar çin mahallesinde. ama karakterler veya desenler hiç oraların işine benzemiyor. mesela graffitilerdeki çocuklar arasında siyahi de var hispanik de! bilmiyorum belki de toronto'nun tüm taş duvarlı binaları böyle graffitilerle kaplıdır (maalesef burası ve en fakir mahalle dışında başka mahallesini göremedim. bolca gökdelen ve ticaret bölgesinde zaman geçirme durumunda kaldık çünkü). ya da diğer ihtimal: tüm toronto'nun 127 dilli gençleri bu mahalleye doluşmuş marifetlerini sergileyebilmek için...





bu briket duvarlı binalara hastayım. sırf bunun için bir manchester turu mu yapsam ne? :)



gördüğüm en çinli (tabi o karakter küçük bir ihtimal olsa da kore alfabesine de ait olabilirler) graffiti....


ne kadar kassam da okuyamıyorum. gerçi okuyabilsem ne olacak ki? büyük ihtimal yapanın ismi, lakabı veya sevdiceğinin ismi yazıyordur herhalde. bir ihtimal de tuttuğu takım. bu ihtimalin üzerini hemen çizmemek gerek. malum ankara sokaklarındaki yazıların %90'ında ankaragücü, gecekondu, çarşı, göztepe, gençfenerliler, ultraslan, 35buçuk falan yazıyor :)



ama kenti bir galeriye çevirmek müthiş!! mesela şu alttakini şans eseri gördüm:



bu kadar graffiti yeter... 

çin mahallesinden alışverişimi yapıp ayrılıyorum artık. ne mi aldım: bir sürü toronto hediyeliği ve de akçaağaç şurubu :)


kent kenttir. burada tam bir karmaşa hakim. ama istanbul'un bazı yerlerindeki karmaşa gibi. sıkılmaktan ziyade keyif veren, bir kent'te olduğunuzu hissettiren bir karmaşa. ne bileyim eminönü gibi. ankara'da buna verebileceğim bir yer örneği yok. inatla savunuyorum hala: ankara büyük çorum, çankırı veya yozgat'tan fazlası değildir an itibarıyla...



artık göle ulaşabilmek için geçeceğim son bölgedeyim. buraya da broadway özentisi diyorum ben...




downtown'un güneybatısında olan bu bölge tiyatro, gazino, opera bölgesiymiş...





(yukarıdaki fotoğrafta bir bok olmadığını biliyorum. ama kanada'nın ne kadar ingiliz olduğuna bir örnek daha olsun diye koydum bunu. bunu ben neden dert edindim inanın bilmiyorum :) )


hemen çıkıyorum buradan. ve yine başlıyor derdim:


dert 1. çin mahallesinde yediğim hamburgerden beri deli gibi açım. saatlerdir yürüyorum. tam aklımdan "ulen ne güzeldi new york'un hotdogcuları" diye geçirirken toronto sokakalrında bir hotdogcu görüyorum! ne şans!! ama gurur yapıyorum. new york'un 42. caddesinde habire 1$'a alıp tıkındığım hotdog'a burada 4.50 vermem. o kadar! aç aç basıp gidiyorum. ama onurluyum. sınıfıma, memur oluşuma ihanet etmedim!!!


dert 2. bu gökdelenler adamı uyuz eder. tamam yeterince geniş değil elimizdeki ekipman. ama olsa ne olacak ki? çektiğim her şey yamuk yılık. mmmmmm...


dert 3. geziyorum ama kanıtım yok. kendimi çektim bi mağazanın vitrininde. güya şekil de yapmışım suratımla. ama ne nerede olduğum belli ne de neden böyle bir poz verdiğim.







son hedefe yönelmeden görmek istediğim son hedefim kaldı: o zamanalr hidayet toronto raptors'da oynuyordu. gitmeden önce baktık ama maalesef raptors biz oradayken hep deplasmandaydı. yoksa bi nba deneyimimiz olacaktı. nasip değilmiş. ama yine de görmek istedim air canada center'ı. bir duygudaşlık falan fişmekan...


burası aslında basketbol salonundan ziyade buz hokeyi salonu. toronto maple leafs'in meaknı. bu takım abd nhl'ini kazanan abd dışından tek takım. ne önemli bilgi di mi? ne bileyim gittiğimiz her yerde bu yazıyordu da belki önemlidir sizlerde bilin istedim...


bu arabaları fotorafları "very american" diye etiketlemek lazım heralde. ne bileyim aklıma dolar işaretli altın kolyeler takmış 50 centsvari siyahi rapçiler geliyor. heya matıfakığ !!


ve yesss.. 5 kasım 2010...




Hiç yorum yok: