7 Eylül 2016

london calling...


ilkay'ın bi toplantı için gittiği londra'da çektiği fotoğraflar olacak bu başlıkta. kendisi bu konularda ziyadesiyle tembel olduğu için onun anlattıklarını ben derleyeceğim, gerekirse abartacağım ve de çarpıtacağım, hatta kendisine karşı kullanacağım. maksat içimdeki kıskançlığı gevezelik malzemesine çevirmek. kuzenim hacer'in dediğine göre gevezelik konusunda pek mahirmişim.  bilse ki ben içe kapanık - duygusal çıkıyom her kişilik testinde...




ilkay'dan en başta böyle fotolar geldi. modern londra.. tabi ki bi numarası olmayan londra. gördük kızım biz bunlardan. toronto'da new york'ta, denver'da... peh!



işte bana bunla gel. galiba burası pubları hariç ilkay'ın en çok zaman geçirdiği londra'ya has şey olmuş..


bi altından geçmiş, bi üstünden geçmiş, müzesinde dolaşmış.. fotoda sağdaki londra kulesi. 


thames nehri. solda londra belediye sarayı. town hall'lara hep belediye sarayı diyom ama her seferinde de tereddüte düşüyom. demokrasi anlayışımızın güdük kalmışlığından bence. görünen gemi de hms belfast imiş. müze.


köprüde tematik sergiler varmış. bunu özellikle çekip bana yollamış. sağolsun! we are the mods, we are the mods, we are we are we are the mods. quadrophenia isimli harika filmden yadigar.. işte o sahneler:









benim biraz garip bi karım var galiba. köprüyü açıp kapatan hidrolik sistemin bi sürü fotoğrafını çekmiş. geçmişte tahıl taşıyan kuru yük gemilerin motor dairelerine girip oradan da bi çok fotoğraf çekip paylaşmışlığı vardır benle. bi de uzun uzun anlatıyor bana. ne akla makine mühendisliğini bırakıp siyaset bilimi okuduysa... 



gerçekten çok kasvetli değil mi şu sokak. bana ilk geldiğinde şunu düşündüm: steampunk elbette ingiltere'den çıkacaktı; varıp da bozkırın ortasından, aksaray'dan niğde'den çıkacak değildi ya?



ilkay -bence şanslı- londra'da işçi mahallelerinden birinde kalmış. teşekkürler tuğba özcivan! sayende ilkay azıcık soluyabilmiş oraları :)


bizim yörük taifesinden şirazeyi fazla kaçırıp taa britiş adalarına giden de olmuş. ilkay bu fotoyu bana "sen daha kıçını kaldırıp dikmen'den kızılay'a gitmiyon üşengeçlikten, bak elin yörüğüne!" diyerek gösterdi. üzüldüm...


bulup girdikleri bir kiliseymiş. ama neresiymiş hatırlamıyormuş...


st. paul katedrali. içine girmemişler.. tüh. yazık.



wikipedia
ama buraya girmişler. pek bilmeden girmişler anladığım kadarıyla. "mıstık bi yere girdik. yerde böyle mezarlar.. duvarda suratlar..." felan dedi. dedim, templar church olmasın orası? google'ladık. evet bilmişim. aman nasıl hava attım nasıl.. filmleri iyi izlerim. bkz: da vinci code. hatta bbc'nin bu tapınak şövalyeleri mitiyle ilgili bi belgeseli vardı, bir bölümü bu kiliseyle ilgiliydi. n'oldu? beni götürmediğine pişman oldun mu ilkay hanım?




sicilian avenue. şimdi ağlamaya başlıyorum. sen tut bi sene hazırlık yap. herşey hazır olsun. sonra gideme.. geçen sene endülüs bu sene sicilya... iş sayesinde az buçuk dünya görmüşlüğümüz var. ona da şükür.


ilkay'ın karpostal fotosu çekmekten sıkılıp sokak fotoları çekmesi bence hayırlı olmuş. netlik kaçsa da :)








hep bildiğimiz siyah taksilerden bol bol varmış ama eski kırmızı çift katlı otobüslerden pek kalmamış. hatta şu üstteki gibi modernleştirilmişleri daha da yaygınlaşıyormuş. 





zamanı yokmuş veya parası çokmuş.. hatırlamıyorum ilkay'ın buna neden binmediğini. ben gidersem kesinlikle binmek istiyorum london eye'a. ha ama demeden de edemiyecem, silüeti bozmuş, içine etmiş. o ayrı.



westminister abbey. mesela bunu da kesinlikle görmek isterim. orada yatan kral ve kraliçelere edecek bi çift lafım var.. "beyim, beyim"le başlayan.. 


british museum. bak buraya girmiş. ilkay'ın dünya müzeleri konusunda benden iki adım fazlalığı var: kahire ve londra müzeleri. hazmedemiyorum!!.. berlin'le açığı kapatmak istiyorum en kısa zamanda. gerçi bende bu şans varken...



bu foto da benim için. bi ara her gittiğim ecnebi kentinin apple store'unu ziyaret ediyordum. iş/yol arkadaşlarım sayesinde. eksik kalmasın serim diye ilkay da çekmiş.



hmmm. buralar neresi demişti hiç hatırlamıyorum. her yere trafalgar meydanı diyesim var. olsun ama güzel fotoğraf olmuş.







çok çirkin. uyumsuz. bu ne be? bu avrupa'nın horoza düşkünlüğü öldürecek beni. kimin le bu horoz? portekiz? fransa? İngiltere? ya denizli?



bizimkisi artık neredeyse, elindeki makineyle kırmızı üniformalı britanya polisini çekmeye çalışıyormuş. birden resmi bi konvoy giriş yapmış. siyah bi arabanın içinde kraliçe elizabeth'i gördüğünü iddia ediyor. yemin billah ediyor. kitap musaf çarpsın diyor. ama şaşkınlıkla çekememiş. 




belki de buckingham sarayının oralardır.


burası da hyde park diyerek sallıyorum..


hah işte ilkay'ı en keyiflendiren manzara: "burada da insanlar çalışıyor". bu duyguyu ben de bilirim. elinde dosyalar, üzerinde takım elbise, bilmediğin ve sana garip / yabancı gelen bi şehirde saate bakıp bi yerlere geç kalmama çabası.. tam canın müthiş sıkılmışken senden daha çok sıkılmış görünen biri seni mutlu eder. sen de çalışıyorsundur ama değişik bir yerdesindir, o ise bildiği evine gidecek, bi ihtimal sıkıcı arkadaşlarıyla laflayacak, ertesi gün bu rutini tekrarlayıp yine işine dönecektir. öyle olmasa bile, "öyledir kesin" diye düşünürsün. düşünmelisin. yoksa kıskanmaktan ikiye bölünürsün alimallah!



müslüman şekspir! şeyh pir.. ya tutamıyacağım kendimi. giden de alevi ya oradan hareketle:





işte en çok fotoğraf gönderdiği mekan(lar). haksız da değil. lakin benim en çok buna içerleyeceğimi nereden çıkardı o kafamda bir soru. hele ki siyah bira. work&travel yıllarımdan bir efsane olarak girdi hayatıma guinness bira. yuh! ohaa! seviyesinde ilgi görürdü ev partilerinde. ilk içtiğimden beridir nefret ettim. o ne be? ingiltere'de doktora yapmış biri bunun aslı newcastle brown ale'dir diyerek onu içirdi bana zorla. yok anam yok. güzel değil. 


ne gam! ilkay sevmiş işte. o da sayıp duruyordu siyah bira markalarını. sevmeyince akılda da kalmıyor işte. hem içtiysen içtin. bana ne?


gerçekten de Londra'da bu foto olmazsa olmazlardan.


benim için çektiği bir foto daha.. güzel. fotosunu çekeceğine alıp gelsene oradan!


yani bensiz olduğundan dolayı hiç de güzel geçmemiş londra gezisi. hatta bok gibi geçmiş. feciymiş. gittiğine gideceğine pişman olmuş. bi da da gelmem demiş. hah nihayet bitti derken şunlara rastlamış:


siyaset biliminde bizimkilerin zorla kafasına kakılanlardan bir kaçı bi bina boyunca sıralı sıralı duruyorlarmış. ilkay için feci anmış. bi de benim yokluğum eklenmiş üstüne. morali bozulmuş. gitmiş bi puba, gene içmiş..

8-11 haziran 2014




Hiç yorum yok: