31 Mart 2017

yine floransa



herkesin beğendiğini beğenmemek sizi üst-insan (übermench anlamında) yapmaz, sadece kasıntı ve sıkıcı bir insan yapar. elbette genel kabulün hoş dediği şeyi -hadi sizin çok duyarlı ve bilinçli jargonunuzla diyeyim: size pazarlanan şeyleri, meta olarak size kaktırılan şeyleri- beğenmek zorunda değilsiniz. ama bunun bir ifadesi vardır. niyesi vardır. gerekçesi vardır. asgari olarak bir beğeni kıstasına sahip olmanız gerekir. ve ayrıca, daha önce hiç gitmediğin bir şehre gidince kim 500 milyar ister'de sorulduğu için adını bildiğin michelangelo'nun da vinci'nin bi şeylerini görücem diye sonu gelmez sıralara girip diğerlerine totonuzla bakıp geçmek sizi kültürlü göstermiyor, yemiyoruz, siz de hiç kendinizi kandırmayın. yazıktır. keza mikelanj demek veya sınıf arkadaşınmış gibi da vinci'ye leonardo demek de sizi havalı yapmıyor; o bahsettiğin ninja kaplumbağa, zamanının floransalıları bile birbirine soy isimleriyle hitap edermiş.

--- bi de bunların gael garcia'ya 'gael' diyen tipleri var. ilk isim kullanınca aradaki mesafeyi erişilir menzile indirdikleri düşünülüyor herhalde :)




değişik vesilelerle bir kaç kültür sanat kentine gittim. heykellere veya resimlere bakanlarda gözlediğim bi davranıştır şu: aaa davud heykeli, hatta deyvid diyen türk bile duydum, ne şahane! (neden? çünkü floransa'ya daha önce giden birisi üzerinde davud'un penisinin olduğu komikli bi magnet getirmiş, feysine bunun önünde çekilmiş bi fotoğrafını koymuştur). ama bu aslı değil ki, aslı galleria dell'accademia'da denince surat bi düşer, beğenmez hale bürünür. bir turist tuzağına düşülmüş olma hissiyatıyla surat asılır, o önünde durduğun 'şey' birden beğenilmez, eminönü işe alçıpan bi heykel muamelesi görür. karşındaki objenin orijinal veya replika olması mı sendeki hissiyatı/duygulanımı uyandırıyor, yoksa kendisi mi? ha mona lisa tablosunun orijinalini görmüşsün louvre'da, ki o sergilenen bile orjinali değil derler, ha 1500'lerde yapılmış başka bir orijinal-replikasını görmüşsün prado müzesinde, ha mahallendeki kırtasiyede satılan replikasını görmüşsün, sanat tarihçisi veya konunun profesyoneli değilsen, ne fark eder senin için? fırça vuruşunu mu inceleyeceksin?


bu kadar konuşuyorum da ben çok mu anlıyorum bu resim-heykel işlerinden? öyle bi iddiam yok. ama anlıyormuş gibi görüneceğim diye herkesin sevdiği şeyi beğenmediğini söyleyen biri de değilim, artık donatello mu dersin boticelli mi birinin eserlerinin peşinden koşup diğerlerine tamah etmiyor gibi yapan biri de. bakıyorum, beğeniyorum ya da beğenmiyorum, seviyorum ya da sevmiyorum. bende uyandırdığı duyguya bakar. iyi de amacı o değil miydi zaten bu sanat denen şeyin. bu havası atılan bir şey değil ki. yapıcısı yaratıcısı atmış havasını, sana da yapmamış, paran var diye gidip görebiliyorsun, neyin havasını atıyorsun ki?


ha bunca laga lugayı neden yapıyorum. asıl amacı gezip görmek, koklamak, nasiplenmek değil de 'oradaydım'ı ispatlamak olanlara bugünlerde bir hayli gıcığım. bu bloğu daha aktif kullandığım zamanlarda instagram, twitter vs. pek yoktu, facebook daha zayıftı, blogger/wordpress'te uzun yazmak revaçtaydı. bi şey yazıyosan o konuya kafa yorduğunu gösterecektin. şimdi koy fotoyu instagram'a, burası fotoğraf paylaşma platformu de, geç.. orada mıydın? oradaydın. ne anladın? iyi foto veriyor.. geç allah aşkına... imaj insanları sizi.. cahil kalmanın geçer akçe olduğu bir çağda yaşamak da bize düşmüş. şansıma tüküreyim!


floransa'ya ikinci gidişimde önceki gelişimde göremediğim bir kaç yere uğrarım umudum vardı ama pek mümkün olmadı. amannn! derdim de o olsundu, şikayet mi edecektim bir de! lakin ettim, orada oluşuma değil de orada yalnız oluşuma; şöylesi de mümkün pekala: orada yalnız olamayışıma.. 


alışılagelenin öbür tarafından ponte vecchio. yine birayı alıp üzerinde içmek fırsatı olmadı. bu kez otelimizin floransa'da olamayışından.  


bin kez görsem, bin kez yine aynı fotoğrafı çekerim. yahu çok güzel bu duomo'nun fasatı. çektikçe sanki daha çok içime çekiyormuşum gibi. evet salakça. olsun. siz beni gene koyun oraya, ben yine salak olayım n'olacak?


ne ki bu diye aradım da aradım. duomonun oradaki duvarlardan birinin üstündeydi. öğrenciler 16 ekim'i unutmayacaklar. bir anarşistin kaza sonucu ölümü: anarşist demiryolu işçisi guiseppe pinelli sorgulandığı milan polis merkezinin 4. katından aşağı atılarak öldürüldü. bazı kaynaklarda ölüm tarihi 15 ekim 1969 olarak geçiyor. ama gece yarısıymış. bu mu acaba?

diğer ihtimal: 16 ekim 1945, yahudi'lerin roma'dan sürgün edilmesinin başlanması tarihi. gestapo bir şabat günü roma gettosunun etrafını kuşatıyor, evlere girip 20 dakika içinde yanınıza ne alabilirseniz alın meydanda toplanın diyorlar, 1259 kişi yağmur altında meydanda toplanıyor. trene bindirilip auschwitz'e gönderiliyor, sadece 15 kişi hayatta kalıyor. yoksa bu mu başka bir şey mi?     


artık son gündü. trenin kalkmasına 1 saat vardı. son şansımı kullanıp ben santa maria novella kilisesini görmeye gidicem dedim. şanslıymışım hiç kimse ben de geleyim demedi. floransa'da göremediğim için hayıflandığım 3 kiliseden biriydi. san lorenzo'yla santa croce'ye bir dahaki sefere gideriz artık.   


bakmayın roma'nın fiyakalı ve çoğu zaman rüküş barok katedrallerine benzemeyişine. içerisi tertemiz rönesans. daha gotik elemanlar bile temizlenmemiş. kendine kilise-katedral yaptıran medicileri saymazsak, burayı floransa'nın diğer zengin aileleri ortaklaşa yaptırmış. hepsinin birer şapeli var içinde. gondilerin de var. şapellerin içinde de aile büyüklerinin mezarları. ata-gondi'ye gidip "torunlarınız bizi afiyette tuttular, pek terbiyeli çocuk yetiştirmişsiniz, konukseverlikte kusursuzdular" dedim. üzerime borçtu. 


strozzi şapeli. dante'nin anlattıkları işlenmiş duvarlar. cennet-araf-cehennem olarak. güzeldi ama benim zamanım yoktu. o güzel değildi.


dante de varmış oralarda bir yerlerde ama ben göremedim.



bu da filippo strozzi şapeli. artık ne kadar günahları varsa, malı mülkü kiliseye gömmüşler.

bakın şu harika bi virtüel tur:



kilise avlularını görünce aklıma hep film sahneleri geliyor. kolkola girip acaba kime kumpas kursak diye fısır fısır dolanan kara cübbeli rahipler. evet dominikenler çoğu zaman. hele fetö davası çıktı şimdi, çok hassasım dominkenlere karşı.



nedenini sormayın, favori fotom.


gene her yer mezar. lakin aklımda iki ihtimal var: ya bu aristokrat aileleri üremiyorlarmış yeterince çünkü o zaman daha fazla mezar olması gerekirdi, ya da bu kiliselere/katedrallere gömülmek için özel bir şeylerin olması gerekir. araştırılacak.


ve ispanyol şapeli. floransa rehberlerinin pek övdüğü.  evet övülesiymiş. floransalı andrea diye bir isim duyduysanız, burası onun asıl yeri. bu fresklerin sahibi.


dominikanlar. ben domini canis'in bir hakaret olduğunu düşünmüştüm ama değilmiş. domini-canis yani tanrının köpekleri ifadesini cidden sahiplenirmiş dominikanlar. şu üstteki köpekler ona delaletmiş. isa'nın koyunları, tanrı'nın köpekleri. düşünmeden evvel hep kendi değerleirni gözden geçirmeye her koşulda gerek var.



buraya neden bu kadar foto koyduğumu hatırlamıyorum. eski bir post taslağı ancak bu kadar canlandırılabilir. mazur görün.



zamane eşyaları sergisi.


işte böyle. 1 saate sıkıştırıverdim burayı da. ama iyi yaptım. listemden her azalan, gözümün gördüklerinde her artan iyidir, bloğa unutmadan koyup paylaştıklarım daha da iyidir.

bundan sonra bu blogda geçmişten bu tarafa doğru kronolojik sıra içerisinde gelmeyeceğim. çünkü çoğu şeyi unutuyorum. son zamanlardan yaptıklarımı hemen yazacağım. arada da eskilerden çekip, olduğu kadarıyla anlatacağım. inatla da devam edeceğim bu bloğu açık tutmaya. arada okumak hoş oluyor benim için.

bu da floransa'dan son fotoğraf olsun:




20-22 ekim 2014

Hiç yorum yok: