5 Ekim 2009

kentsel bölüşüm..

bayramın son günü...

son gün için planımız çoktan hazırdı. balat-fener civarı gezilip bolca fotoğraf çekilecekti. serap adapazarı'ndan dilek denizli'den geldi. oraları seçtik. çünkü gazetelerde fener (hatta cibali) ayvansaray arasının kentsel dönüşme tabi kalacağını okumuştuk. içine edilmeden gidip görelim dedik..





istanbul'un özellikle fatih ve eyüp belediyelerinde kentsel dönüşüm adında bir şey almış başını gidiyor. bunu ilk sulukule için duymuştuk. sonra tarlabaşı. şimdi fener, balat, ayvansaray.. sonu hayırlı olsun (nasıl olacaksa?!).. projeler hakkında bilgi, belge ve eleştiriler için tıklayın: bianet , radikal , mimarizm , planlama.org ..

neticede burası haber blogu falan değil. uzatmayayım. burada kim kime propaganda yapsın ki? biz gezdik, gördük. çok sevdik. keşke herkesi götürsek de neleri kaybediyoruz herkes görse...


kadir has üniversitesi'ne kadar taksiyle geldik eminönünden. cibalinin kıyısından dolaşıp bir sokağa daldık. bizim gibi dolaşan bir kaç kişi vardı. ve sanırım çoğu turistti. belki de basit nedenlerle; fener rum patrikhanesi burada (sebep 1), kentsel dönüşüm sayesinde yabancıların buraya artan ilgisi (sebep 2) ve de türklerin buralar hakkında duyduğu rivayetler (sebep 3). buralara daha çok turistlerin/yabancıların geldiği bizi gören her çocuğun önce hello hello diye selam vermeleri. sonra ellerini uzatıp mani (money) ya da dolar demelerinden belliydi. hello diyen her çocuğa merhaba diye karşılık vermekten sıkıldık bir ara...


halicin bu kıyısını anlatmaya gerek var mı bilmiyorum. eski tarihi evler, daracık sokaklar, yokuş, arnavut kaldırımları, çeşitli diller konuşan ama hep koşuşturan bağırıp çağıran çocuklar, o evden bu eve uzanan çamaşırlar, yıkılmakta olan evler, yıkılmış evler, restore edilmiş evler, mutlaka kediler, envai çeşit cami, kilise, sinagog....

haritasız çıktığımız için ana hattı kaçırmışız. aslında haliç kıyısındaymış her şey.. rum ortadoks patrikhanesi, metroloji kilisesi, bulgar kilisesi, rum kilisesi, surp hureşdagabet ermeni kilisesi, yusuf secaatin camii, balino rum kilisesi, aya dimitri ortadoks kilisesi, sinagog, hazreti cabir camii, muhammed el ensari türbesi, ahrida sinagogu, aya nikola yazması, ya vedüd camii gibi... bunların hiçbirini görmedik. saydıklarımın kimisinin ismini bilmiyorum. google earth'te de yazmıyor. bir kez daha gidip adam gibi gezmek şart oldu. (fotoğraf çekmeye meraklı arkadaşlara duyurulur!!!)

ama giderken kesinlikle görmek istediğimiz yapı işte şu yukarıda gördüğünüz yapıydı: fener rum erkek lisesi. 1454'te fatih ile zamanının patrik'i arasında anlaşma yapılmış ve bu okul hayata geçmiş. ilk ismi patrikhane akademisi ve/veya rum mekteb-i kebiri imiş. istanbul'da bu mimaride başka bina yok. taşlar fransa'dan özel olarak getirilmiş. vikipedi'den:

Okulun bugünkü binası, Ondokuzuncu yüzyılın en önemli mimarlarından biri olan ve Fener Rum Erkek Lisesi mezunları arasında bulunan mimar Dimadis tarafından (1881'de) inşa edilmiş. Haliç´in her iki yakasındaki yapılar içinde Süleymaniye´den sonraki en büyük binası olan eserin yapı malzemelerinden çoğu Marsilya´dan getirilmiş. Avrupa´nın çeşitli ülkelerinde özellikle İtalya ve İspanya´da da şatolar yapan Dimadis, eseri beş sene içinde bitirmiş. Fener sırtlarındaki yüksek tepe üstüne inşa edilen eser, geniş ve yüksek cephesi, kırmızı ateş tuğlaları ve ortasındaki kubbeli kalın bir kulesiyle dikkatleri çekiyor. Büyüklüğünden dolayı sıkça, yapı olarak çok daha küçük olan, Fener Rum Patrikhanesi zannedilir.

biz gördük :) harika. daracık sokaklarda köhne evlerin arasından fırlayan muhteşem bir yapı...

okuldan yukarı giden yokuşu tırmandık ve okula yapışık durumdaki mesnevihane camii içine girip fotoğraflar çektik. hemen yanındaki meryem ana rum ortodoks kilisesine giremedik. kapalıydı ne yazık ki...

o yokuşun bir ucundan bir sokak başlıyordu: ismail ağa sokak. sokağın hemen başında da bir türbe: ismet efendi tekkesi.. yani bildiğimiz çarşamba'nın girişi. dilek'in çok yoğun isteklerine direndik ve çarşamba'ya girmedik. götümüz yemedi. hele ismi ismail ağa sokak olan bir yere :)

ama işin garipliği burada işte. çarşamba gibi ismi bilinen, şeriattan korkarların simge semti fener rum patrikhanesinin yanı başında. zaten herşey iç içe. kiliseler, camiler, türbeler, ayazmalar, sinagoglar, mescidler, tekkeler, şapeller, azınlık okulları. mesela bolca takkeli erkek çocukları (hepsinin elinde oyuncak silahlar) ve çarşaflı küçücük kızlar gördük. dillerini tahmin edemediğimiz çocuklarla selamlaştık. kürt, türk, çingene... belki bilmediğimiz başka diller... tarihi romanlarda anlatılan o güzelim istanbul! --gerçekler farklı olsa dahi :(

en acısı buranın yok olacak olması. restorasyon tamam iyi güzel hoş belki de, burayı güzel yapan yaşayan insanları. (gerçi orada yaşayanların yoksunlukları yüzlerinden belli. biz artist gibi bilmem kaç milyara alınmış alınmış fotoğraf makineleri ile oraları tavaf ederken onları objeleştirdik. turist için herşey egzotik vs. aaaa çok değişik, fantastik, orijinal... aaaa bak benle ingilizce konuştu şu çingene kızıııı...). dönüşüm yoksulluklarını daha da katlayacak. keşke duyduklarımız doğru olsa da buralar yenilenirken sakinleri de burada kalsa..

acıkıp yemek yedikten sonra (kurufasülye+pilav) tekrar daldık sokaklara. açık olmayan kiliselere rastladık yine ama bir ayazmaya yalvar yakar girmeyi başardık. ayazma nedir diye sordum oradaki hataylı bekçiye. "ben sana tanımını yapayım ama sen de bu soruyu sormamış ol" dedi bana :) . efendim ayazma şuymuş. bir yerden su çıkarmış. yani kaynak. halk da bu suyun şifalı olduğuna inanırmış. ve tasdik için patrik'e başvururlarmış. patrik buradan çıkan suyu kutsarsa hemen üzerine bina, kilise inşa ediirmiş. ayazma buymuş. bekçinin dediğine göre istanbul'da bilinen 100 küsur ayazma varmış zamanında ama şu an sayıları iki elin parmaklarını geçmezmiş. (fotoğraf yok çünkü yasaktı)

feneri balatı geçip ayvansaray'a yürümeye devam ettik:


bizim kızların baktıkları anemas zindanları (12. yy) kalıntıları. surlar boyunca devam ediyor ama restorasyonda. (sanki tüm yarımada harbiden kültür başkenti olmaya hazırlanıyor)... baktıkları yer ise mimar sinan'In kazasker ivaz efendi camii bahçesi..

o bahçede serap'a poz veren çocuklar. serap baya çocuk fotoğrafı çekti zaten... :)


işte o camii...

nihayet eğrikapı'dan 'istanbul' dışına yani surların dışına çıktık. her taraf mezarlık ve türbeler.. istanbul'u fethetmek gerçekten kolay olmamış sanırım... (!)

taksiyle pierre loti'ye çıktık. şok oldum. hiç beklemiyordum bu görüntüyü. manzara çok iyi, iyi olmasına da yahu burası mezarlarla kaplı bir tepenin başı.. karşıda haliç, aşağıda mezarlar oturup çay içiyorsun :) va şansımız (daha doğrusu şanssızlığımız) çok kalabalık. --bunu demekten sıkıldım. istanbul ule bura!!


kartpostal :)
beton olup da üstünden raabaların geçtiği haliç köprüsü. hemen önündeki eski galataköprüsü. şimdi feshane ile kumbarahane'Yi birbirine bağlayan yaya köprüsü...

serap ve dilek buradaki bardakların yıkanıp yıkanmadıklarından şüphelendiklerini söylemişlerdi gelmeden. sanırım haklılarmış :)


mezarlığın arasından aşağıya eyüp'e indik. bu da eyüp camii..

ebu eyyub el ensari adında peygamberi medine'ye gelişinde ilk misafir eden sahabe varmış. 80 yaşında arap ordularıyla istanbul kuşatmasına katılmış (7. yy) ve burada vefat etmiş. surların hemen dibine gömülmüş. rivayet o dur ki osmanlının istanbul kuşatması sırasında akşemseddin manevi keşif yoluyla mezarını bulmuş ve buraya cami yapılmış. daha önce görmüştüm. güzel yer...

uzun süre taksime nasıl gideceğimizi düşündük. nihayetinde bir otobüse binip taksime geçtik. zaman geçirmek için istiklal boyunca yürüyüp durduk.

ve bir urban trekkingi sona erdirdik allah'ın izniylen...

urban trekking raporu:

tarih: 22 eylül 2009
>mesafe: 7,29 km
toplam mesafe: 43,26 km
güzergah: eminönü, balat, fener, ayvansaray, eyüp, taksim, galata
katılımcılar: dilek, serap, ilkay ve ben

Hiç yorum yok: