Portekiz'e gittiğimde henüz İspanya'yı görmemiştim ama İspanya'ya ilişkin bir çok kitap okumuştum. CNT-FAI'den ilham alalım diye bolca İspanya iç savaşı metni okumuştuk öğrencilik yıllarımızda. Sonra Latin Amerika çalışmalarında yüksek lisans yapacağız diye keşifler dönemi İspanya'sını okuduk. En sonunda da bir Endülüs gezisi planladık diye İslam tarihinden aldık reconquesta'ya kadar okuduk. Portekiz hep kıyıda kenarda kaldı. Oysa Endülüs'ün Arapları, Mağribileri için İspanya-Portekiz ayrımı yoktu, ya da Amerika yerlileri için. Biri fethetti ikisini de, diğeri zulmüne uğradı ikisinin de. Hep ikilemeler, daha doğrusu eşleştirmeler halinde düşünmüşüm bu iki ülkeyi. İspanya'nın Franco'su varsa Portekiz'in Salazar'ı var mesela. 15-16 yy'daki şaaşalı dönemlerinden sonra uzun süre ikisi de Avrupa'nın garibanları, Afrikalıları hatta. İkisi de AB'ye aynı anda girmiş...
Okumamakla malul halde Portekiz'e neredeyse buralar hakkında neredeyse hiçbir şey bilmeden gelmiştik. Portekiz benim için biraz Vasco de Gama ve buna mukabil Doğu Afrika ve Hint Okyanusu Osmanlı-Portekiz savaşları, biraz 1974 devrimi ve en son 2000 yılı Avrupa Şampiyonası'nda Türkiye'nin çeyrek finalde oynadığı maçtır.
Sintra'da adı Ulusal Saray olan bir yer olduğunu öğrenince görürüz de bilgileniriz diye uğrayalım dedik. Hem de hosteldeki görevlinin olanca ısrarıyla Sintra'daki diğer köşkleri mutlaka görmemiz gerektiğini söylemesine rağmen. Entelektüelizm belası baskın gelmiş demek... (ara not: Instagram vardı da biz o kadar kullanmayı bilmiyorduk daha. Kadın haklıymış, atlamamak gerekirmiş; biz haklıymışız, burası mühimmiş)