bloga uzun süre yeni birşeyler yazmamamın çok aptalca bir sebebi var. kendime gök görmediğin bir kızı olmuş, tutmuş.... dedirtmemek. blogda güya kronolojik sırayı takip ediyorum ya, sıra o müthiş hadisede: kızım doğdu! baba oldum! (30 ağustos 2011) elimde binlerce fotoğraf. hele ki şimdi kız artık 6 aydan gün almaya başlamışken. kendimi tutmazsam burayı aile albümüne çevirmem olası. ama hiç istemiyorum. o nedenle bir türlü giremedim olaya. bu blogda kızımın bolca fotoğrafı olacak, ama mümkün mertebe az tutmaya çalışcağım. artık ne kadar başarabilirsem. işte kızım:
30 ağustos sabahı kalktık. şöyle bir iç geçirdik önce. ne bizim dilekle denizin düğününe gidebilmiştik denizli'ye ne de şeker bayramı için salihli'ye. ilkay erken doğurmaktan korkuyordu. bana kalsa daha bir ay vardı, korkacak birşey yoktu.
gazetelerimizi de hatmettikten sonra zafer bayramı klasiği türk yıldızlarını izleyelim canlı canlı diye balkona çıktık. o ana dek tek derdimiz uçakları yakalayabilmekti.
ilkay hafiften midem ağrıyor dedi. geçer dedik..
sonra bunun çok ritmik olduğunu fark ettik. 3 dakikada bir. kimi zaman hafif kimi zaman ağır. ama ritmik. hadi hastaneye gidelim o zaman. yola çıkınca geçeceğini hesaplıyorum. ve de umuyorum. güle oynaya gidiyoruz ya sancı inatla geçmiyor. hastaneye varıp durumu söylüyoruz. hemşire umursamaz "yiyiyorsunuz şekeri baklavayı bayramda, içerdeki başlıyor zıplamaya. siz de doğuracağım sanıp buraya geliyorsunuz. bugün gelen bilmemkaçıncı hamilesiniz" diyor. umarım "yanlış alarm"dır.
ilkay'ı bir alete bağlıyorlar. sancı şiddettini ve ritmini ölçüyor. gitgide şiddetlendiğini ben bile görüyorum aletten. ilkay zaten ölüyor bitiyor. ama hemşireleri ikna edemiyoruz. geçer, geçer, takmayın kafanıza der gibiler. tam bizi artık yollayacakken bir de doktor muayene etsin diyorlar. doktor muayeneye başlar başlamaz, doğum başlıyor diyor. ilkay'la birbirimize baktığımız gibi kalıyoruz. kimse yok. bizimkiler zaten salihli'de, ilkay'ınkiler hacıbektaş'ta, ali'yle tolga bisiklet turunda. arayacak bir allahın kulu yok. hastane bile boş. sadece nöbete yazıldıkları için kızgın hemşireler ve bir doktor. çok uzun sürmedi doğum ama o anlarda yanımda birileri olsun çok isterdim.hani hastane koridorunda tanımadığım falan bir adam olsa ona sarılacağım.
kapıda bekliyorum. ilkay bağırmayı kesiyor, bir bebek ağlamaya başlıyor. itiraf: o an ben de ağlamış olabilirim. lehte veya aleyhte şahit yok. keşke olsaydı. bir hemşire kucağında küçücük birşey bana doğru geliyor. işte diyor, bu kızın. mor, buruş buruş, orası burası şiş, koca burunlu bir şey. bana uzatıyor. tutamam ki ben onu diyorum. hemşire kınıyor beni. cık cık bunlar da çocuk yapıyor ya der gibi. napayım? hiç bebek alamdım ki kucağıma. yüzüne dokundum mu dokunmadım mı onu bile hatırlamıyorum. bebek geri gidiyor içeri. annesiyle çıkıyor.
kendimden nefret ediyorum ama annesiyle görür görmez aklıma ilk fotoğrafı olsun diye bir fotoğraf çekmek düşüyor. cep telefonumun 2 mplik kamerasıyla işte şu fotoğrafı çekiyorum. kızım! neşe!
2440 gr sadece
o zaman "tahminimden güzel çıktı bu" demiştim. hatta bana baya güzel gelmişti. şimdi bakıyorum da çirkinmiş aslında :) şimdi daha güzel...
daha 2 günlükken tokasını takıyoruz..
bebeği olur da bir kişinin bu pozu verdirmez mi bebeğine? di mi ya?
10 günlük. göbeği düştü nihayet. ilk banyo...
bebek kokusu harika bir şeymiş. baba olmak da :) gerçi daha ne ben farkındayım ne de o baba olduğumun ...
11. gün. tuz ritüelinden sonraki aşamaya geçtik. annem sağ olsun. bala yatırdık kızı. balın içine kına ve bilimum baharat koyup sarmışlar kızımı. amaç isilik olmasın, teni güzel olsunmuş. ilkay'ın çektiği diğer fotoğrafları koymayı gönlüm el vermedi. oysa ki daha iştah açıcı fotolar da vardı..
15. gün..dedesi geldi. ismini fısıldadı kulağına ezanıyla birlikte.. kızım dilay neşe...
20. günü. eli yüzü iyice oturmaya başladı..
ve 1 ay bitti.
artık level atladık. yeni bir yaşama başladık galiba. çocuklu çoluklu insanlardan olduk. bizim tayfa bile şekil değiştirmeye başladı. ne diyelim, allah analı babalı büyütsün!
odtü... neşe ve defne....
2 yorum:
şeriati yazına iki cümle kurmak isterken tembelliğime yenik düşmüştüm. şimdiyse hemen yazmaya başladım. demek ki 50-60 cmlik bir miniğin karşısında sosyolog olmak yetmeyebiliyormuş.
:) o minik bizi 4 döndürüyor her gün. dediğin tembellikle birleşince de yazacak çizecek onca şey birikmişken hiçbir şey yapamadan kalıyorsun işte.
ama sen üşenme de o cümleleri duyalım...
Yorum Gönder