16 Ocak 2013

2012 kitapları (son dördün)


çavdar tarlasında çocuklar - j. d. salinger
bir çocuk var. sıkılıyor,  okuldan atılıyor. çıkıyor, eski öğretmenine gidiyor sonra da evine. birileriyle karşılaşırsa konuşuyor işte. anlatım tarzı güzelliği tamam da başucunda duracak bir kült kitap için gereksiz bir sığlıkta değil mi? tersinden söyleyelim metin olmadığı düzeylerde incelenerek aşırı yorumlanmamış mı? neticede yazar 'curtains are fucking blue' demekte..

richter 10 - arthur c. clarke
aman uzak durun. hardcore bilimkurgu ararken bulunca hemen atladım üzerine ama arthur c. clarke’ın yazarken onun insan(î) ve sosyal ilişkiler konusunda ne kadar vasat olabileceğini unutmuşum. bazen insanın rama ve 2001 serilerini bu adamın yazdığına inanası gelmiyor. bu kitaba gelince, merak edilip okunası hiçbir şey yok. nolur yormayın kendinizi.. gidin survivor izleyin daha iyi.

intihar dükkanı - jean taule
karanlık ve karamsar bir dükkan var. intihar etmek isteyen müşterilerin o arzularını kamçılayan ve onlara doğru ölme yöntemlerini satan bir dükkan. o dükkan sahiplerinin bir gün bir oğulları oluyor ve gayet dramatik şekilde hayatları değişiyor. çok tahmin edilesi olsa da çok keyfili bir aile öyküsü! ama o son olmamış…

boksör böcek - ned beauman
sırf eğlenceli olsun diye yazılmış bu kitapta nazi eşyaları toplayan bir koleksiyoncu, kısa boylu yahudi bir boksör ve öjeni çalışmaları yapan bir bilim adamı var. kavga, dövüş, eşcinsellik, politik ve bilimsel yuvarlak masa diyalogları, devinip duruyorlar işte. okurken çok iyi de bitirince hiçbir şey hatırlayamadığınız kurgulardan biri işte. (sahibinden nokta kom adlı sitedeki deyişle) sevene gider.







beş parasızdım ve kadın çok güzeldi - derviş şentekin
karizması bir türlü oturmamış bir eski polis sırf güzel bir kız için kayıp bir kişinin peşine düşer. o yolda başına bir şeyler gelir ama biz anlamayız, kişi gelişir ama biz fark etmeyiz, sonra da iyi de zamanım çok muydu da okudum ki ben şimdi bunu deriz.

az- hakan günday
bir kızcağız var feodal ağaların dönüp durduğu coğrafyadan evlensin de çoluk çocuğa kavuşsun diye tarikatçı islamcı gerici pedofili sapıkların ellerine deh edilen, işte o kızın başına gelmeyen kalmıyor. mezarlıkta yaşayan bir başka çocuk var, annesi ölüyor da onun cesedini n'apacak bilemiyor; işte oğuz atay fanı o çocuk büyüyor da büyüyor, o kızcağızı buluyor, evlenip mutlu oluyorlar. ortak yanları şöyle: ikisinin ismi de derda ve aynı evlilik cüzdanında isimleri yan yana yazıyor. tüm bunları yazarken kitaptakinden daha çok klişe kullandıysam o koskoca kitap bi yerime girsin!

tıkanma - chuck palachniuk
sürekli olarak bu durumda isa ne yapardı diye düşünen ve tersini yapan bir adam var. tıp-terk. aşık olunası fırtık ve hippi forever annesine bakabilmek ve seks bağımlısı yaşamını sürdürebilmek için başkalarını kahraman yapmak zorunda. bu sırada bir sürü politik tespitte bulunuyor ve siz de acaba bu victor mancini efsanevi tylor durden’ımızdan daha mı bi antikahraman acaba diye düşünüp duruyorsunuz. 

dine karşı din - ali şeriati
feci. bir adam neden annesini babasını taklit etmediğini anlatıyor. konuştukça daha da sinirleniyor. yeter be batsın bu dünya diyor çünkü bu dünya böyle durdukça onlara yarıyor. kara bayraklarını kuşanıyor. bir ayetullaha vuruyor bir de dergaha ve tarikata, bir ehli sünnete vuruyor bir şiaya. sonunda okkalı bir tokat aşkediyor karşısındakine, biri onu taklite zorlarsa bunu hatırlasın diye. bu meseleler için olmasa dahi sırf şia'yı daha yakından tanımak için okunmalı bu kitap.


kurumuş nehrin yatağında - uğur erkman
aslında iyi yürekli bir adam bir çocuğu korumak için arkadaşlarına ihanet ediyor. başka yolu yok. uğruna ihanet edilen çocuk büyüyüp adam olunca ihaneti öğreniyor ve çok kötü hissediyor. ortadoğu coğrafyasında herkes istemeyerek ihanet ediyor birbirine. tam bir kurt kapanı; kimse ne için neyi feda ettiğini sorgulamıyor. o zamandan bu yana değişen bir şey yok. 

viyana nokta - süreyyya evren
viyana surlarının dışında osmanlı, içinde avusturyalılar çok sıkılıyor. kuşatma artık o kadar monotonlaşmış ki kimin eli kimin cebinde belli bile olmuyor. içeridekiler kim dışarıdakiler aslında içerde mi ne? değişen kimlikler, kuşatılmışlıklar, geçirgenlikler ve sanatsallıklar gırla geçip gidiyor işte. ama öyle ardışık tarihsellikte değil, kesik kesik… ama kesin değil… 

islam'ın ikinci mesajı - mahmut muhammed taha
şeriati yaptıysa ben de yaparım diyor ama sünni olduğunu unutuyor. alıyor kitabı eline (kur'an), sağdan tutuyor, soldan okuyor. diyor ki bakın bu sizin okuduğunuz gibi değil, böyle de okunur. zorluyor da zorluyor. şia’nın sınıfsallığı da olmayınca çok zorlama oluyor haliyle. ikna edici olacağım derken birinci mesajın o güzelliklerini de yok eder hale geliyor. olmamış pek!

sıcak ülkelerden dönen vahşi sakatlar - tom robbins
entelektüel ve müzip bir cia ajanı amazon ormanlarında büyükannesinin papağanını özgürleştirmeye çalışırken birden batıl inançları olduğunu fark ediyor.kendisini vuruyor yollara. o sakat haliyle suriye’ye gidiyor, manastıra kapanıyor ve birkaç rahibeyle sevişiyor. dinsel bir gizemi çözüyor ama vatikan buna çok kızıyor, ama öyle böyle değil…


amerikan tanrıları - neil gaiman
insanlar tanrılara eskisi gibi inanmıyorlar. kadim tanrılar suçu modern tanrılarda görüyorlar; modern tanrılar da eskileri tehdit sayıyorlar. kapışmaya hazırlanıyorlarken hapishaneden çıkan bir adam da yapacak daha iyi bir şeyi olmadığından savaşa dahil oluyor. heyecan verici bir saçmalık! tam bana göre :)

dublörün dilemması - murat menteş
m.menteş okumaya "korkma ben varım" ile başlamak ve onu kolay kolay inemeyeceği bir irtifaya konumlamak belki de benim hatamdı. bu kitabını da soluksuz okudum ama kurgusu ve karakterleri itibarıyla diğer kitabına çok benzemiyor mu bu kitap? sanki tutmuş bir formülün yeniden işlenmesi. ne bileyim ben, okuma sıralamam olması gerektiği gibi, kronolojik olsaydı o zaman sanırım bu yemek daha güzel pişmiş derdim ama şimdi ne diyeyim? 

gece kelebeği perperık-a söe - haydar karataş
üfff. bu kadar acı bu kadar normalmiş gibi nasıl anlatılır? ürpermeden geçtiğim tek sayfa olmadı şu kitapta. elleri kurusun bu acıları bu insanlara reva görenlerin; dilleri tutulsun, gözleri kör olsun bu hali inatla sürdürmek isteyenlerin...!

mülk yazıları - r. ihsan eliaçık
(aslında 2012'nin başında okumuştum bunu. her nasılsa atlamışım da yeri burası oldu)
bir ‘şey’ bıraktığı etkiden fazlası değildir. istediğiniz kadar ‘gerçek’ islam aslında şudur budur deyin, bu iddia ‘o’ islamın sarıklı cübbeli adamların elinde üzerinize sallanan bir kılıç olduğu gerçeğini değiştirmeyecektir. islamın kimin ellerinde neye dönüştüğü ile şu an islamın ne olduğu arasında pek mühim bir fark yok. neticede ‘islam’ üzerine epistemolojik bir tartışma yapmıyoruz! din denilen şey toplumsal bir dinamiktir ve islam denen din -en başta neyse neydi ama- şu an budur ve sömürüye, eziyete ve husumete gerekçe oluşturan tarihsel sistematik bir pratikler bütünüdür. o islama dair sağlam eleştiriler var bu kitapta, ama asıl/gerçek islam için bu kitabın da dediği üzere bkz. kur’an. eğer itikadi anlamda 'gerçek' islamı arıyorsanız o da bu kitapta değil (sanırım eliaçık'ın diğer kitaplarında). ---- yıllardır kulağımda çınlar şu söz:  kurucu teoriler nereden okunursa oraya gider. nietzsche'den nazizmi de çıkaran olur müthiş bir özgürlük ve adaleti de, marx'tan ideal toplum çıkartan arkadaşlar da olur; müthiş bir diktatörya da. islam da bir teori olarak okunursa, muhammed'den tüccar da çıkarırsınız, mülksüzlüğü salık veren bir adam da.  ---kulağımda çınlayan diğer söz: islam bir teori değildir.


Hiç yorum yok: