gereğinden fazla duygusal bir isim verdim bu başlığa diye her türlü alaycı bakışı sindirmeye hazırım ! :) ama napayım prag'ı görünce hissettiğim şeyi anlatan (ve bu açıdan da bildiğim en iyi) kelime bu. diğer alternatifler büyü, sihir, mucize veya 'oh my lord' gibi bir hayret nidası olunca elden başka bir şey gelmedi. neyse, işte benim için ilk gün prag...
ilk şaşkınlığı çek cumhuriyetine ilk geldiğimde zaten yaşamıştım. havaalanından prag ana tren istasyonuna gitmiştik taksi ile. gördüklerim fazlasıyla yeterliydi bana -ki geçtiğimiz yerler arka sokaklarmış. turistik destinasyonla hiç ilgisi yokmuş oraların...
otelden ayrılıp akşam yemeği için prag'ın kalbine giderken ne ile karşılaşacağımı az çok biliyordum. gelmeden önce rehberimize baktık da ondan biliyoz. ama tramvaydan inip nehrin kenarına gelince nutkum tutuldu. güneş batıyordu! manzara yeterince güzel değildi sanki de...
vltava nehri...
artık brno'dan tecrübeliydim ya, gördüğüm her heykelin, kilisenin vs. fotoğrafını çekmiyorum :) daha doğrusu çekmemeye çalışıyorum. kendimi sürekli olarak 'bunlar internette var' deyip engellemeye çalışıyorum. anca bu kadar oluyormuş demek ki. fotoğrafçı ve avcı ilişkisi üzerine daha da düşünmek gerek demek ki...
karel köprüsü... nedir ne değildir öğrenmek için dost yayınlarının görsel gezi rehberlerinden dorling kindersley kitabı uyarlamasını mutlaka edinin gitmeden evvel. tamam mal mal sokaklarda olmak harbiden çok iyi ama o ne bu ne diye düşünüp durmak (en azından beni) huzursuz ediyor. bu fotoğrafları çektiğim ilk prag akşamında yanımda rehber yoktu. sürekli ahlanıp durdum...
tıklım tıklım bu karel köprüsü. rehberliğimizi üslenen jitka'ya göre burada çok çek yok. burası turistler için...
buralar çok ama çok temiz. hatta rahatsız edecek kadar. hiç mi bir binanın sıvası dökülmez, hiç mi bir çocuk sakızının kabuğunu fırlatmaz yere? çok turistik olsun da biraz yaşanmışlık da olsun. yoksa biz mi çok alışmışız pisliğe? brno öyle turistik bir yer değildi. en azından prag kadar. ama orası da çok temizdi. çok akça pakçaydı. bilemedim bak şimdi. ama yukarıya aşağıya bir bakın, o gerçeklikte aklınız o gerçekliği almıyor da bir film setindeymiş gibi (bu benim materyalist yanımdı) veya bir masaldaymış gibi (bu da metafizik yanım) hissediyorsunuz..
işte bu nedenle artık heykel fotosu çekmiyorum. çünkü her yerdeler. alelade bir bina yahu bu? (alelade dediğime bakmayın siz, alışkanlık işte)
burası dünyanın en dar sokağı. geçmek istediğinizde ışığı kontrol ediyorsunuz. yeşilse geç kırmızıysa dur (ne kadar şaşırtıcı di mi). geçmek istediğinizde sokak başındaki düğmelere basıp yeşili bekliyorsunuz :) sokağın bir ucundaki nehri kıyısında bir cafe'ye gelmiştik, yer yoktu götün götün geri döndük.. ne gam!
demiştim ben tramvay güzel diye...
ulen prag! bir daha gelmezsem, ilkay'la alt üst etmezsem seni, bana da...
nehir üzerindeki bu rıhtım restoran o akşamki hedefimizdi. burada uzun bir sıra bekledik. o sırada müessese ikramı koca koca çek biraları tükettik. en sonunda da mükellef italyan makarnaları yedik. çok keyifliydi. karşıda prag kalesi ışıl ışıl. ama yemekle içmekle ve de pek tabi iş görüşmesiyle o kadar meşguldüm ki foto yok o anlardan...
oradan çektiğim tek foto. tahmin ettiğim gibi bu açıyı bir daha hiç yakalayamadım. iyi ki çekmişim (!?)
o kadar çok yedik ki eritelim deyip çek arkadaşlar önde biz arkada düştük yola. prag'ı dolaştık akşam akşam. önce yahudi mahallesine. oradan da şu aşağıdaki meydana. adını neyim sonra yazayım. çünkü burada baya zaman geçirdim ben sonraları ..
ama şunu söyleyeyim: şu kilisedendir ki disney'in şatosu öyledir.
ister istemez panaroma. daha iyi olabilirdi. olacak da. şimdilik bu işte:
bu da git gide ustalaştığımı hissetttiğim panning effect...
ilk gün prag harikaydı. şimdilik bu kadar
28 nisan 2011
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder