9 Ocak 2014

2013 kitapları III


nietzsche - gilles deleuze
deleuze'un anlatım tarzını seviyorum ben. spinoza üzerine 11 dersi de çok kolay okunur ve anlaşılır bir kitaptır. üstelik keyiflidir de! tekrar nietzsche okuyacağım dediğimde aklıma yeniden bu kitap geldi. tek solukta okudum yine. eğer nedir bu adam, ne der bu adam diyorsanız adres bu kitaptır! çeviri ve terminoloji açısından da bu kitap yine referans sayılır, haberiniz olsun! deleuze'un nietzsche üzerine ne dediği çok kesin değildir bu kitapta. onun için deleuze'un diğer kitaplarına bakmak gerekir. ben niyetlendiydim ama sağolsun idefix yepyeni baskı bir kitabı bulamadı.. 

nietzschelerin şöleni - jacques derrida
derrida'nın bir kaç makalesi dışında bir kitabını okumamıştım hiç. üzerine denilenleri bilirim de kendisinin ne dediğini pek bilmem. bu kitabın o nefis önsözü olmasaydı derrida'nın nietzsche'yi nasıl okuduğunu sittin sene anlayamazdım herhalde. ama yine de kitap boyunca kimi okuduğu ayırt edemedim: nietzsche'ye mi okuyorum derrida'yı mı? ikisinden birine iyi derecede hakim olsaydım efsanevi bir okuma olacaktı. şimdi sadece kitabın yankıları var aklımda. ama kim neyi dediydi, hala bilmiyorum. bir kitabı bir 'neden'siz okumanın zorluklarını yaşadım işte.


nietzsche üzerine - georges bataille
şimdiye kadar okuduğum fransız felsefecileri içinde en anlaşılmaz bataille'ı buldum. nietzsche için okumaya kalktım adamı. "nietzsche'yi takip edeceğim, onun düşüncelerini imkan dahilinde en uca çekiştireceğim, kendiminkini katacağım ve nietzsche'nin bile söylerken söylediğinin gittiği yeri bilmediği yerlerde nietzsche düşüncesini dolandıracağım" diyor. ortaya çıkan şey ne kadar nietzsche ne kadar bataille? ben yine anlamadım. 'bataille'ın diğer eserlerine bi uğrayayım, sonra sana geri gelirim' diyerek kitabı kitaplığımın güzel bir yerine kaldırdım şimdilik. 

ortak bir şeyleri olmayanların ortaklığı - alphonso lingis
çok zor kitap! cemaat oluşturmanın önsel koşulu kendi içinde ötekileştirme dinamikleri ve ölümdür diyor. ötekileştirme için en önemli alet iletişimin kendisidir: "Kişi iletişimi şiddetin sürdürülmesi olarak görür, ama başka araçlarla sürdürülmesi. Kişi herkesin kendi söylediği şeyin haklılığını kanıtlamak için konuştuğunu gördüğü zaman, iletişimin onaylama ve karşı çıkma yoluyla ilerleyen diyalektik ritmi içinde herkesin kendini ötekinden başkalaştırdığı bir ara görür. Kendi haklılığını kanıtlamak için konuşmak ötekini susturmak için konuşmaktır." okuması da zor, anlattığını hazmetmesi de. 


yaban kızlar - ursula k. leguin
antropolog bir babanın kızı olunca ne kadar kolay böyle kısacık öykülerin içini doldurmak! amma yedin ekmeğini antropolojinin be ursula bacı! ye, ye. helali hoş olsun :) ismini veren öykü bir yana, kitaptaki 2 bonus kısım çok daha değerli. okurken bol bol baş sallayacaksınız. kolay gelsin! 

umudun yolcuları - william morris
sanki çok şiir severmişim gibi tuttum bir de çeviri şiir okudum. morris bizimkilerin ve marksistlerin bir türlü paylaşmaya kıyamadıkları romantik bir şair. ama çeviri olmasından mı yoksa morris'in tarzından mı bilmem ben bunu kısa bir öyküymüş gibi okudum. [spoiler]  olay paris'te son buluyor ve gözünün önünde karısı ile karısının sevgilisi emekçi komünü için savaşırlarken ölüp gidiyorlar..

anarşizmler - süreyyya evren
anarşizmi öğrenmek için bizim gibi ilk george woodcock'un, george crowder'ın veya peter marshall'ın kitaplarını okuyan herkesin mutlaka bunu da okuması gerekiyor. harika bir çalışma! woodcook'un anarşizm tarihini kendi kişisel tarihiyle eşleyip nasıl yeniden yazdığını ve anarşizmi ispanya iç savaşında neden mağlup ilan ettiğini anlatıyor; crowder'ın anarşizmin tarihini zaten anarşistçe okumadığını deşifre ediyor; ve peter marshall'ın zaten 'imkansız' bir şey olarak gördüğü anarşizmi resmetmesinin ne denli zararlı olduğunu gösteriyor. hepsi avrupalı bunların, diyor. çok net bir soru: kendisini anarşist görmeyen godwin, stirner, tolstoy hatta gandhi gibi düşünürler anarşizm geleneğine dahil edilir de neden nietzsche, de sade gibi isimler pas geçilir? ve diğer sorular: anarşizmin en başından beri içinde olan feminizm, eşcinsel hakları, antimilitarizm, ekoloji vs. gibi ana hatlar neden hep 68 sonraları yeniden doğuş içinde resmedilir de öncesi görmezden gelinir? neden ana-hat anarşizmin tarih anlatısı içinde emma goldman, votaire decleyre gibi kadınlara yer verilmez? neden sanat alanı hep ayrıksı bir entelektüel alan olarak el alınır bu tarihsel anlatıda? anarşist ikonografi hakkında çok yerinde sorular sormuş süreyyya. üşenmezsem daha geniş bir inceleme yazmak isterim... yalnız, bir eksiklik var bence: robert graham'ın kapsamlı belgesel çalışmasının pas geçilmesi olmamış. dünyada da başka örneği yok bu antolojinin. 2. cildi yayınlanmış. çevrilmesini bekliyoruz..

b, bira - tom robbins
charlie'nin çikolata fabrikası'nın bira versiyonu. küçük bir kız biranın peşine düşüyor. bir bira perisi de alıyor kızı, bira nasıl yapılır ona gösteriyor. tarlalar, fabrikalar, tüketilen evler, birahaneler. bir bira ütopyası gibi :) ama.. lager ve pilsner'den başka bira bilmeyen benim gibi bünyelerde -zaten zaafımız var- müthiş bir bira açlığı yaratıyor. aman dikkat!

floransa büyücüsü - salman rushdie
(seneye becerebilirsek bir italya gezisi yapacağız diye okumaları biraz italya'ya, daha doğrusu roma ve toscana'ya kaydırdım. ben daha kitap listesi hazırlamamışken ali'den aldım bu kitabı, okumaya başladım)
ben nedense umberto eco veya amin maalouf gibi bir kitap okuyacağımı sanmıştım. nerdee? salman rushdie dili o kadar detaylı kullanan, kurgusundan bilgelikler akan bir yazar değilmiş. masal gibi bir anlatı. yüzeysel sorgulamalar. orhan pamuk gibi. ha okurken zevk aldım mı? evet. amacına ulaştı mı? ziyadesiyle. floransalı bir hayta hindistan'daki bir sultana yazıyor da yazıyor. sayesinde floransa hakkında bolca öğreniyoruz..


kediler güzel uyanır - yekta kopan
şarap içerken kitap okunurmuş. ben denemedim. ama okusaydım kesin yekta kopan okurdum. cümlelere bak: "birilerinin hayatından bir anlık neşe, olağanüstü bir tat, görülmesi gereken bir gösteri, eşine az rastlanır bir duygu olarak gelip geçiyorum. sonra bir gün duvarlar yıkanıyor ve ben anılardaki yerimi bile koruyamıyorum.". hele matruşka adında deneysel bir 'şey' var. tadından yenmez bu kitap. şanslıyım. bende imzalısı var :)

prens - niccolo machiavelli
bir tane adam  deh edildiği kadar prestijli üst makam bir iş bulabilmek için yöneticiler sınıfına yaltaklık olsun diye bu kitabı yazıyor. öyle diyorlar. 'iyi bir prens (buradaki anlamı yönetici aslında) nasıl yönetimi elinde tutmaya devam edebilir' temalı yazıyor. olay da burada. her türlü yalancılık, hainlik, döneklik vs. yaraşır prensime çünkü yöneticilik büyük sorumluluk gerektirir diyor. alttan alta yaltaklandığı medici 'aristokrasi'sine en iyi yönetimin despotluk değil de cumhuriyet olduğunu söylüyor. mediciler bu kitabı okusa onu toscana'daki çiftliğine gömerlerdi herhalde. kitap, o zamanların italya coğrafyası için iyi. gerekli. 

cehennem - dan brown
robert langdon'un başına bu kez de gelmeyen kalmıyor. ama bu kez başına gelenler iyi ki floransa-istanbul hattında geliyor. yine bir sürü sembol var. oraya buraya yönlendiriyor robert'ı. aklımda sürekli bir tom hanks suratı :) kitap roman olarak kötü. daha çok kurgulu bir turist rehberi gibi. ama biraz da bu yüzden okumak istemiştim bu kitabı (aytaç sağol!). bestsellerları kötülemek gibi bir adetim yok. ben dan brown severim. hatta dünyayı dan brown kitaplarının izinden dolaşabilirim bile. bu kitabı okurken yanınızda yörenizde bir akıllı telefon olsun, browserında da şu adres: tıklayın . kim yaptıysa elleri dert görmesin..

ilahi komedya - cehennem - dante alighieri
dante'yi alıp cehennem gezisine çıkartıyorlar. bir ahlak kitabından çok bir coğrafya kitabına benziyor bu. bahsi geçen çoğu kişiden elbette bihabersiniz ama dipnotları sağ olsun o tarihi kişiler sayesinde bir sürü şey de öğreniyorsunuz. bir sürü sanat yapıtına ilham vermiş olan bir sanat yapıtının çok katmanlı bir eser olmasını bekliyordum, yanılmışım. çevirisi rekin teksoy'dan. satır satır ne güzel çevirmiş. ancak, şunu da diyeyim, ürpereceğimi düşünmüştüm, ürpermedim. çeviriden mi yoksa dante'den mi bilmem. ama beynimiz hollywood imgeleriyle iğfal edilmiş işte. what dreams may come diye bir film vardı robin williams'ın. orada intihar eden karısını bulabilmek için dantevari bir yolculuk yapar adam. oradaki esinlenmiş sahneler bana daha korkutucu gelmişti. yazık benim imgelem dünyama..  işte şu video gibi mesela: tıklayın

tanrı görmüş köpek - dino buzzati
tanrıyı gören köpek diye de çevrilmiş türkçeye. kesişin köpeği aynı öykü mü bilmiyorum. bir çok yerde buzzati'den italyan kafka'sı gibi garip bir benzetme ile bahsetmişler (peki italyan james joyce'u kim?). kafkaesk terimi bir şeyi ifade ediyor da kafka'ya benzeyen yazar ne demek pek bir şey anlamadım. ha kimi yerde de italyan edgar allen poe'su demişler. adam taş gibi yazmış işte. başucumda durmaya namzet öyküler. bendeki tarih öncesi baskıda boş sayfalar vardı. ne yazık. abd ile sscb birbirine nükleer bombalar yağdırırken sonu ne oldu anlayamadım. bilen varsa bir zahmet söyler mi? 


Hiç yorum yok: