6 Ocak 2014

2013 kitapları II


usta ile margarita - mihail bulgakov
bu bir klasikmiş. 1. bütün rus klasikleri yüzlerce karakterin yer aldığı ultra gerçekçi romanlar değildir ; 2. sscb'de yasaklanan her kitap sscb bürokrasisi eleştirisidir diyen tüm eleştiri yazılarına ayarım; 3. fantastik roman da denir buna zerre düşünmeden; 4. insanoğlu erdemden o kadar uzaklaştı ki en erdemlimiz şeytan oldu sanki (bkz. 'arkadaşım şeytan').

ne kitapsız ne kedisiz - bilge karasu
"kitap yığdım, hata etmişim; kitap edinmeyi marifet sanmışım. 'aradığım şu kitabı bulmazsam ('yaşayamam der' gibi) işimi yapamam' demenin abartı olduğunu sanıyorum. hiçbir kitap güçlüğü çözmeyecektir. tamam. ama okudum..." bilge karasu gibi bir adam neden okur? insanı ne dürter ki kapanıp bir şeyler yazsın? ne bileyim? ama iyi ki dürten biri var; iyi ki dürtülünce yazan biri var...



şirk ve müşrik - seyyid kutub
ben bu kitaba dalarken mısır müslüman kardeşler yüzünden henüz karışmamıştı; 'yedirmeyiz' temalı seyyid kutub'u ve mursi'yi içeren pankartlar henüz memleket camilerine asılmamıştı. çok temel bir sorum vardı bu kitabı okurken: madem 3 şey (salih amel, ahirete iman ve tevhid) o kadar kritik bir öneme haiz ki birinin bunlara sahip olması cennete gitmesi için yetiyor; öyleyse tevhid nedir? daha önce okuduğum anti-hadis, anti-sünnet kitapları ile birleşince bu soru daha da ilginç bir hale geldi. seyyid kutub bir kuran alimi, sünni bir adam. şirk nedir bir sünni için? çıkarımım şu: hadis/sünnet çizgisindeki bir kişinin bir ayağı hep şirkte. ha kaydı ha kayacak..

bana dinden bahset - r. ihsan eliaçık
bir hadis takipçisi ve sünni bir yazar ne der peki tevhid üzerine? gezi olayları ile popülerleşmeden evvel okumaya başlamıştım ihsan eliaçık'ı. o bu konuda çok net: "bir dünya görüşüm var: sosyal islam. buna uyuyorsa o yorum doğrudur. buna kuran'dan ne anlaşılacağı da dahildir, hangi hadisin veya hangi menkıbenin sahih/doğru olduğu da. eğer bir peygamberin sosyal islama uymayan bir şeyi varsa, o peygamberin allah'ın peygamberi olduğuna inanmam!" (benim sözlerim). tersinden gidiyor, ama çok net! sonuçtan kaynağa hareket ettiği için de ihsan eliaçık'ın sünniliği bir sorun teşkil etmiyor. ama ali şeriati gibi bir şii de olabilirdi eliaçık, bilge zerdüşt veya peygamber buda takipçisi de. derdi o değil ki adamın.





yalnızlık paylaşılmaz - özdemir asaf
şiire güdüleme kampanyası kapsamında okuduğum ve nazım hikmet dışında (onu da hep siyasi nedenlerle okumuştum galiba) belki de ilk kez bitirdiğim şiir kitabı. şiirlerinin bir çoğunu biliyormuşum sanki. güzeldi. itiraf ediyorum: çok güzel geldi bana. "yalnızlık/ müziğin bile seni dinlemesidir./ yalnızlık/ insanın kendine mektup yazması/ ve dönüp dönüp onu okuması/ yalnızlığın da ötesidir". işte ne diye bloga yazıp duruyorsun diyenlere...

garanti karantina - murat menteş
kasmış gene. en sona eklenen dizelerle neden hep "ben de modernim, şiirde yeniliği severim, konum da biçimim de yeniliğe açıktır, ama unutmayın ki ben bir müslümanım" der bir 'şair'? olmamış... hani şiirden anlamam, ama şairden anlarım.

cehenneme gitme yöntemleri - küçük iskender
leman döneminden çizerler haricinde dört-beş kişi aklımdadır: can yücel, eşber yağmurdereli, cezmi ersöz, nihat genç ve küçük iskender. 94'te leman dergisi sol muhalefetin başat dergisiydi. ve küçük iskender de bu anlamda querr edebiyatın önde gideni. edebiyat çevrelerinin marqui de sade'ıydı bir yerde. taa o zamandan okurdum küçük iskenderi. bir ara saçmaladığını da düşünmedim değil. ilk kez şiirlerini toplu halde okudum. haklıymışım. beni utandırmadı. adam bana şiir yazmış daha ne olsun.

ben tek siz hepiniz - hakan bıçakcı
amma da tuhaf bir kitap. içindekileri hatırlayınca sanki koca bir cilt okumuşum gibi. ama değil işte. kısacık. ama bir sürü öykü var. tedirgin edici öyküler. bir mahallenin tüm evlerinde elektrikler kesiliyor. ortalık karanlığa bürünüyor ama bir evde nedense kesilmiyor. bu evdeki adamın utancı aslında gerçek dışı. gerçekte şimdi herkes diğerinden biraz daha fazlasına sahip olmaya çalışıyor. meta fetişizmini geçtim, onda olmayan bende olsun diye çocuklarına alışılmadık, duyulmadık, çakma isimler veren ebeveynleri düşünün mesela. ama o aydınlık evdeki adam acı çekiyor diğerlerinden farklı bir muameleye tabi tutulduğu için. sevdim seni kitap. sayende öyküye ısındım.


elden bir şey gelmiyor işte. daha iyi maaş veren bir iş peşine düşüp bir sınava başvurdum. aslında istemediğim, vicdani olarak yükünü taşımayacağım bir işti ama mecburdum biraz. neyse ki yazılı sınavı kazanamadım da düşünmememe gerek kalmadı. bu sınavı gazi üniversitesi sosyoloji'nin yapacağını öğrenince, şöyle bir sınav konularına bir de bölümün müfredatına bakıp kendimce bir okuma listesi çıkarmıştım. zamanıma yazık oldu. (odtü sosyolojiden mezun olan bir kişinin o sınavdan barajı geçme şansı yoktu. hiçbirimiz ne türk sosyologlarını biliriz, ne dokuz ışık ilkesini ne de kalkınma teorilerini. onlar ne len? odtü odtü. mahvettin devletteki mesleki kariyerlerimizi. foucault kadar ziya gökalp de okusaydık hepimiz uzman yardımcısıydık şimdi)

belkıs kümbetoğlu'nun kitabını iyi ki okumuşum. ama oradan tek bir soru gelmeyeceği aşikardı. akademi neyse de meslek yaşamının sosyolojisi anket dışında bir boktan anlamaz. ölçülebilir olsun da!

kurumlar sosyolojisi de neymiş derken fark ettim ki bizde ayrı ayrı dersler halinde olan bir sürü şey burada tek bir derste halledileveriliyormuş. biz de soru çeşitlerinde görünce 'sociology of organizations' minvalli işe yarar bi alan sanmıştık. aile sosyolojisi bölümü "aile türk toplumunun en önemli yapı taşıdır" gibi bir cümleyle başlarsa, gerisini siz düşünün. ya da düşünmeyin. sizden düşünmenizi bekleyen yok ki.  
emre kongar. ne diyeyim. mehmet barlas öpsün seni! devletçi elitler ile muhafazakar laikler arasında bir karşıtlık uydurup ne güzel de marx kimmiş ulen?, dahrendorf'u yalayıp yutarım, weber'i severim ama bizi anlatmaya yetmez havalarına girmişsin sen. vay anasını! kemalistlerin seni bu kadar sevmesi bir sürü şeyin de göstergesidir aslında. yazık! tek kelimeyle yazık!


kuyucaklı yusuf - sebahattin ali
ulen yusuf! tüm roman boyunca akıllanacaksın, bir patlama yapacaksın diye bekledim durdum. zamanında yapacaktın. kelimenin gerçek anlamıyla romantik bir salak olacağına en azından bi salako yiğitliği sergileseydin hem muazzez kucaktan kucağa gezmezdi hem de kendi hayatında bir rol üslenmiş olurdun. bir romanda her şey gerçekte nasıl olacaksa tam da öyle mi olur? bu kadar basiretsiz bir adam olacağına cümleten iğrendiğimiz şahika kadar bir karakterin olsaydı ya! her sayfada ne olacağını bildik ama o şey olunca da nasıl olur diye şaşırdık. öyle güzel bir kitap işte! 

mara ile dann - doris lessing
ilkay'ın sevdiği tabirle- postapokaliptik gibi görünen bir dünya var. nedenini bilmiyoruz. bildiğimiz şey şu: buzul çağının ortasında iki çocuk var. ve yaşamaya çalışıyorlar. öyle bir yaşam azmi ki açlık, kuraklık, ölüm, hastalık, vahşet, kölelik, tecavüz, ve tabi ki buz, her şeye rağmen yaşamaya çalışıyorlar. bir yanınız hep aslında bunun uzak geçmişi veya geleceği anlatmadığını tam da bugünü anlattığını biliyor. yine de kanasınız var işte bunun tamamen bizden uzak bir öykü olduğuna. yemezler gülüm. taş gibi ortada her şey. medeniyet/teknoloji dediğin, kardeşlik dediğin, sevgi/bağımlılık dediğin. al. tepe tepe. 

ev canavarı - prole.info
çok net. cilt cilt manifestolar, incelemeler yazmaya gerek yokmuş işte marx efendi :) gerçi sen o ciltleri yazmasan bu kitap böyle yazılır mıydı o da bir soru elbet. ama böyle yazamadığın da bir gerçek. inşaat ve emlak işinden bir grup işçi bu meseleyi kökünden anlatırlarken bir bakmışlar aslında kapitalizmin kaba bir analizini yapmışlar. sanki sonra da biz bunu bassak ya demişler de bu kitap ortaya çıkmış. hele ki inşaat ya resulullah döneminin ortasında tam da okunası bir kitap. 

perdido sokağı istasyonu - china mieville
elektriğin olmadığı ama teknolojik ilerlemenin durmadığı, hatta çeşitlenip harmanlandığı, saçaklandığı, insanların ve daha bilimum akıllı ve yarı-akıllı canlının bilimsel ve sanatsal üretim yaptığı, melez cinselliklerin, statüsel geçişkenliklerin, heterojen iktidar ilişkilerinin kanıksandığı, zamanın neresinde olduğu bilinmese de mekanın yine londra olduğu tahmin edilen bir şehirde birbiri ardına sıradışı hadiseler vuku bulursa, ve de adamın teki bunu 750 sayfada müthiş bir şekilde hikayelerse, kusura bakmayın, aynen benim gibi, göt gibi ortada kalırsınız. her sayfada herif yeni bir şeyler yaratıyor. okurken mideniz bulanıyor. olayları artık takip edemeyeceğinizi hissediyorsunuz. ama bir türlü akıştan kopmuyorsunuz işte. derken o koskoca kitap bitiyor! neyse ki serinin aynı hacimde diğer kitapları da var. aynı övgülere mazhar. burada ali iş sana düşer, ben hazırım. 




Hiç yorum yok: