8 Mart 2010

habibi neccar camii


antakya'ya gitmeden önce her zaman yaptığım gibi antakya ve yöresini google earth marifetiyle gezmiştim. ve habibi neccar'ın önemli bir şahsiyet olduğunu o an anlamıştım! çok zekiyim. habibi neccar camii, habibi neccar türbesi ve de antakya'nın sırtını dayadığı habibi neccar dağı. barış'ın babası arapça bildiği için "adnan amca, habibi neccar aslında habib-i neccar demek di mi, yani neccar'ın sevgilisi" diye sordum. öyle değilmiş. habibi neccar, 'sevgili neccar' demekmiş ve neccar da marangoz demekmiş. dedim ya gitmeden okumuştuk birşeyler diye. bu adam islamiyet öncesi, daha doğrusu hristiyanlığın ilk dönemlerinde yaşamış bir zat-ı muhteremdi ve 'marangoz' aynı zamanda hz. isa'yı anlatan kelimelerden biriydi. okulda ve kızılay'ın bilumum yerinde dağıtılan kitapçıkları hatırlamak gerek: more than a carpenter (bir marangozdan fazlası). bu marangoz bağlantısı içimizdeki komplocu serüvensever ruhu ortaya koydu hemen. camiyi ve türbeyi o ruh hali içinde dolaştım.




üç barışlar. onları ilk olarak bu konuda gördüğünüz için anlatayım hemen. (bu aşamadan sonra bizim barış'a antakyalı barış diyorum). antakyalı barış geçen sene tatil için olympos'a kampa gidiyor. oradaki kamp arkadaşlarından birinin arkadaşı ile de tanışıyor. bu yukarıda sarı sırt çantalı ve sakallı olan barış. bundan sonra dersimli barış o. bu dersimli barış gezmek için antakyalı barış'ın yanına giderken mahalleden çocukluk arkadaşı olan barış'ı da yanına alıyor. bu da lacivert sırt çantalı, beyaz montlu barış ki kendisine bundan sonra ordulu barış diyeceğiz. yani antakya'da garip bir beşli oluşturarak gezdik. ben, ilkay, antakyalı barış, antakyalı barışın kamp arkadaşının arkadaşı dersimli barış ve dersimli barışın mahalle arkadaşı ordulu barış. antakya barış(lar)ın kenti! :)

konuya dönelim. isa iki (bazı rivayetlere göre üç -barnabas dahil) havarisini antakya'ya gönderiyor. yıl ms 40. havariler büyük ihtimal pavlus ile yuhanna (yani yunus ile yahya). o sıralar antakya'da yaşayan insanlar putperestler. havariler antakya halkını imana davet ediyorlar. ama halk bunları tehdit ediyor. gidin yoksa sizi taşlayarak öldürürüz diyorlar. ama içlerinden biri -habibi neccar- 'bu kişiler doğru söylüyor onlara uyun, onlar hidayete ermiş kişilerdir' diyor. çünkü havariler kendisinin yatalak olan çocuğu için dua ediyorlar ve çocuk iyileşiyor o da iman ediyor. antakya halkı da kendine gel, yoksa seni de öldürürüz diyorlar. habibi neccar vazgeçmiyor. bunlar kuranda anlatılan olaylar. yasin suresine göre bu havariler ve habib neccar işkence edilerek öldürülüyorlar. ve onlara cennet müjdeleniyor.


yukarıda: habibi neccar'ın türbesi (belki sandukası demek daha doğru) caminin 4 metre altında küçücük bir odada. belirtmek gerek ki burada habibi neccarın sadece kafasının olduğu varsayılıyor. gövdesi ise şimdi onun adıyla bilinen dağdaki bir başka habibi neccar türbesindeymiş. efsane şöyle diyor. habibi neccar dağdayken putperest antakya halkı ona saldırıyor ve kafasını uçuruyorlar. gövdesi oraya düşüyor (daha sonra dağdaki türbe hemen oraya yapılıyor) ve kafası dağdan aşağıya yuvarlanıyor. kafanın durduğu yer de bu sandukanın olduğu yer. buraya da bir türbe, kilise ardından da cami yapılıyor. bir başka efsane daha var ki çok 'mantıksız'. ama anlatalım yine de; kafası uçurulduktan sonra habibi neccarın gövdesi kafayı yerden alıp koltuğunun altına koyuyor. kafa kurandan (!) sureler okurken gövde kente doğru gidiyor. ve düştüğü yere bu türbe yapılıyor. isa, havariler, yıl ms 40, kurandan sureler?? ...


caminin altında havarilerin mezarları da bulunuyor. ki bu dünyada yok başka yerde herhalde. hristiyanlığın kurucusu ve yayıcısı havarilerin mezarlarına kur'an'dan sureler işli örtüler koyulmuş, hemen baş ucuna da kur'an-ı kerim. ve caminin altındalar. islamın hz. isa'yı ve havarilerini de sahiplendiğini ve onlara da islam demesi akla gelirse eğer, şaşılacak bir şey yok tabi. ama şimdiden bakılınca, garip geliyor... camideki türbeleri hristiyanların da ziyaret ettiğini ve onlar için kendi dinlerince dualar ettiklerini de not düşmek gerekiyor.

iyi de tüm bunların islamiyetle camiyle alakası ne derseniz haklısınız. haklısınız haklı olmasına da antakya'yı gerçekten güzel kılan şey de bu ya. islam orduları 638 yılında antakya'yı fethediyor. ve habibi neccar ve diğer havarilerin türbelerinin olduğu yere bir cami yaptırılıyor. o cami bu cami. amma velakin bu camiye anadolu'nun ilk camisi deniyor. ama ben bu ifadeyi daha önce diyarbakır'daki ulu cami için de duymuştum. diyarbakır (amid) 629'da fethediliyor ama oradaki kilisenin ne zaman camiye dönüştürüldüğü meçhul. gerçi burası için dekesin bir kayıt yok. neyse, ilk camilerden biri diyelim bari.

bugünkü caminin yerinde ilk olarak bir roma pagan tapınağı varmış. hristiyanlık sonrası üzerine kilise yapılmış. islam ordularından sonra ubeydullah bin cerrah bunu camiye çevirmiş. haçlı orduları 1098 yılında antakya prensliğini kurmuş, bina kilise olarak kullanılmış. memlük sultanı baybars antakya'yı yeniden ele geçirince bina yine camii olmuş. ama bu caminin bu binalarla hiçbir alakası yok. çünkü antakya deprem bölgesi olduğu için bu binalar sürekli olarak yıkılmış ve yeniden yapılmış. onun için antakya'da diyarbakır kadar eski tarihli yapıya rastlanamıyor. kalmamış çünkü! yani şu an görülen habibi necar camii 1700'lerin başında osmanlılar tarafından yaptırılmış. nihayet bitti caminin tarihi...


osmanlı zamanında cami yapılır da etrafında medrese olmaz mı? bittabi burada da var. caminin avlusu eskiden medrese olarak kullanılmak üzere inşa edilmiş binalarla çevrili. ama üzerindeki kitabede memlük sultanı baybars'ın ismi geçiyor. galiba eski caminin kitabesi korunmuş ve buraya asılmış.



osmanlı döneminde barok stilde yapılmış şadırvan.



ve antakya'nın eski evlerinde ve binalarında sürekli olarak gördüğümüz su kuyusu

en başta caminin içini görememiştik ama sonra kapı açıldı da gördük:



bu kadar çok anlatılacak şey ve bu kadar az fotoğraf'tan da anlaşılacağı üzere gezdiğimiz yerleri hep bir koşuşturma halinde gezdik. ama görmüş olduk en azından...


şu depremler antakya'yı habire yerlebir etmesymiş daha neler görecektik acaba? mesela:


 bu sarımiye cami. 1700lerin ortasından kalan bir cami. daha doğrusu bir minare. cami kısmı ayakta kal(a)mamış. 2003 yılında restore edilmiş, yanına yeni bir bina yapılmış ve cami olarak kullanılmaya başlanmış. hemen katolik kilisesinin önünde. antakya'da dolaşırken sürekli bu tarzda minarelere denk geldik ve çoğunun yanında caminin kendisi yoktu!

26-27 şubat 2010

Hiç yorum yok: