hacıbektaş'a her gittiğimde yanımda fotoğraf makinemi mutlaka götürüyorum. o 'bozkırın ortası'ndan hep beni tatmin eden şeyler çekebildim. bunlardan önemli bölümü de makrolar. daha önce de bu blogda hacıbektaş kırsalından denediğim makroları koymuştum (burada: makro); hala aynı noktadayım, yani hala yeni bi lens için param yok -başlığın ilk kısmı- ve hala öyle de olsa makro denemek çok hoş -başlığın ikinci kısmı-.
instagram denen ortam bazen işe yarıyor. makro çeken birisi "kullanmayı öğrenmek zaman ister ama neden 'extension tube' denemiyorsun?" dedi de dank etti. şimdi aklımda en yakın zamanda bi extension tube almak var. ha bir de ilkay motosiklet ehliyeti almayayım diye bana canon L 70-200mm lens alacak. bu çok mühim notu eklemesem olmazdı. almak istediği zaman "neydi hatırlayamadım? hangi lensti o?" diyemesin diye.
içeride makroların devamı var. devam lütfen...
her hacıbektaş ziyaretimizde mutlaka bademliklere doğru gidiyoruz. zaten bu kadar küçük bi yerde 'şehir dışı'na gitmek için çok çabalamaya da gerek yok. ben gerçekten seviyorum buraları. yeşermiş hali başka güzel, sapsarı hali başka.
güzellemeleri bırakalım; şimdi daha mühim bi derdim var. makro fotoğraf çekmeyi denemek zevkli bi iş şüphesiz. ama ekipman meselesi en başta elini ayağını bağlıyor insanın. üstteki gibi çekilen fotoları kırparak bi şey yapmaya çalışıyorsun ama yetmiyor.
sonra üşengeçliğini yenip elindeki yegane makro lensi takıyorsun makineye. dedim ya, telesi bi halta yetmeyen ama makrosunu çok da fena bulmadığım bi lensim var tamron 70-300mm. onunla idare etmeyi de bilirim ben.
türkiye böcekleri diye bir rehber yokmuş biliyor musunuz? hatta türkiye böcekleri henüz sınıflandırılmamış bile. ülkede onlarca biyoloji bölümü var, hatta entomoloji uzmanları bile var ama bi rehber yok. çektiklerimin ne olduğunu bilmek istiyorum. belki internetten arayabilirim ama nasıl? bilen varsa söylesin...
ama en sonunda Türkiye'nin yaban çiçekleri ve türkiye'nin ağaçları rehberlerini edindim. umduğum kadar kullanıcı dostu olmasalar da hiç yoktan iyidir. artık her dikene deve dikeni demeyeceğim :)
makro en başta 'ne yakalasan oluyor' hissiyatı yaratsa da hiç de öyle değil. bildiğin zahmetli bir iş. tekniğini bileceksin -ki bu konuda fazlasıyla zayıfım, rüzgarın esmemesine dua edeceksin, bi de kafandaki kompozisyona uysun diye böceğin senin istediğin pozisyona geçmesi için bekleyeceksin.
ara not: bir de türkiye'nin kelebekleri diye bi rehber edindim. lakin bu kelebekleri yakalamadan, iğneyle bi yere tutturmadan tanımlama yolu yok mu?
en başta rüzgarın etkinden kurtulmak için diyaframı en açık haliyle kullanıyordum. ışık bol girsin de hareketi egale edeyim mantığıyla. ama öyle olmuyormuş.. zaten makro yeterince alan derinliği veriyor, üzerine bir de diyaframdan gelen alan derinliği. yusufçuğun kafası netken kuyruğu kayboluyor. o yüzden f11'de kalmak gerekiyormuş mesela. tamam aiolos'la hermes'e iletirim de rüzgarı kessinler..
hep aynı dertten muzdarip denemelerim..
rüzgarın kesildiği anlarda az çok muvaffak olduğum kareler de işte bunlar. bana yeter de artar bile.
mevsim galiba çok işime yaradı. gölet bile doluydu. ama etrafı yine çok pisti. ya arkadaş, elde olan bi avuç su, tamam ona baka baka yemek içmek de güzel, yine sen geleceksin buraya: zıkkımlandıklarının şişesini, ambalajını, torbasını geri götürmek çok mu zor?
hacıbektaş'ta daha önce bir sürü fotoğraf çekmiştim. bi 'geçmişe bakış' seansında koyarım buraya. şu yukarıdaki 'hacıbektaş'ın yeşil hali'.
2014'ün mayıs ayından bu fotolar. aliço'yu everdiğimizden çok gidip geldik o sene hacıbektaş'a. her geçtiğimde de durdum şu karakeçili'de. daha doğrusu köprüköy ama benim de bir tarafımda karakeçililik var ya, burası benim için karakeçili.. şu yukarıdaki de çeşnigir köprüsü. anadolu selçukluları zamanında yapılmış, hatta timur'un orduları ankara savaşı için buradan geçmiş, yavuz da mısır seferine gitmeden mimar sinan'a bu köprüyü tamir ettirmiş. atlas dergisinin anadolu'nun köprüleri rehberinde adı geçenlerden...
kızılırmak coşmuştu bu kez. karşıya geçiş yok. aliço'nun nehir kanosu alıp kızılırmak'ı geçişi yapma projesi vardı. sahi n'oldu o?
ve dönüş ankara'ya. şehre. dikmen'deki evimizi özlemedim desem yalan olur. perdesiz evimizi. salonumuzun manzarası buydu. tamam ankara gerçekten çok çirkin bir şehir -bkz. yukarıdaki foto- ama istanbul'daki ikametgahımızın 4 metre sonrasında başka eve bakan pencerelerini düşünüyorum da şu manzara ne büyük nimetmiş!..
ve son foto. fiko...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder