şimdi eğri oturup doğru konuşalım. elimde harika bir rehber var (dost yayınları) ve sayfalarından bazıları incelenmekten eprimiş gitmiş, ama benim floransa gezerken aklımda dönüp duran asıl şey dan brown'un inferno'su. dediğim gibi floransa hakkında bir sürü şey okudum ama floransa'ya gidecem diye bu kitabı inatla buldum ve okudum. --aytaç sağolsun, kendi de floransa'ya gidecekken elindeki kitabı bana gönderip müthiş bir fedakarlıkta bulundu. garibim istanbul'a dönüp 1 sene sonra kitabı okuyunca anladı ne eşşeklik ettiğini.
[bu fotoğraf düzenlenecek]
klasik başlangıç: "sabah erkenden kalktık!"
hemen tıkınıp uğrayacağımız yerlerin açılmasını bekledik.
işte piazza della signoria! özellikle burası için salman rushdie'nin floransa büyücüsü'nün ve bruno nardini'nin michelangelo'sunun savonarola'yı anlattığı bölümü okuyun. floransa'yı floransa yapan, rönesansın fişeği sayılan muhteşem lorenzo'nun ailesini bir devrimle alaşağı edip bağnaz katolik bir cumhuriyet kuran dominiken bir rahip bu adam. olaylar olur ve papa bu adamı yargılar. heretik ve hain olduğu için bu meydanda işkence edilir, kazığa asılır ve yakılır; külleri de kutsal emanet haline gelmesin diye arno'ya atılır.
floransa'nın bende garip bir etkisi oldu. bir çeşit stendhal sendromu, floransa sendromu veya hiperkültüremi (hadi bilmeyen vardır: hızlı kalp atışı, baş dönmesi, baygınlık, şaşırma ve hatta halüsinasyona sebep olabilen bir psikosomatik rahatsızlık. özellikle kişinin sanat eserlerinin bolluğu veya ihtişamı ve güzelliği karşısında kendinden geçme halinde görünür).
roma'dan bağışık geldiğinizi düşünseniz bile değil. ben kendimden geçmedim, başım da dönmedi ama garip şeyler hissettim. floransa'da gördüğüm fresklerdeki kadın tasvirleriyle estetik algımın karşılığını buldum (!) ama heykellerle bambaşka bir hal aldım.
şu yukarıdaki gibi heykellerdeki orantısızlığa bayıldım. ama alttaki gibi heykellerdeki orantıya da hayran kaldım. özellikle kalçalara! işte itirafım: heykellerin hep kalçalarına baktım! ne güzellerdi be. işte stendhal sendromunun bende uyandırdığı şey buydu: her heykelin dönüp poposuna baktım durdum :)
bu heykellerin ismini veresim yok. ama aklımda kalanları da söyleyivereyim hemen. burası bir erkeklik mabedi. donatello'nun ve erken rönesans çağdaşlarının daha feminen, daha amazon heykelleri zaman içinde michelangelo'nun vs.'erkek' heykellerine yenik düşüyor.
mesela yukarıda sabin kadınlarının kaçırılışı ve ırzlarına geçilişi anlatılıyor, oysa önce bu heykelin yerinde burada bir tanrıça heykeli varmış.
bu cellini'nin medusanın kafasını tutan parseus heykelinin yerinde vakti zamanında bir erkeğin kafasını kesen bir kadın heykeli varmış! allem edip kallem edip meydandan kaldırıp bunu dikmiş floransalılar.
ya da arkadaki meşhur michelangelo'nun davud heykeli. önceleri orada donatello'nun davud heykeli varmış. şöyle bir şey.
bu feminen duruşlu davud'u da yerinden uçurulup yerine michelangelo'nun 'erkek' davud'u getirilmiş. bu meydandaki çoğu eserin erkekleştirilmesi süreci için şu küçük ama harika kitaba bakınız: rönesans sanatı (geraldine a. johnson)
palazzo vecchio açıldı ve biz hemen içerdeyiz. kalabalık artmadan, pis turistler doluşmadan dolaşmak arzusundayız. hipersanattan düşen çenemizi zor zahmet topladık, içeriye daldık...
http://www.wga.hu/html_m/v/vasari/2/index.html |
ya buraları anlatmaya gerçekten kelimeler yetmez. hissiyat olarak rafael'in odalarını dolaştığınız varsayın, ama rönesans ruhuna uygun olarak, isalar, meryemler yerine antikite kahramanlarını koyun.
vasari harika bi adammış :) odalarda boş kalan hiç bir yer yok. tavanlar, köşeler, koridorlar.. artık isa'dan musa'dan bıkmış olan bizlere çok iyi geldi bu öyküler.
olabildiğince çıplak ve fantastik...
sabin kadınları.. bu konuda bir şeyler okuyacaktım, unuttum.. buraya koyayım da aklımda dursun..
her bokun başı, dante'nin ölüm maskesi...
levhaları okuyup tercüme etme görevini yine ilkay'a verdik
küçük memeli ve ayva göbekli kadınlar. zamanın güzellik kıstasları. bu vasari'nin venüs'ün doğuşu freski. bu da botticelli'nin venüs'ün doğuşu:
holofernes'in kafasını kesen judith heykeli. donatello'nun. işte bu heykle dışarıdaymış önceleri. şimdi erkeğin kadının kafasını kesmesi makbuldür denip medusa'nın kafasını kesen parseus'un heykelini koymuşlar yerine.
bu oda laleler salonu. floransa'nın rengi mor ve simgesi lale.. futbol takımının bile öyle. ha adı neden fiorentina. bu bölgenin latincesidir efendim...
en merak ettiğim haritalar salonundan.. ilkay hacıbektaş'ın floransalıların haritalarına işlenip işlenmediğine baktı uzun uzun. çok bozuldu göremeyince. anlı ve şanlı hacıbektaş'ı nasıl bilmez görgüsüz floransalılar! ---sardes üzerinden salihli'yi bulunca o da capadoccia üzerinden hacıbektaş hamlesi yaptı ama nafile...
wikimedia |
ve muhteşem battistero di san giovanni. yani st. john vaftizhanesi. ya da havari yahya vaftizhanesi. dante'nin medicilerin ve bilumum rönesans öndegideninin vaftizhanesi. kesinlikle ama kesinlikle atlamayıN!
her şeyiyle harika bir yapı. elimizdeki rehberin de 'mutlaka girin' uyarısına rağmen içeri girmeden beklentimiz çok da büyük değildi aslında. ilkay'la benim inferno'yu takip hevesimiz bizi girmeye teşvik ediyordu da ya sn.demirci? adam küdus'te kralını görmüş kilisenin, vaftizhanenin.. onu keser mi ki?
bu her şeyi tek tek okuma kısmı dışarıdan çok sıkıcı görünüyor belki ama valla bizim için baya güzeldi.
vaftizhane'nin mimarı ghiberti. duomo'nun ve kutsal haç kilisesinin mimarı yani. vaftizhane'nin birbirinde güzel 3 kapısı var. michalengelo'nun cennetin kapısı gerçekten etkileyici ama orada durup tek tek incelemek imkansız. insanlar ayfonlarıyla fotoğraf çekicez diye üstünüze üstünüze yığılıyor. san pietro'da pieta heykelinden nasıl kaçtıysam burada da öyle yaptım.
tam floransa'ya geleceğimiz ay national geographic türkiye tuttu brunelleschi'nin kubbesi diye dosya hazırladı. bunun benim için artık tek anlamı vardı: o kubbeye çıkılacak. deli gibi sıra olsa da, okuduğum gezi bloglarında onun yerine çan kulesine çıkın dense de, hayır, çıkılacak! ben kubbeye, ilkay ve sn.demirci çan kulesine çıkmaya karar verdik. tam 2 saat sıra bekledim!
ama o gerginlik, sinir tırmanmaya başlar başlamaz geçiyor. sabredin. kubbeye çıkmak için mecburen duomo'nun içine giriyorsunuz.
bu italyanlar gıcık insanlar. tavan freskleri vassari'den. ömrü yetmemiş, öğrencileri bitirmiş. ama floransalılar duomo'nun kubbesinin tavan desenlerini beğenmezlermiş. neden diye durup bakmaya çalıştım ama pek mümkün değil. çok dar bir koridordan herkes kubbeye çıkmaya çalıştığı için kubbenin iç tarafında çok durursanız güvenlik görevlisi nazikçe ilerlemenizi istiyor. desenlerin çoğu korkunçtu, cehennem tasvirleri. yatay resmedildikleri için kubbeyi içeriden basık hissediyorsunuz. sanırım o yüzden sevmiyorlar bu freski. neticede dünyanın en yüksek kubbesi bu. san pietro kubbesi gibi dikine resmedilseydi cidden ihtişamı daha büyük olurdu. belki de papalık bi dalavere çevirmiştir. ha?
sonunda. çıkar çıkmaz çan kulesi tarafında geçtim bizimkileri görürüm belki diye ama ne mümkün. onlar hemen çıkmışlar, seyredip aşağıya inmişler. ben 2 saat sonra anca çıkabildim.
gidemediğim.. santa croce..
ilkay'ın çan kulesinden çektiği foto. kubbeyi gördüğü için daha güzel kareler verdiği doğruymuş..
kent manzarası açısından siena çok daha güzeldi.. oh beee. floransa'ya yine bi vesileyle bok atabildim..
çan kulesi..
gerçekten pitoresk!
floransa köylerinden biri... fiesole... [açıklaması sonra]
doyamadan indim ki bizimkiler uzun süredir beni bekliyormuş. hatta arada duomo'ya girmişler.. elimizdeki biletlerle bu civarda daha bir kaç müzeye girebilirdik ama girmedik. mutlaka gidelim dediğimiz yere gidiyoruz artık. pitti sarayına ve boboli bahçelerine....
21 mart 2014
roma havası
tematik roma I
tematik roma II
vatikan müzelerinde yoruldum ben!
san pietro'nun kubbesine çıktım ben!
cinque terre'ye bi gidin de...
men dakka dukka veya forza lucca
siena - gece
siena - gündüz
firenze!
floransa!
fiorentina!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder