11 Ağustos 2017

provokatif, naif ve zarif (3 kilise)

Kıskanılacak  bir özgüvenle "yeterince İsa gördük" diyenlerin bu çok müthiş tespitine zayıftan da olsa artık gülmeyeceğim. Kimseye zorla kilise gezelim diyen yok. Bunu sarf edenlerin rahatsız olduğu asıl şey galiba senin kendince bir ilgiyle sağa sola bakıp bundan zevk alıyor görünmen. İyi de sen ben değilsin; benim ilgimi çeken senin ilgini çekmek zorunda değil; beni görünce heyecanlandıran şey sende aynı etkiyi yaratmıyorsa işte bu senle farkımız --lakin neden eziklik hissiyatı yaşıyorsun? Neden bunu yanındakine "sen de bi doyamadın İsa'ya - kiliseye" haline getiriyorsun ki? Herkes senin kadar x olmak zorunda mı?

pinterest
Paris deyince başkasının aklına ne gelir bilmem ama ben bu şehri görmeden önce dahi aklım hep laiklik meselesindeydi. Fransız Devriminin o dillere destan yıkıcılığı, ikon kırıcılığı hatta anti-din zorbalığı. Dedikleri gibi hepimiz gittiğimiz yere yaşanmışlıklarımızı götürüyorsak, demek ki benim de Paris'i gezerken hassas yerim de burasıymış. Artık nedense?!

İşte bu başlıkta 3 kilise var. İkisi bildiğimiz kilise: İsalı olanlardan, biri de pek bilmediğimiz kilise: laik olanlardan. Buyurunuz içeri...




İlk Notre-Dame'a giderken görmüştüm bu kiliseyi. Görür görmez karar vermiştim içine girip gezinmeyi ama o an malum sebeple olmamıştı. Tek başıma geldiğim ilk seferde girdim içeri.



Dışarıdan görünüşü. İşte görünce mutlaka girmek istememe sebep olan görünüşü. Lakin feci yanılmışım. Burası arkasıymış. Ön tarafı daracık bir sokağa bakıyor. Ondan olsa gerek internet aramalarında hep buradan çekilmiş fotoğraflar geliyor. Demek ki tek yanılan ben değilmişim. Hatta kilise yetkilileri de aynı fikirdeymiş, giriş bu taraftan. 


Girdiğimde hemen ne iyi bir şey yaptığımı anladım. Soğuk Paris havasından da kaçmıştım, insan kalabalığından da. İçerisi boştu, kimse yoktu ve gördüğüm şey fazlasıyla provokatifti. Bu blogda hala fırsat bulup yazamasam da böyle bir şeyi anca Lizbon'da görmüştüm: Jerónimos Manastırında. İlkay'la yorgun argın dolaştığımız, ağzımızı açık bırakan manastır. Orasına nazaran bir hayli küçük olan Saint Severin de aynı flamboyant gotikmiş. Girmeden bilmiyordum. Ve o kadar aramama rağmen bulamadım bizim buralarda buna ne ad verildiğini: flamboyan gotik? flamboyant gotik? gotik flamboyant?

Pinterest

Daha iyi görünsün diye yine Pinterest'ten aldığım fotoğraf. Flamboyant alev demek. Flamboyant gotik'e ismini veren şey de sütunlardan çıkan hatların alev misali yayılması, birbiriyle birleşmesi ve bilimum geometrik şekil oluşturması. Başka biçimini, rayonant gotiki, özellikle İngiltere'de kiliselerde, okullarda ve çeşitli kamu binalarında görmek mümkünmüş. Gotik'in son zamanlarında yaygınlaşmış.


Diğer gotik kiliseler gibi yine yüksek ama bu son dönem gotiklerinde vitraylar zemine kadar uzanmış. İçeriye daha çok ışık girmiş ama hala gotik, olabildiğince karanlık ve de ürpertici. Işık havari menkıbelerinden üzerinize yansıyor. Sizi aydınlatan İsa'nın, havarilerin, azizlerin ışıkları. Daha ne yapsınlar ilham almanız için? Kurtuluşunuz/kurtuluşumuz için?


yine Pinterest

Geç gotik de denirmiş flamboyant gotike. Artık asıl mesele o devasa kiliseleri ayakta tutmaya yarayacak sütunların, kolonların ve duvarların nasıl inşa edileceği değil, içeri girenin ne hissedeceği olmuş. İşte ilerleme diye buna derler! Teknik ilerlemenin doğal sonucu onun estetize (!) edilmesi. Yakın zamanda duble yollarımızın da güzelleşeceği, TOKİ'nin artık bu konularda hassaslaşacağını falan düşünüyorum ben.


Sadece iki kişiydik o an. Keyfini çıkardım. Sıralarına oturdum. Boynum ağrıyıncaya kadar baktım durdum. Gezi rehberiyle gezmek sanırım o kadar da iyi bir şey değil. Elimdeki kitapta sadece ismi anılmış, bir paragrafla geçiştirilmişti. Merakıma yenik düşüp girmesem kaçıracakmışım. Demek ki iç sesini dinlemek "yeterince İsa gördük" diyenlerden de turist rehberlerinde de daha iyiymiş. Düstur olsun!


Ha neden provokatif? Sadece şu bile benim için yeterli yanıt: gotik şaheseri Notre Dame'dan kaçma isteği duyarken neden flamboyant gotik eseri Saint Severin'den çıkasım gelmedi? Bu bir yanıt değil bir soru, doğru. Ama zaten yeni sorular bulmak için gidilmiyor muydu bu gezilere?



Paris'i tekdüze ve kel bulduğumu söylemiştim. Sonraki gidişim bana bu lafımı yedirtti. Benimkisi hastalıklı bir bedenin soğuk ve kapalı bir havada gezinişinin serzenişiymiş.


Ama suç inanın benim değil, yapraklarını döken şu ağaçların...

Zamanımı hesapladım, Pantheon'a doğru gittim. Bu kez göreceğim bir aksilik olmazsa...




Yanlış yöne saptığım için Sorbonne Üniversitesi tarafından değil de ara sokaktan çıktım Pantheon'a. Siz bunu benim ayrıksılığıma sayın: bir şehri tanımak istiyorsan ara sokakları yürüyeceksin. Peh peh peh!



Merakımı cezbeden buranın ne neoklasik mimarinin gözbebeklerinden biri oluşu ne de bana Roma'daki Pantheon'la karşılaştırma olanağı sunuşu. Ben laik bir kilise görmek derdindeyim. Neymiş? Nasıl olurmuş? Mümkün müymüş?


Evet giriş kısmı Pantheon -Roma'dakiyle aynı. Blogger geyiği yapmadan olmaz: Pantheon Yunancada "bütün tanrılar" demek. Lakin Roma'daki mühim bir bazilikadır aslında. Pagan tapınağı üzerine kurulmuştur vs. Roma'daki kilise adlandırma sistematiğinin bana bir hayli garip geldiğini söyleyebilsem de (eski pagan tanrıların adları gibi) yine de tek tanrılı olduğunu iddia eden bir dinin mabedine tüm tanrılara adanmış bir isim vermesi makul değildi. Haklı çıktım. Roma'daki o kilisenin resmi ismi Pantheon değil, Santa Maria ad Martyres ya da başka ismiyle Santa Maria Rotanda. Pantheon daha jenerik bir isimmiş.



Paris Pantheon'un da kendi tarihinde daha Hristiyan bir ismi var: Sainte-Genevieve kilisesi. Sıradan hikayenin sıradışı sonu: tam buarada aynı isimli kilise varmış. Yıkılmış. Zamanının kralı bir zafer sonrası şanım yürüsün diye bir kilise inşa edilmesi emri veriyor. Kilise biterken Fransız Devrimi oluyor ve devrim hükümeti buranın bir mozole olmasına karar veriyor. Fransa'nın ünlü şahsiyetlerinin mezarları buraya taşınıyor. Arada 2 kez daha kiliseye çevriliyor (Napolyon dönemleri) ama son hal olarak laik kilise olarak kalıyor.


Yeter bu kadar kitabi bilgi. Ben kendi gördüklerimi anlatayım. Mimari olarak bir kiliseden elbette farklı. Apsis, nef, ana koridor vs. yok. Ama içerisinin dünyevi ruhaniliği bir garip. Kilisedeki resimlerin/fresklerin yerini Fransız tarihinin ünlü kahramanlıklarını, savaşlarını, zaferlerini anlatanlar almış. Ve turistik not: ne neymiş bilmenize de imkan vermemişler. Yine hepsi Fransızca!


Jean d'Arc'ı tabi ki biliyoruz. Sonu engizisyon alevlerinde yanmak olan deli kadın. Fransız vatanperverlerinin alçakça İngilizlere sattığı, kilisenin de cayır cayır yaktığı manyak kadın. Ölümü belki de en çok işe yarayan kadın. Fransızlığın olmazsa olmazı, kilise karşıtlığında da öyle..



Akıl kültü veya sivil din tartışmalarında Pantheon'a daha çok atıf yapılacağını düşünmüştüm nedense. Bu cin fikirli din için buranın Notre Dame kadar önemi yok. Lakin şu üstteki fotoğrafa bakın hele. Oradaki Leydi Adalet yerine İsa, etrafındaki Fransız vatandaşları yerine azizleri, melekleri, havarileri koyun, ne demek istediğimi anlarsınız.

Dinin sanattaki itici (azmettirici) gücünü küçümsemiyorum ama devir 1800'ler artık -ki bu heykeller çok daha sonra yapılmış olmalı- sanatın dinden uzak biçimleri serilip serpilmiş, anti-christ metinler yayılmaya başlamış, neden bunun gibi dini göndermesi olan motifler hala tercih ediliyormuş? Cevap çok basit: ulusallığın, milliyetçiliğin, yurtseverliğin (artık buna hangi ikiyüzlü ismi takarsanız takın) esas olarak dinden bir farkı yok da ondan. Aynı duyguları tetikleyip insanları bir şey yapmaya zorlamak istiyorsan denenmiş ve başarılı bir yöntem var. Onu taklit etmek garanti yol.


Bu Paris Pantheonu için de öyle, Washington DC Parlamento binası için de, Anıtkabir için de, Lenin mozolesi için de. Kimi Antik Yunan tapınaklarına benzer, kimi piramide, kimi kiliseye; ama hepsine belli günlerde gidilir, ziyaret edilir, defteri imzalanır. Kendi ritüelleri takip edilir ve de iman tazelenir. Dinle baş etmek isteyenlerin veya dini zapturapt altına almaya çalışanların dinin yöntemlerine mahkum kalışı, bence çok dramatiktir.




Naiflik dediğim bu. Bir şeyin yerine benzerini koymak, tarih göstermiştir ki (çok deterministim!), işe yaramıyor. İkisi de aynı bokun soyu. Fransız devrimi hükümetinin naifliği kendisinden sonraki Napolyon'ları öngörememiştir mesela. Modern Türkiye'nin kendinden sonra olabilecekleri, iktidara gelecekleri öngörememesi, hatta onları bizzat kendisinin yaratması gibi. Kendilerinin yazdığı tarihin herkesçe benimseneceğini, şekillendirdikleri dinin mutlak surette kabul edileceğini, hüküm sürsün istedikleri dünyayı algılayışın kesinkes takip edileceğini sanmaya 'naiflik' demek belki de benim naifliğimdir.


Foucault sarkacı.

Naif diyorum da şunu da söylemek lazım. Tıkır tıkır işleyen laik bir sistem kurmuşlar. Proje ortaklarımız Fransızlarla bu konuda bolca muhabbet etme şansımız oldu. Sadece eğitim sistemi üzerinden laikliğin işlediği ve de işe yaradığı kesin. Şimdi düşünüyorum da benim dediklerim Fransa'ya dair değil de buraya dair. Kişi yarası olan yerden konuşurmuş.  


Koca bir mezarlık burası. Bir sürü tanıdık isim. İşte bu Jean-Jacques Rousseau. Karısı için din değiştirmiş, karısının naif insan doğası vs. teorilerini almış ama aydınlanmanın başat filozoflarının arasında sayılan Rousseau. İşte sonun bir sandık. Pantheon'a konsan ne konmasan ne? (içimdeki annem konuşuyor)


Bir sürü mezar odasının ardı ardına sıralandığı bir mezarlık burası. Hatırladıklarımdan bazıları: Victor Hugo, Emile Zola, Voltaire ve Marie Curie. Son zamanlara kadar burada yatmakla onurlandırılan tek kadınmış Madam Curie -ki o bile buraya 1995'te getirilmiş. İşte laik, modern, aydınlanmış ama sonuna kadar erkek!



İşte bu da zarif kilise: Saint-Étienne-du-Mont. Pantheon'un hemen arkasındaki bu kiliseden rehberler yeterince bahsetmiyor. Paris'e dair bir sürü 'sadece burada'sı olan bir kilise. Ben görür görmez sevmiştim.



Azıcık tarih: İlk önce sağdaki manastır varmış. Sonra yetmemiş, 1400'lerde soldaki kilise yaptırılmış. Fransız Devrimi sırasında manastır tarumar edilmiş, kutsal emanetler yakılmış. Bina okula çevrilmiş, kala kala kulesi kalmış sadece. Nedense sağdaki kilise yıkılmadan kalmış. Güzelliğine kıyamamışlar anlaşılan. Kim demiş devrimcilerin sadece yıkmayı bildiklerini?
Kilisenin ön cephesi çok güzel. Değil Paris'te Fransa'da da tekmiş. Flamboyant gotikten rönesansa geçişin en nadide örneği. Üç kademeli klasik orta çağ modelinin yeni ve hoş bir yorumu: altta, kapı seviyesi antik Yunan tapınaklarını andırıyor, en üstte gotik sivri tepeli kule, ve bunlar Rönesans motifleriyle bezenmiş. Ve çan kulesi de bir saat kulesi.


İçeriye girince başka sürpriz!! Bunu ilk kez görüyorum. Nefin üzerinde bir şey var ve bu şey çok güzel! Hayran hayran izlerken bilmiyordum tabi ama sonra öğrendim. Buna koro paravanı denirmiş. Fransızcası jube. Rood screen de denirmiş, haç paravanı. Eskiden ortaçağda neredeyse tüm kiliselerde varmış. Amaç ayine gelen cemaati kutsal mekandan yani apsisten uzak tutmakmış. Rahip buraya çıkar, oradan verirmiş vaazını. Paravanın arkasından ilahiler, dualar okunurmuş. Karşı-restorasyon döneminde Papalık emriyle hepsi kaldırılmış. Paris'te kalan tek jube buradaymış. İngiliz kiliselerinde hala bol miktarda mevcutmuş. Sırf bu bilgilerin teyidi için Paris'ten sonra İngiltere'yi de görmek gerek artık.  ----İlkay duy sesimiiii.... 


pinterest

Bakar mısınız şu güzelliğe.






Yeterince İsa gördük. Ne İsa'sı be! Kiliseye bakınca sadece İsa mu görüyorsun?
Seni gidi tek boyutlu insan seni...
Demicektim ama dedim işte. Rahatım :)



Paris hakkında bu kadar gevezelik yapıyorum diye kıçımı gezdirdiğim sanılmasın. Bildiğin çalıştım ben o hafta. Ne zaman bir şey yapabilecek kadar ara bulsam, hastalığıma yorgunluğuma bakmadan attım kendimi sokaklara. Mesela şu yukarıdaki fotoğrafta dahi çalışıyorum: akşama yemeğe bir eve davetliyim. Gitmezsen olmaz. Profesyonellik Paris'in banliyölerine gidip has Fransız yemeklerini enfes şaraplar eşliğinde mideye indirmekten geçer. Edinilen dostluklar da cabası :)

8 Şubat 2017

bu gezinin diğer yazıları için:
eyyy fransaaa
anarşist paris
paride bir gözsüzlü
louvre'da musalandım

Hiç yorum yok: