aslında ne olup bittiğini pek de hatırlamıyorum ama borik kardeş ankara'ya gelince ulus tarafını gezeceğimiz tuttu. her ulus denildiğinde ne var ki orada yine diyerek habire kaçma çabası içinde olsam da her gittiğimde de ziyadesiyle memnun kaldım. sanırım ne olursa olsun alışıldık mekanların dışına çıkmak insanı mutlu ediyor :)
o sıralar odtü ile son kontağım olan kentsel politika planlama ve yerel politikalar yüksek lisans programı ile ilişiğimin kesildiğinin bana aps yoluyla iletildiği günlerdi. kentsel dönüşüm, yeniden değerli kılma gibi afili kelimelerin ardına sığınmış olan rant meselesi ile artık akademik anlamda ilgilenmeyeceğim anlamına da geliyordu bu tabi ki. gerçi bu geziyi yaptığımızda o zamanki derdim çok çok farklıydı tabi. ama ben bir dönüşüm gördüm ki tahayyül edemezdim görmeseydim!
gidiş amacımız doğrudan bu dönüşümü görmek falan değildi elbet. ilk önce, gittik kahvaltı yaptık, kazıklandık. sonra ilkay ile boris'i çengelhana gönderdik. biz de gara'yla sokak arasında bir çayhaneye oturduk. duvarlarındaki gazete küpürlerine bakılırsa "ankara'nın en iyi çayının yapıldığı yer"e :)
oradan anadolu medeniyetler müzesine.. bu kaçıncı gidişim artık hatırlamıyorum ama her gidişimde de farklı bir şey görüp dönüyorum ya o da yanıma kar :)
mesela bu gidişimde ilk kez bahçesini de gezdim :)
oralarda dolaşıp bir şekilde kaleye çıkmaya karar verdik.
popüler olgu: apaçiler...
arkada ankara'nın modern yüzü...
arkada ankara'nın arka yüzü...
arkada ankara'nın arka yüzünü adım adım işgal eden toplu konutlar...
buraya kadar pek bir şey yok. çünkü kentlerin çok büyük rantsal dönüşümler içerisinde olduklarını görmemek için aptal-ötesi bir şey olmak gerek. ama bu dönüşümün ne boyutlara ulaşabildiğini görünce işte orada cidden aptallaşıyor insan. onu kaleden çıkınca göreceğiz zaten. ama şimdi önce bir güneşi batırmaya yaklaşalım da rahata erelim. çünkü ramazan ve herkes oruç. birileri bir an önce bir kuytuda sigaralanmak istiyor (ah güzel eski şanlı günler!)
kaleden inerken bilindik yerlerden geçiyoruz önce,
sonra birden boyut değiştiriyoruz;
(bu cami ara not. hala ankara'da bilmediğimiz yüzlerce 'tarih' olduğunu hatırlatsın diye. ama aynı bölgede neticede :) )
efendim. ışıl ışıl sokaklar. restore edilmiş onca eski ev. osmanlı zamanlarından kalma bir sürü ahşap ev (!). afallıyoruz haliyle. tabi ki hamamönü'nü, hacettepe'yi ilk kez ziyaret etmiyoruz. ulucanlar'ı baküs'ü iyi biliriz. bilirdik, daha doğrusu. her taraf güllük gülistanlık ....
müthiş bir kalabalık. bilmediğimiz bu yerde yer gök restoran. herkes masalara oturmuş, önlerinde birer hurma birer zeytin iftar bekliyor. bir yerden eski usul ilahiler okunuyor, başka yerden fasıl yükseliyor. istanbul feshane ramazan şenlikleri buraya kopyalanmış yahu!
bir yandan da ahlanıp vahlanıyorum haliyle. okulda onca derste duyduğum, hatta birçok arkadaşın tez konusu olan bu yerin daha şimdi farkına varıyor olmamıza ahlanıyorum. hani duyduk kentsel bölüşümü, rantı da farkına varmamışız aslında ne olup bittiğinin. sürekli işkilleniyorum en başta. burada saat kulesi mi vardı, şurada harbiden selçuklu mimarisi cami mi vardı diye. sonradan farkına varıyorum ki zaten tarihi olan bu eski ankara semtinde tarih baştan yazılıyor itina ile.
dedim ya o kadar yürüdük burada da etrafta bu kadar tarihi ev olduğunun farkına varmamışız. yazık bize. tüh ki tüh!
peki burada oturan o eski sakinlere ne mi olmuş? tahmin edin bakalım... tabi ki rantsal dönüşüme kurban gitmişler...
hani insan faktörünü ihmal edebilen siyasi bir gelenekten gelmiyoruz, da gelseydik severdik belki bu dönüşüm hadisesini. bahaneler hazır neticede: bireylerin bakmaya gücünün ve görgüsünün yetmediği yerlerin bakımını, restorasyonunu, yenilenmesini belediye/devlet üslenir de tarih yeniden valorize edilir. o eski püskü mekanlar katma değer üretilir hale getirilir. bize de fotoğraf için bir sürü mekan çıkar.
hatta kendi başımıza şurası şöyle olsa, şurada açık hava sinema salonu olsa, şu köşede demlenecek yer olsa falan bile dedik. insan o kadar garip bir ortamda hissediyor işte kendisini. kaptırıp gidiyor. ta ki o makyajın arkasını gözlerimizle görünceye kadar. bir an'dı sadece gördüğümüz ama belgeleyemedik tabi ki. alttaki o bölgede çalışan bir arkadaşımın çektiği fotoğraf:
yani o evlerin tarihi olanları bir kenara makyajı yapılan evlerin bir çoğu restore bile edilmemiş! sadece dışı kaplanmış! o bile yetmiş milletin evlerinden atılmalarına.... şu iş adam gibi yapılamaz mı? kimse madur edilmeden, tarih yeniden baştan yazılmadan?
neyse. bizim için güzel bir gün oldu. kutlamak lazım...
not: * olan fotoğraflar boris'in facebook sayfasından çalınmıştır :)
tarih: 24 temmuz 2010
mesafe: 4,71 km
toplam mesafe: 65,07 km
güzergah: ulus, anafartalar, çıkrıkçılar, kale, çıkrıkçılar, hacettepe, ulucanlar, kurtuluş
katılımcılar: ilkay, ali, boris ve ben...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder